Bu film 50 yılın jübilesi

18 yıl ara verdi sinemaya. Bunun sebebi ne bir kırgınlık, ne hayal kırıklığı ne de kızgınlıktı. Her yıl kafasında yeni bir projeyle yola çıkmak istedi, çeşitli nedenlerle olmadı. 18 yılda 18 film çektiğini söylemesi bu yüzden. Şimdilerde Şerif Gören, yeni filmi Ay Büyürken Uyuyamam ile tekrar sinemaya dönüyor. Hem de sinema hayatının 50. yılında.

Bu film 50 yılın jübilesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 06.09.2011 - 14:01

Eski Türk filmlerini izlerken hep bir sıcaklık oluşur içimizde. Hem toplumsal sorunların anlatıldığı, sınıf çatışması, köy ve kent yaşamı, geleneksel aile yapısının dinamikleri ve insan ilişkilerinin veriliş biçimleri dikkat çeker. Hem de sıcak ve samimi yanıyla yakalar izleyeni. Bu filmlere imza atan çok önemli yönetmenleri vardır Türk sinemasının. Onlardan biri de Şerif Gören. En son 1993 yılında çektiği Amerikalı filmiyle sinemadan uzaklaşan seyirciyi tekrar sinemayla barıştıran Gören, 18 yıl boyunca çektiği belgeseller dışında hiçbir sinema filmi yapmadı. Bunun çok da belirgin ve özel bir nedeni olmadığını söylüyor. Pek çok proje dönmüş kafasında ancak olmamış. Yine de 40 yıl boyunca aklında defalarca çektiği Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam öykü kitabından yola çıkarak oluşturduğu senaryoyu çekmekten kendini alamamış. Biz de Gören’le filmi konuşmak üzere buluşuyoruz. Bir çekingenlik var üzerimde, orası kesin. Çünkü uzaktan sert bir duruşu var Gören’in. Ancak sohbet başlayınca bunun bir önyargı olduğunu anlıyorum. Renkli, neşeli biri. Yine de mesafesini koruyor tabii... Çekimlerini tamamladığı Ay Büyürken Uyuyamam’ı, son halini gördükten sonra Cannes’a göndermeyi düşünüyor, ayrıca bu filmin iki ve üçüncüsünü de çekecek. İşte sinemaya bakışından hayattaki duruşuna dek anlattıkları...

- Türk sinemasına emek vermiş çok önemli isimlerden birisiniz. Ancak 18 yıllık bir ara verdiniz, şimdi tekrar dönüyorsunuz. Neydi bu aranın nedeni?

Belli bir nedeni yok aslında. Neredeyse her yıl bir projem vardı, çeşitli nedenlerle yapamadım. Hep erteledim, erteledikçe eskidi, eskidikçe yenileri geldi. Bu döngü sürüp gitti. Böyle baktığınızda 18 yılda 18 film çektim aslında. Ama gerçek anlamda, doğru zaman ve doğru proje buymuş demek ki.

- 18 yıl çok uzun bir süre. Sinemadan uzak kaldığınız bu süreçte neler yaptınız?

Arada belgesellerim oldu. Bir Fransız kanalına iki belgesel çektim, Berlin belgesellerim var. Arada birkaç bölüm dizi çektim. Aslında boş durmuş değilim. Ha, 18 yıl çok diyorsanız, öncesinde de çok çalışmıştım. Böylece dengelemiş oldum. Zaten 1962 yılında başladım sinemaya. 62 yılını da sayarsak, bu yıl, sinemada 50. yılım aslında. Bu film, 50 yılın jübilesi aynı zamanda.

- Bu tek bir filmlik geri dönüş mü, devamı gelecek mi?

Uzaklaşmak bazen iyi bazen de kötü sonuçlar doğurabilir. Seyirciyle diyaloğum ne kadar devam ediyor, onlara hâlâ yakın mıyım göreceğim. Uzak olduğumu zannetmiyorum. Beğenecekleri bir film olacak. İlginç bir film çektim. Eğer umduğum gibi olursa Ay Büyürken Uyuyamam 2 ve 3’ü çekeceğim. Çünkü Amerikalı’dan sonra 18 yıl geçti. Az sayıda kopyayla girerdi filmler, hafta sonu karaborsa olurdu. O günkü şartlarla bugünün şartları değişti. Gözlükler de değişti. O yüzden bir de Gözlük adında bir film projem var. Daha iyi görsün diye insanlar…

- Nasıl bir hikâye ve kurgusu var bu filmin?

Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı öykü kitabından dört beş öyküyü birleştirip kendi yorum ve katkılarımla bugüne adapte ettim. Aslında çok değişime uğradı senaryo. Çünkü her gelen yıl, yeni toplumsal değişikliklerle geliyor, dolayısıyla değişiyor hikâye.

- Gündem hızla değişiyor Türkiye’de. Peki hangi toplumsal farklılıklar ağır bastı sizde?

Toplumsal barıştan yanayız. Yaşanan gerginliklerden yola çıkarak bir barış öyküsü çektik biz. Öykümüz daha çok namus namussuzluk, ahlâk ahlâksızlık üzerine provokatif bakışımı taşıyor. Aşk da var tabii. Zaten aşk mevzuubahisse gerisi teferruattır.

- Sizin hayatınızda da öyle mi oldu?

Tabii. Herkes için öyledir ya. Bazı zamanlarda her şeyin önüne geçebilir aşk. Kişiden kişiye de değişebilir gerçi. Bazı insanlar için vatan öncelik kazanıyor, bazıları içinse bir futbol takımı. Ama artık toplumsal gerginliklerin yaşanmaması gerekiyor Türkiye’de. Kürt, Alevi, laik, İslamcı sorunları aşmamız gerek. Bir filmin toplumu değiştirecek gücü yoktur. Ama en azından bir katkı sağlayabilir, insanları düşündürebilir, ne yapabiliriz diye sorgulatabilir. Bu filmin öyle bir katkısının olacağını düşünüyorum.

- Siz de sinema hayatınız boyunca buna özen gösterdiniz, toplumcu filmler çektiniz.

Filmlerim güncel tarih gibidir. O günün toplumsal olayıyla mutlaka yakın ilişkisi olmuştur. Keza bu çektiğim film de öyle.

 

'Türkiye'de her sanat dalı cesaret ister'

- Sinema biraz da cesaret işi. Siz gerçekten hep istediğiniz işleri mi yaptınız?

Türkiye’de her sanat dalı cesaret ister. O olmadan hiçbir şey yapılamıyor. Eskiden sansür vardı, makaslanırdı filmler. Biz de onları aşmak için çeşitli zekâ oyunlarına başvururduk. Şimdi ise otomatik olarak kendi otosansürümüzü uygulamaya başladık. Bu da uçlara kaymamızdan, gerginliklerin artmasından kaynaklanıyor. Gerçek bir ileri demokrasiden bahsedebildiğimiz zaman bunlar ortadan kalkacak. Bir film çekiyorsunuz, içindeki ufak bir ayrıntıdan dolayı hamamcılar ayağa kalkıyor ya da taksiciler, dolmuşçular… Kimse bana ne hoşgörülü baksın ne de tahammül etsin. Hiçbir şey istemiyorum zaten. Sadece saygı göstersinler. Yakmasın, yıkmasın, kırmasınlar…

- Peki ya beklentiler? Film çektiğinizi duyan pek çok kişide bir heyecan oluştu? Sizi yoruyor mu beklentiler?

Çok şey beklenmesini istemem. Ben başöğretmen değilim. Önderlik etme gibi bir vasfım ve gayem de yok. Sadece bir yönetmenim. Sanatın görevlerini yerine getirmeye, iyi bir eser ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

- Omuzlarınızın düştüğü hiç mi olmadı?

Öyle bir şey hissetmiyorum. Ancak 80’lerde hapishane dönemlerim oldu. İşkenceler, insanın kimliğini yok etme yönünde olduğu için, elbette tedirginlik yaşadım. Yine de toparlanmasını bildim. Sinema bizim hayalimizdi. Gece yattığımda dahi, rüyamda filmler görürüm. Hayal gücüm bana destek oluyor. Galiba biraz çocuk gibiyim.


'Sinema sektörleşemedi'

- Türk sinemasında dünle bugünü karşılaştırdığınızda karşınıza nasıl bir manzara çıkıyor?

Eskisi gibi sinema yapılmıyor. Zaten sinema sektör bile olamadı. Dolayısıyla parası da yok. Küçük paralarla dönen, günlük işlere döndü. Büyük sermayenin giremediği, kendi sermayesini de oluşturamayan bir yapısı olduğu için gelişemiyor. Festivallerde ödül alan, az seyirciyle yetindiğimiz cılız çıkışlarımız var ama yetersiz işte! Ne zaman ki ekonomik desteğe ihtiyaç duymadığımız günler gelecek, işte o zaman sektör olacağız.

- Genç sinemacıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yönetmen profili de günümüzde değişti. Film gibi film çeken bir kuşağız biz. Lütfü Akat’lar, Atıf Yılmaz’lar, Metin Erksan’lar, Halit Refiğ’ler, Memduh Ün’ler… O kuşağın temsilcisiyiz. Şimdiki kuşakta dizi sektöründen gelip film çekenler, fotoğraf ekolünden gelenler, Avrupa sinemasından gelen isimler var. Hepsinin de kendine göre başarı ya da başarısızlığı var. Bence en başarısız kuşak, dizi kuşağı. Çünkü onlarda seyirciyle sinemasal bir bağ kurabilme derdi yok. Haftada 90 dakikayı yetiştirme derdine düşüyorlar sadece. Kurgusundan müziğine her şeyiyle uğraşabildikleri zaman başarı gelecektir.

- Son yıllarda Türk sinemasında çekilen film sayısı artıyor. Peki toplumsal konuların iyi işlenebildiği yapımları görmek mümkün mü?

Artık yeni prodüktörlerin aklında tek bir şey var: "Bir komedi yapalım, kolay yoldan para kazanalım." Ama bunların hepsi tutmuyor tabii. Sonuçta sinemada öyle bir kural yoktur, olamaz. Hangi filmin çalışıp çalışmayacağını kimse bilemez. Türk sinemasında da dünya sinemasında da sorun var. Yılda yalnızca dört beş film belli bir çizgiyi aşıyor. Çok fazla film çekiliyor olsa da, bu rakam çok az.