Buralara Nasıl Geldik?..
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 85. yılını kutlarken, M. Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ile anarken, bugünlerin de geçeceğine ve Aydınlanma Devrimi’nin yol alacağına olan inancımızı bir kez daha yineliyoruz.
Erol ERTUĞRUL
Bu yıl, 1923 Türk Aydınlanmasının 85. yılını kutluyoruz. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi, ilkeleri, 85 yıl sonra, çok daha başka yerlerde olmamızı gerektiriyordu. Nasıl oldu da buralara geldik... Cumhuriyetimizin onuncu yılı için hazırlanmış Onuncu Yıl Marşı’nı düşünüyorum. On yılda her savaştan açık alınla çıktığımız, on yılda on beş milyon genç yarattığımız yer alıyor bu marşta. Yurdumuz, baştan başa demir ağlarla, yani demiryolları ile örülmüş; Etibank, Sümerbank, Karabük Demir Çelik gibi, kamu ekonomik kuruluşları ile görülmemiş bir kalkınma hızı yakalanmış.
On beş milyon bir nüfus var ama, hepsi, aydınlanma devrimine inanmış, hepsi yürekli ve genç. Oysa şimdi, bakıyoruz, aydınlanma devrimi kemirilmiş, karşıdevrimciler yönetimi ele geçirmişler. Köylere ışık, bilgi götüren Köy Enstitüleri kapatılmış; yerlerine, imam okulları, resmi, kaçak Kuran kursları açılmış. Kamu ekonomik kurumları, özelleştirme adı altında elden çıkarılmış, satılmış. Demiryolları, kendi yazgısına bırakılmış, dışa ve petrole bağımlılık, karayollarının öne çıkarılmasına neden olmuş, toplu taşımacılık, karayollarına teslim edilmiş.
Karşıdevrimciler
Cumhuriyetimizin kuruluşunda var olan gericilik, karşıdevrimcilik, önce sessizce, sonra sesini yükselterek yol aldı. Aymaz politikacılar, karşıdevrimi hep arka bahçeleri olarak gördüler.
Bir avuç oy uğruna okşadılar, kendi kollarının altında besleyip büyüttüler. Demokrat Parti döneminde, Menderes’in, milletvekillerine, “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” dediğini biliyoruz. Böylece, alınan ‘oy’un, her şey olduğu söylenmek isteniyor.
Seçilmişlerin aldıkları oyla her şeyi yapabilecekleri vurgulanıyor. Cumhuriyetimizin ilkeleri yok sayılarak, karşıdevrim okşanıyor.
27 Mayıs 1960’tan sonra kurulan Adalet Partisi, karşıdevrimcileri, kanatlarının altında tutup korudu. Gerici eylemlere karşı Demirel’in, “Benim halkım, göğsünü gere gere ben Müslümanım diyemeyecek mi?” dediği, belleklerdedir. Demokrat Parti, Adalet Partisi, DYP, Anavatan Partisi, gericileri hep koruyup kolladılar.
Sıvas’ta diri diri yakıldılar
Öbür sağ partiler de aynı yolu izlediler. Sonunda, 1993 Temmuzu’nda, 37 aydın insanımız, bir etkinlik için gittikleri ve konuk olarak bulundukları Sıvas’ta diri diri yakıldılar.
O günler, Cumhurbaşkanı olan Demirel’in, çılgın gerici kalabalığı engellemeyen güvenlik güçlerine, “Vatandaşla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyin” dediği unutulmadı. Sıvas’ta 37 aydını yakan düşünce, bugün ülkemizi yönetiyor.
Sonunda ikibinli yıllara geldik. Sağ partilerin tabanını oluşturan ve geçmişte yüzde on dolayında bulunan gericiler, bir avuç oy uğruna, okşanarak, korunarak, tabandan tavana geldiler ve kendi partilerini kurup önce Refah Partisi ile, daha sonra da AKP ile yönetimi ele geçirdiler. Tarikatlar, cemaatler, güzel yurdumuzda egemen oldular.
Şimdi, eşlerinin başları kapalı, temel din eğitiminden geçirilmiş bir siyasal kadro tarafından yönetiliyor ülkemiz.
Bu tür yaşam biçimini benimseyenlerin dünya görüşü, “Ben aydınlanma devrimine inanmıyorum, ben şeriat hükümlerine göre yaşamak istiyorum, ben din kurallarının, devlet düzeninde de egemen olmasını istiyorum” olarak özetlenebilir.
ABD ve AB’yi de arkasına alan bu kadro, yurdumuzda İslamcı bir düzen kurulmasına çalışıyor.
Kuran kurslarından geçenler, temel din eğitimi veren imam okullarını bitirenler kamuda görev almaya başladılar. Bir savcı düşünün ki, eşi çarşaflıdır. Daha sonra eşi çarşaftan çıkmış ve sıkmabaşlı olmuştur.
Dünya görüşü
Bay Savcı’nın dünya görüşü bellidir. Aydınlanmaya, çağdaşlığa, uygarlığa, Atatürk Devrimleri’ne karşıdır. Bu tür bir dünya görüşünün, dünya edebiyatından, şiirden, resimden, çağdaş müzikten haberi olmadığı da ortadadır.
Bay Savcı’nın, dün, hiçbir koşulda görüşmek olanağı bile bulamayacağı ünlü bir gazeteciyi, ünlü bir yazarı, ünlü bir bilim adamını, TSK’nin üst kademelerinde görev yapmış en üst rütbeli generalleri, bir soruşturma nedeni ile karşısına aldığını ve sorguladığını düşünelim.
Olabilecekleri düşündükçe, ülkemiz adına acı çekiyoruz. Böylesine bir kültürsüzlük ve hukuk bilgisizliği, kör bir cesarete dönüşebilir.
Bizim savcılarımızın ‘san’larının başında Cumhuriyet sözcüğü vardır. Yani savcılar, Cumhuriyetin savcıları olacaklardır. Cumhuriyeti ve Cumhuriyet ilkelerini koruyacaklardır. Cumhuriyete karşı bir eğitimle yetişmiş ve Cumhuriyet ilkelerine karşı bir yaşam biçimini benimsemiş kişilerden böylesine bir yaklaşım bekleyebilirmiyiz?
Cumhuriyet savcısı değiller
O zaman, böyle savcılar, başka bir şeyin savcılarıdır... Ama belli ki, Cumhuriyetin savcıları değillerdir. Sevgili Mahmut Esat Bozkurt’un, 1 Kasım 1926 tarihinde yargıç ve savcılara söylediği, “Sizler, Türk Devrimi’nin demir eliyle kurulan uygarlığın kıskanç bekçileri olmak zorundasınız. Görev ve sorumluluklarınız, geçmişin dirilmesine, yeniliğin acı çekmesine zaman ve olanak vermeyecektir” sözleri unutulmamalıdır.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 85. yılını kutlarken, M. Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ile anarken, bugünlerin de geçeceğine ve Aydınlanma Devrimi’nin yol alacağına olan inancımızı bir kez daha yineliyoruz.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!