Değişen dünya, değişen festivaller
Bu yıl, sanal gerçeklik türü filmlere odaklanan yeni atılım, geleceğe dönük büyük bir bahis olarak da nitelenebilir. Sanal gerçekliğe verilen önem, önce yeni mekân seçiminde somutlaşmış.
“Artık, geçmişte kaldığı açıkça belli olan modellere bağlı kalamayız. Her şeyden önce, sinemanın eskisinden daha az seyirci çektiği iddiası doğru değil. Sinema salonlarına gidenlerin sayısında belirli bir düşüş var ama, sinemaya yönelik genel talep, hiçbir zaman bugünkü kadar yüksek olmamıştı. Aslında, sinemaya ulaşmanın yolları değişti. Eğer Netflix’in bugün 180 milyon abonesi varsa, bu sinema tutkumuzun güçlü olduğunun kanıtıdır. Netflix gibi bir platformu uluslararası festivallerde yasaklamak, fildişi kuleye sığınmak anlamına gelir ki bu da hiçbir zaman sinemaya yarar sağlamaz. Filmlere erişim yolları değişiyor diye geleceği yadsıyamayız. Bu bağışlanamaz. Martin Scorsese, Netflix’in yeni filminin yapımcısı olmasını istedi; Cohen kardeşler de aynı kararı aldılar...” Bu sözlerin sahibi, La Mostra’nın sanat yönetmeni, eski eleştirmen ve sinematek yöneticisi Alberto Barbera’ya ait. Uzun yıllar boyunca sanat sinemasının kalesi olarak tanımlanan Venedik Festivali’nin çizgisinde 2010’lu yıllarla birlikte köktenci değişimlerin mimarı olan Barbera, özellikle Amerikan sinemasının yeniden Lido’ya gelmesini sağlıyor; geniş kitlelere seslenirken sanatsal kaygıları da olan büyük yapımlara Altın Aslan yarışında daha geniş yer veriyordu.
Bu yıl, sanal gerçeklik türü filmlere odaklanan yeni atılım, yukarıdaki sözlerinin özetlediği felsefe çerçevesinde geleceğe dönük büyük bir bahis olarak da nitelenebilir. Sanal gerçekliğe verilen önem, önce yeni mekân seçiminde somutlaşmış. Geçen yıl, türün birkaç örneğinin gösterildiği salon yetersiz kalacağı için, festival sarayının hemen arkasında, sahile 50 metre uzaklıktaki küçücük Lazzaretto Vecchio adasındaki eski depolar, özel olarak “Virtual Reality” (VR) türü film ve enstelasyonlar için hazırlanmış. Sularla çevrili bu VR sarayının farklı bölmelerinde başınıza taktığınız gözlükler, 360 derecelik bir düş dünyasına davet ediyor sizi. Çizgi filmler, üç boyutlu ortamda uçsuz bucaksız bir kukla sahnesine dönüşüveriyor. Sağa sola, aşağıya yukarıya uçan bir kuş gibisiniz. “Düş toplayıcı” eskici, torbasından çıkarıp özenle tamir ettiği bozuk oyuncakları, yılbaşında Noel Baba kılığına girerek çocuklara dağıtmaya başlayınca, gökten düşen paketlerden birini kapmaya çalışıyorsunuz siz de... VR türü filmlerin bazıları, izleyicisine video oyunlarda olduğu gibi katılım olanağı da da sağlıyor. Yanıbaşınızdaki, dokunabileceğinizi sandığınız kanlı canlı insanlara, elinizdeki uzaktan kumanda aygıtı aracılığıyla yardımcı olabiliyorsunuz... Animasyon türü filmler çok net izleniyor. Ancak, gerçek dekorlarda yapılan çekimlerin çözünürlüğü düşük; eski televizyonlardaki kumlu görüntüleri anımsatıyor. Bilgisayarların durmadan yükselen hafıza kapasitesi, bu sorunu da yakında çözecektir kuşkusuz...
Gerilim dozu yüksek...
Karaya, yani büyük ada Lido’nun toprağına yeniden ayak basınca, Amerikan sinemasının Altın Aslan adayı yeni örneği “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri”, ‘gerçek dünya keşke sanal olsaydı’ dedirten türden bir film. Martin McDonagh, gerilim dozu yüksek bir polisiye öyküyü akıcı bir dille anlatırken, arka plandaki toplumsal ve psikolojik çözümlemeleri de ihmal etmiyor. Irzına geçilip öldürülen kızının katilinin bulunabilmesi için, yaşadığı küçük kentin girişindeki üç büyük reklam panosuna şerifi eleştiren mesajlar koydurtan sert mizaçlı annenin adalet beklentisi, polisleri ve kentin tutucu kesimini karşısına alması sonucunu doğuracaktır. İleri safhada kanser olan şerif, kadına hak vermektedir aslında; reklam panolarındaki afişlerin bir ay daha kalması için gereken ücreti gizlice ödedikten sonra intihar edince, ortalık iyiden iyiye karışır. Adalet arayışı öç alma duygusuna dönüşecek; kendilerini haklı gören öfkeli insanların içindeki şiddet patlayıverecektir... Ne yazık ki, izleyicisini yer yer güldüren ve düşündüren bu anlamlı filmde de Hollywood sosu cömertçe kullanılmış. Üstelik, tepesi atan her Amerikalının hemen silaha sarılma ya da yumruk atma alışkanlığı, sanki doğru bir davranış gibi ele alınmış... Yine de, acılı ve öfkeli anne rolünde olağanüstü bir yorum sunan Frances McDormand ile ödül listesinde adını duyabilecek bir film “Üç Reklam Panosu”...
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke