Demokrasi, İnsan Hakları ve 12 Eylül

Demokrasi, İnsan Hakları ve 12 Eylül
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.09.2012 - 06:01

Temel hak ve hürriyetlerin ayaklar altına alındığı, faili meçhul cinayetlerin yoğunca yaşandığı ve adil bir yargılamanın asla yapılamadığı, yaşları büyütülerek verilen ölüm cezalarının onandığı, yıllarca sürecek ancak zamanaşımıyla son bulacak (30 yıl) çokça siyasal toplu davaların açıldığı 12 Eylül 1980 askeri darbesi, yakın tarihimizin kötü bir mirası olarak anılacaktır.

Demokrasi ve insan hakları kavramı iki ayrı konu başlığı olsa da birbirlerine çok yakın ve birbirleriyle doğrudan ilintilidir. Demokrasi bir siyasal rejimi temsil eder, insan hakları ise demokrasilerin düşünsel temelini oluşturur. Bu nedenle insan hakları mücadelesi diğer adıyla da demokrasi mücadelesidir. Her iki mücadelenin ortak amacı insanın refah ve huzurudur. İki savaşım da insanlığın geleceğine, onların oluşturduğu toplumlara hizmet eder. İnsanlığın kültürel değerlerinin bir birikimidir. Bu nedenle demokrasilerin gelişimi insan haklarının eksiksiz uygulamasıyla olanaklıdır.

Özgürlükçü demokrasilerin, çağdaş Batılı demokrasilerin, en genel tanımlamayla ileri demokrasilerin gelişmişliği, o toplumsal yapının sosyal, kültürel ve ekonomik değerlerinin gelişmişliğiyle paralel seyreder ve insan hakları ve özgürlükler için sınırsız bir uygulama alanı oluşturur. Toplumlar için bu kadar önemli olan insan haklarının, herkes tarafından kabul edilebilir ve değişmez bir tanımı yoktur. İnsan hakları kavramı toplumsal yaşamın yaşayan bir gerçeği olarak karşımıza çıkar ve hayatın her alanında adından bahsettirir. En geniş anlamıyla insanın bir birey olmasından kaynaklanan hakların tamamıdır. İnsan ve hak kavramları üzerine kurulur. İnsan onurunu korumayı temel alan insanın maddi ve manevi gelişimini sağlayan, bireyin insan olması nedeniyle kazandığı haklardır. İnsan olarak dünyaya gelmiş olması insan haklarının sahibi olmasının yeterli sebebidir. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın; sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel statüyü gözetmeden insan olmanın gereği olarak sahip olduklarıdır. Kişilere, toplumlara ya da kültürlere göre farklılık gösteremez. Bugün için ayrım yapmaksızın bütün insanların hukuki açıdan yasalar karşısında, haklar ve özgürlükleri bakımından eşit sayılabilmesi yüzyıllarca süren mücadeleler sonucu gerçekleşmiştir.

Tarihsel kökeni antikçağa kadar uzanır

İnsan hakları savaşımının tarihsel kökeni antikçağa, Yunan ve Romalı düşünürlere kadar uzanır. Örneğin sofist düşüncenin en önemli kurucusu Yunan düşünür Pretogoras (MÖ 481-420) insan hakları kavramını ilk ortaya atan filozoflardan biridir. “İnsan her şeyin, var olan şeylerin var olduklarını, var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsüdür” diye ifade etmiştir. Pretogoras’la başlayan bu süreç kesintisiz günümüze kadar devam etmiştir. Meşhur Hammurabi yasalarını da (MÖ 1795-1750) unutmamak gerekir. Yine 1915’in İngiltere’sinde Magna Carta, 1689’da yine İngiltere’nin halklar bildirgesi, 1750 Avrupa aydınlanması (Montesquieu, Rousseau ve Locke), ayrıca 1775 Amerika Bağımsızlık Bildirgesi, 1789 Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirgesi ve nihayet 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi insan hak ve özgürlükleri mücadelelerinin bir kronolojisidir. Dünya ve insanlık var oldukça benzer tarihi süreçler kesintisiz devam edecektir. Bundan dolayı insan hakları evrenseldir, toplum öncesidir, mutlaktır, birey hakkı ve yaşayandır. Bugün birey haklarının tarihsel kökenlerini unutmadan bir yana bırakacak olursak, insanın insan olarak kişiliğine bakmaksızın dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilemez hak ve özgürlüklerinin olduğu düşüncesi, aydınlanma çağının bir ürünü olarak uluslararası boyutlarda ve uluslararası hukukta devletlerin anayasalarına girmiş ve toplum sözleşmelerinin anafikirlerini oluşturmuştur. Bu da hiç şüphe yoktur ki demokrasi ve insan hakları tarihinin ve mücadelesinin bir kazanımıdır.

Özgürlükler ve temel insan hakları birbirlerinden ayrılmaz derecede genel bir bütünü oluştururlar. Özgürlükler olmadan temel haklardan bahsedilemez ve dolayısıyla insan hakları var olmadıkça özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur. Bundan dolayıdır ki özgürlük de insanın doğuştan sahip olduğu bir temel haktır. Ve ancak gelişen demokrasilerde yaşar. Demokrasilerin bir kez kurulması özgürlükler ve insan hakları açısından yeterli değildir.

İnsanın konumunu ve beklentilerini daha da ileriye taşıması gerekir. Bu da demokrasinin insanlık adına yapacağı bir görevdir. Aksi bir durum, demokrasilerin yozlaşmasına, insan haklarından kopmasına, en sonunda da ortadan kalkmasına neden olur. Her ülkenin tarihinde benzer tecrübeler yaşanmıştır. Bizim ülkemizde de 12 Eylül’ler gibi darbeler dönemini örnek gösterilebiliriz.

İnsanlık onuru işkenceyi yenecek

Temel hak ve hürriyetlerin ayaklar altına alındığı, faili meçhul cinayetlerin yoğunca yaşandığı ve adil bir yargılamanın asla yapılamadığı, yaşları büyütülerek verilen ölüm cezalarının onandığı, yıllarca sürecek ancak zamanaşımıyla son bulacak (30 yıl) çokça siyasal toplu davaların açıldığı 12 Eylül 1980 askeri darbesi, yakın tarihimizin kötü bir mirası olarak anılacaktır. İnsanın insana zulmü sayılan işkence, o dönemin insanlık tarihine yazdığı vahşetidir. 12 Eylül 1980’in bir sanığı ve de tanığı olarak, işkence yapmak için üretilmiş suç aletleri, Filistin askıları, yüzlerce, binlerce mağdur yaratsa da başta Metris, Mamak, Diyarbakır cezaevleri olmak üzere onca insanın iniltileri bugün hâlâ tarihin tozlanan sayfalarında yaşamaya devam edecek ve hak ve özgürlükler uğruna insanlık onuru işkenceyi yenecektir.

Hüseyin Özkahraman/Eski CHP Bahçelievler İlçe Başkanı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler