‘Cumhuriyet bize mücadeleyi öğretti’
Basın tarihinin son ‘karanlık oda’ çalışanları Turgut Öğreten, Ayan Eraslan ve Uğur Günyüz ile gazetenin müzesinde buluştuk.
Babıâli yokuşunu çıkıyorum. Yokuş uzun... Her okuldan yeni mezun olmuş gazeteci adayı gibi heyecanlıydım. Ben o meşhur yokuşu tam üç yıl çıktım. Hiç yorulmadan her gün heyecanla ve gülümseyerek... Çünkü Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyordum. Çünkü Cumhuriyet büyük bir aileydi. Çünkü çalışanlar Cumhuriyet’e gönülden bağlı olanlardı. Çünkü... Çünkü... Uzar gider... Uzun zamandır aramızda olmayan ama Cumhuriyet’e gönülden bağlı olan bir ekip var. Onlar Cumhuriyet’in hatta basın tarihinin son karanlık oda çalışanları... Turgut Öğreten, Ayan Eraslan ve Uğur Günyüz. Günyüz, aynı zamanda gazetenin fotomuhabiriydi... Gazeteyi ailesini özler gibi hasret karanlık oda çalışanlarıyla gazetenin müzesinde buluştuk. Onlarla karanlık oda yıllarını konuştuk. Onlar anlattı, gözlerimiz doldu, hüzünlendik, tabii gülümseyerek... Bu işin usta çırak ilişkisi olduğunu söyleyen Öğreten uzun yıllar deyim yerindeyse ‘şipşakçılık’ yapmış.
-Gazino fotoğrafçılığına nasıl başladınız?
Çocukluk arkadaşım Tarabya’da bir gazinonun karanlık odasında çalışıyordu. Paraya ihtiyacım olduğunu biliyordu, bir gün çağırdı beni ‘gel burada işe başla’ dedi.
‘Her şeyi Cumhuriyet’te öğrendim’
-Çok anı birikmiştir şipşakçılıkta?
Evet unutamadığım bir anım var. Bir gün gazinoda masaları dolaşıyorum. Sırtı dönük olan bir beyefendiyle bir hanımefendi oturuyordu. “Efendim fotoğraf ister misiniz?” dediğimde kafasını kaldırıp da “Hayır istemem” deyince Altan Öymen’i gördüm, kulakları çınlasın. Benim de o zaman Milliyet’te müdürümdü. Çok şaşırmıştı, “Sen ne arıyorsun burada?” dedi. Ertesi gün de beni odasına çağırdı. “Gel bakalım bir konuşmamız lazım seninle” dedi. Ben de bu işi yaptığımı, ama gündüz de gazetede çalıştığımı ve işlerimi aksatmadığımı, maddi yönden ihtiyacım olduğunu söylemiştim.
Erdoğan Köseoğlu...
-Peki Cumhuriyet...
Cumhuriyet kesinlikle bir okuldur. Aslında sonra gördüm ki ben her şeyi Cumhuriyet’te öğrenmişim, karanlık odayı... Erdoğan Köseoğlu’ndan çok şey öğrendim, orada deyim yerindeyse çok iyi ‘devler’ vardı. Uğur Saner vardı, Uğur Günyüz vardı yani herkesten bilgiler aldık. Ama Erdoğan abi yani bu işin hakikaten duayenlerinden biriydi. Bunlarla çalışmak benim için bir onurdur, bu insanlarla çalıştığım için gerçekten çok gururluyum. Ama bu arada gelen birtakım insanlar da vardı. Hep iyi insanlar geldi; bakın Cumhuriyet’e fotoğraf tarihinde karanlık oda anlamında çok değerli insanlar geldi. Garbis Özatay’lar geldi, Erzade Ertem’ler geldi, Kubilay Tüntül gibi adam gibi adamlar yetişti bu gazetede. Cumhuriyet evet bir okul ama benim çok üzüldüğün bir şey var; Cumhuriyet’i okul olarak görüp buradan yetişen insanlar ki bu benim felsefemdir bunu da her yerde söylerim; Cumhuriyet’e ihanet etmişlerdir, her anlamda ihanet... Buradan yetişip buraya nankörlük yapmış insanlar da çok vardır ve hâlâ bu piyasada çalışan insanlar bunlar. Gittikleri yerlerde Cumhuriyet’i kötülemişlerdir, halbuki burası çok farklıdır. Cumhuriyet insanlara hiçbir zaman maddi yönden çok para vermez, burada hiçbir zaman uzamazsın. Kısalırsın ama uzamazsın maddi anlamda, her zaman ekonomik sıkıntı vardır. Ama çok şey öğrenirsiniz, burası gerçekten uzun yıllardır yaşayan bir gazetedir; ben uzunca bir süre daha yaşamasını isterim.
-Cumhuriyet’in bir büyüsü var, bir başlayan bir daha bırakamıyor. Cumhuriyet size neyi öğretti?
Cumhuriyet size neyi öğretti? Buradan emekli olduk, çocuklarımızı buradan büyüttük biz; hiçbir zaman para değildir mevzu. Ben de bu gazetede çalıştığımda emekli olana kadar çok gitmek istemişimdir, ama gidemezsin. Mümkün değil gidemezsin çünkü ne Milliyet ne Hürriyet hiçbir gazete sana bu çalışma şartlarını sağlamaz. Bakın, kimse nankörlük yapmasın ben bunu üstüne basarak söylüyorum. Evet kızabilirler, benim iki defa tazminatım yandı, ne yapayım ben şimdi? Evet bu gazete çok zor günler geçirdi ama bu gazete bize mücadeleyi öğretti. Gazete iflas etti. Kayınpederim benim dedi ki “Evini topla bize yerleş”, çok arkadaşımız öyle evini toplayıp annesinin babasının evine taşındı o zamanlar. Ama hiç kimse pes etmedi. Biz gazetedeki en büyük mücadelelerden bir tanesini Cem Uzan’ın adamlarıyla gelip gazetenin makinelerine el koymaya kalktığı zaman o demir kapının önünde, üzerinde durduk hepimiz mücadele ettik o kapıyı açamadılar. Hatta bir arkadaşımız ki ismini rahatlıkla verebilirim Remzi Gökdağ onların avukatları tarafından darp edildi. Bunu hiç kimseye parayla yaptıramazsınız, bu bir gönül bağıdır. Ben hep bunu söylerim, çocuğuma da aynı şekilde anlatmışımdır bu gazete bambaşka bir gazete.
Sonsuz güvendiğimiz insanlar vardı
Uğur Günyüz, gazetecilik mezunu, eski adıyla İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun olmuş. İlk Dünya Gazetesi’nde işe başlamış Günyüz..
-Cumhuriyet serüveniniz nasıl başladı?
Abdülkadir Yücelman’ın sayesinde buraya Cumhuriyet’e geldim... Yıl 1983. O zamanlar, Ali Alakuş, Ender Erkek, Erdoğan Köseoğlu vardı. O zaman karanlık odacı diye bir şey yoktu; her fotomuhabiri kendi filmini banyo ediyordu, karta basıyordu ve kendisi servislere götürüyordu. Sonra bir eleman alındı Necdet Konyalı.. İlk kez bir karanlık odacı alınmıştı, kural getirildi kimse yapmıyordu artık ona yaptırılıyordu.
-Peki fotoğraf...
Benim fotoğrafçılığım daha eskidir, benim ilk elime makine almam 12 yaşımda oldu. Ben gazeteciliğe başladığımda ya da üniversiteye girdiğimde zaten ben fotoğrafı biliyordum. Sonra ben de Turgut gibi şipşakçılık yaptım, yaklaşık dört sene Aşiyan Gazinosu’nda. Şipşakçılık deyip geçmeyin bu bir mekteptir, müthiş bir halkla ilişkiler ve iletişimi güçlendirir. Gazetecilik kökenli, çabuk acele bir iş yapıyorsun. Yine kulakları çınlasın Yalçın Pekşen beni servisine almıştı o zaman, ben servis değiştirdim magazine geçtim. Tek kişilik bir magazin servisiydi yanında Kemal Küçük çalışıyordu ve ben. Bir sene boyunca orada çalıştım aynı zamanda kültür servisinde çalıştım. Bu süreç çok verimli yıllarımdır benim. Kültürde o zaman Aydın Emeç, Celal Üster, Şenay Kalkan, Yurdagül Erkoca vardı. Sonra Ahu Antmen gelmişti. Ben kendi haberimi kendim yazıyordum, fotoğrafımı çekiyordum. Yalçın Pekşen, “ben yazarım hadi sen fotoğrafı çek” diye beni sürekli fotoğrafa yönlendirdi. O yüzden benim fotomuhabiri olmamın kökeninde Yalçın Pekşen vardır. Karanlık odada dostlar bize hem dostluk açısından hem işte çok yardımcı olmuştur. Onlar bizim sonsuz güvendiğimiz insanlardı iyi dostlardı. Fakat arada böyle boşluklarda da yani mümkün olduğu kadar kendi filmlerimi yıkamayı, kendi fotoğrafımı basmayı hem çok severdim hem bu işten çok mutlu olurdum. Fırsat buldukça da bu işi kendim yapmaya gayret ederdim. Bu çünkü şöyledir, fotoğraf çekmek kadar onu ortaya çıkarmak bir o kadar önemli. Çünkü ona verdiğin emek ve güzellik fotoğrafa değer katar, o konuda arkadaşlarımız dostlarımız gönül rahatlığıyla pırıl pırıl fotoğraf çıkarırlardı.
Zamana karşı yarış...
Turgut Öğreten: Zamana karşı yarıştığımız gazete haberlerinin fotoğrafları karanlık odaya geldiğinde çekimi yapan fotomuhabiri arkadaşın film üzerindeki çekim notları dikkate alınarak 125, 400 ve 1600 ASA olmak üzere 7 dk, 8 dk ve katlamalarda da 16 dk olmak üzere 1. banyo- development (geliştirici) aşamasında çalkalayarak yıkanır. Süre sonunda fixer-hipo’da (durdurucu) film saydam hale gelinceye kadar bekletilir. Daha sonra kurutma dolabına asılarak kurutulur. Kontakt baskısı alınarak yazı işleri sayfa sekreterine gönderilir. İlk aşama bu şekilde tamamlanır. İkinci aşamada kontakt baskı üzerinde işaretlenen kareler fotoğraf kartına basılır ve karanlık odanın görevi bitmiş olur.
'Cumhuriyet'ten hiç vazgeçmedik'
-Ayan Eraslan, siz nasıl başladınız Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışmaya?
Gittiğimde Erdoğan Köseoğlu vardı masanın arkasında oturuyordu, o günü hiç unutmuyorum. Turgut’la tanıştık, Hüseyin Yıldırım, Hıdır Ercan vardı. Turgut’u izleyerek Hüseyin’i izleyerek öğrendim bu mesleği... Bir de şunu söylemek isterim ben Cumhuriyet’e gelmeden önce bir matbaada çalışıyordum film-montaj üzerine, orada farklı bir insandım, köyden gelmiştim farklı bir kişiliğe sahiptim; ama Cumhuriyet’e başladıktan sonra çok farklı bir insan oldum. Kültürel anlamda, fikirsel anlamda at gözlüğümü çıkardım; çıkarmak zorunda bıraktılar. Çünkü farklı bir dünyaydı. Cumhuriyet’e geldikten sonra “babamın işi olsa bu kadar rahat olunmaz, insanlar birbirine bu kadar yakın olmaz” dedim. Cumhuriyet başka bir şeydi benim için. Karanlık odada da bir ay veya iki ay sonra ben çalışıyordum artık akşamları.
-Birçok anınız vardır ama unutamadığınız...
Bir akşam kötü bir olay oldu, tarihe de damga vurdu zaten; Uğur Mumcu’yu katletmişlerdi. O gece ben tabir-i caizse hani denize düşen yılana sarılır ben de kendime sarılmıştım; 50 kaset film yıkamıştım ki benim için çok büyük bir sayı, bir acemi için. Ve bunları yakmadan ve hızlı bir şekilde yetiştirmiştim, hem üzülüyordum elim ayağım titriyordu aynı zamanda da işimi yapmak zorundaydım. Uğur Mumcu’yu görmüştüm ama konuşma şansım olmadı, bu kişiler gazeteye geldiklerinde bizlerle tokalaşıyorlardı, hal hatır sorarlardı, o zaman farklıydı. İlhan Selçuk’a ‘İlhan ağabey’ derdik. Biz hiçbir zaman müdürlerimize “Müdürüm” diye hitap etmedik...
-Kaç kişiydiniz karanlık odada?
Biz 4 kişiydik karanlık odacı olarak ama foto muhabirleriyle 15 kişi oluyorduk. Küçücük bir odamız vardı, ön oda, orada yapmadığımız şakalar şaklabanlıklar hiçbir şey kalmazdı. Arşiv servisi yanımızdaydı ve bizden bıkmışlardı artık... Şu anda fotoğraf çekiyorum, kendime çekmeye devam ediyorum; benim için tutku, mutluluk. Fotoğraf beni anlatır... Ben onunla yaşarım, o beni yaşar. Ama ben bunu Kubilay Tüntül’le öğrendim, bakmakla görmek arasındaki farkı. Önceden çekiyordum ama hiçbir şeymiş. Böyle değerli ustalarımız vardı, gece insanlar gittikten sonra foto muhabirleri makineleri bırakırlardı, ben o makineleri enstantane, diyafram nedir o nedir bu nedir derken kısa filmler takarak orada bir şeyler çekerek öğrendim, sorarak öğrendim, kitaplardan öğrendim. Bir daha çalışmayı düşünürsem Cumhuriyet derim, fotoğrafhane derim. Yine de az paralarla çalıştık, çok zor anlar yaşadık, iflaslar yaşadık, kapılarda çok bekledik, avukatları icraya gelenleri kapıdan çok gönderdik. Bazen paramız olmadı, çocuklarımıza bir şey alamadık, evdeki bir şeyleri sattık ama hiçbir zaman Cumhuriyet’e ihanet etmeyi düşünmedik, gitmeyi de düşünmedik çünkü Cumhuriyet bizimdi ve bizim olmaya devam edecek; biz gitsek bile.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!