Dünya büyük memleket

Anjelika Akbar, “İçimdeki Türkiyem” projesi ile yaşadığı, Türkiye’yi anlatmanın derdine düşüyor. Çünkü bu topraklar onun için bir hazine. O yüzden hiç Türkçe dersi görmeden “ilk bakışta” sevdiği bu dili konuşmaktan, yazmaktan zevk alıyor. Ama dünyayı büyük bir memleket olarak hissediyor. Sınırlarla değil, birlikle ilgileniyor.

Dünya büyük memleket
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.10.2009 - 15:48

Piyanist ve besteci Anjelika Akbar, “İçimdeki Türkiyem” projesinin, Anadolu konserlerinin ilkini 7 Ekim 2009 Çarşamba akşamı Caddebostan Kültür Merkezi’nde verecek. Kendi Türkiyesi’ni anlatmayı deneyecek. Önümüzdeki aylarda piyasaya çıkaracağı kitap, albüm ve Anadolu’da vereceği bir dizi konserle de hislerinin peşini bırakmayacak.

- “İçimdeki Türkiyem” bu coğrafyanın yaşanmışlıkları üzerine hazırlanmış. Kişisel, içsel bir serüven. Bu topraklar sizin için neler ifade ediyor?

- Bu topraklar benim için bir hazine. Doğu ve Batı’nın kadim birlikteliğinin devamı olarak, tüm o zengin ve renkli geçmişin yankısı. Ayrıca bana iki oğlumu hediye eden bu toprakların benim için yeri çok özel. UNESCO üyesiyken, ekolojik problemleri konu alan uluslararası bir belgeselin bestecisi olarak Türkiye’ye geldiğimde sekiz aylık hamileydim. Buradaki doğumdan dolayı mecburi kalışım tüm hayatımı değiştirdi. Hemen sonrasında dağılan eski SSCB’de yaşanan kargaşalardan dolayı dönemedim. Bir müddet sonra bana gösterilen sevgi ve şefkat kendimi evimde gibi hissettirdi. Başka bir adres aramaya gerek yoktu. Türk insanını sevdikçe anlamaya başladım. Eski eşimle birlikte çok kısa zamanda 1993 yılında Türk vatandaşlığına geçtim. Ayrıca hiç Türkçe dersi görmeden “ilk bakışta” sevdiğim bu dili de konuşmaktan, yazmaktan çok zevk duyuyorum.

- “İçimdeki Türkiyem” projesi uzun soluklu. Önümüzdeki günlerde neler var?

Anjelika Akbar: Bu proje 7 Ekim’de CKM’de gerçekleştireceğim ilk konserle başlıyor. Daha sonra konserler Türkiye’nin birçok şehrinde devam edecek. En kısa zamanda Eskişehir, Ankara ve İzmir’e gidiyorum. Sonra Kars, Van, Adana, Hatay, Antalya ve Kaş var. Birkaç ay sonra ise piyasaya aynı isimle kitabım çıkacak. Ayağımı bu topraklara ilk bastığım andan itibaren yaşadığım duygular, beni düşündüren çarpıcı konular, şaşırdığım, güldüğüm ya da protesto ettiğim ne varsa, hayretlerle ya da hayranlıkla anlatıyorum. Bir yabancı olarak Türkiye’yi nasıl algılamamla başlayarak, buralı olarak devam ediyorum kitabıma.

- “Doğu Fantezisi” ve “Anadolu Esintileri” özellikle bu coğrafyadan beslenerek yazdığınız eserler. Nedir hikâyeleri?

- “Doğu Fantezisi”, Mehmetçik Vakfı yararına verdiğim konser için özellikle bestelendi. Hiçbir orijinal Türk müzik teması kullanılmamasına rağmen, eserin tüm havası nasıl oldu ise “Doğulu”. “Anadolu Esintileri”ni ise rahmetli Kasım Gülek için besteledim. Kendisi benim bestelerimi çok seviyordu, saatlerce dinliyordu. Benden kendisi için bir beste rica etti. Bestelemeye başladım ancak beste bir türlü bitmiyordu. İki yıl geçti ve bestenin hâlâ bitmediğini anlıyor, içimdeki yaratıcılığın kararına bırakıyordum. Sonra Antalya’dayken bir gün inanılmaz bir fırtına çıkmıştı, denizdeki dalgalar o kadar yüksekti ki! Onları seyrettim. Eve geldim ve hemen bestemi bitirdim. Besteyi bitirdikten bir saat sonra Amerika’dan haber aldık; o anda, bestemi bitirdiğimde, Kasım Gülek vefat etmişti.

- Müzisyen, filozof bir baba ve yine müzisyen bir anne. Müzikal tavrınızın oluşmasında etkileri de olmuştur elbet.

- Çocukluğum müzik, doğa izlenimleri, felsefi sohbetler, konserler, sergiler ve seyahatlerle geçti. Sanatla ilgili sohbetlere şahit olmak belki birçok çocuk için sıkıcı gelebilecek faaliyetler benim için tam bir ruh ziyafetiydi. Karakış günlerinde, -35 soğukta tek başıma evin önündeki buz pistinde buz pateni kaymak da özeldi. İçimdeki müzik, kar fırtınasının sesi... Tabii, babamın felsefeci olması benim müzik oluşumumda çok önemli rol oynadı. Yaşıtlarımın asla ilgi göstermeyecekleri konuların içinde buluyordum kendimi; uzay ve mekân, insan ve kültür ekolojisi, fizik ve kuantum fiziği...

- Kazakistan’da doğdunuz, Rusya’da eğitim aldınız ve Özbekistan’da yaşadınız. Bu çokkültürlülüğün kazandırdıklarının yanında, hiç aidiyetsizlik hissettiniz mi?

- Zor bir soru ama ben dünyayı büyük bir memleket olarak hissediyorum. Sınırlarla değil, birlikle ilgiliyim. Benim için dil, din, renk, ülke faktörü değil, insan ve kalp faktörü belirleyici oluyor. Kendi ailemde en az beş ırk var. Daha küçükken bana “Sen hangi millettensin?” diye sorduklarında “Ne fark eder ki, insanım işte!” diyordum.

- Rusya’daki sıkıntılı dönemleri de yaşadınız. Sonra Türkiye günleri başladı. Dönüp baktığınızda unutamadığınız, hafızanızdan çıkmayan şeyler var mı?

- Aslında ben Rusya’dan ayrıldığımda sıkıntılı dönemler henüz başlamamıştı. Biz orada yaşarken, benim kuşağım oldukça iyi ve huzurluydu. Savaşlar bitti, Stalin öldü, KGB’nin gizliden bir psikolojik baskısı olsa da, bunu günlük hayatımızda hissetmiyorduk. Her ailenin savaşla ya da Stalin ile ilgili bir dramı vardı ama benim yaşıtlarım için bunlar sadece bir hikâyeden ibaretti. Elbette unutamadığım çok anım var; Moskova Olimpiyatları’ndaki kapanış gösterisinde “Mishka” şarkısı ve uçan ayıcık! Tüm dünyanın gözyaşlarına sebep olan bu sahne hâlâ düşündüğümde tüylerimi ürpertiyor.

MÜZİK İÇİN MÜZİK LÜKS

- Müziğinizin harekete geçirici bir yanı da var. Kosova’da yaşananlardan sonra çok sevilen “Çağrı” isimli bir eseriniz vardı. Müziğin bir derdi olması gerektiğini düşünenlerdensiniz yani. Peki, günümüz müziği popüler kültürle sınavında hayatla bağını ne kadar koruyabiliyor?

- Müzik bir derdi tespit edip, ileriye gidip derde deva olmalı diye düşünüyorum. Yani müzik için müzik, sanat için sanat çağı bu zamanlarda lüks. Müzisyenler de robot olamaz, sadece kendi hayatının içine kapanıp dışarı ile ilişkisini kesemez. Politik olmak gerektiğini de söylemiyorum ancak sanat ile faydalı olmak gerekli. Günümüzde birçok öğe yüzeysel. Sanat ve müzik de bundan bağımsız değil. Birilerine sanatla faydalı olacak kadar tanınmak, aynı zamanda yüzeysel olmayacak kadar “pop” olmamak, mesele bu.

- Yazarak, şiirle de kendinizi ifade ediyorsunuz. Yani sözcükler ve notalar...

- İçimden geleni bu. Başka bir sırrım yok. İçimdekiler sözcüklere, notalara dönüşüyor.

- Son olarak, 7 Ekim günü vereceğiniz konserdeki repertuvarınızdan bahseder misiniz?

- İlkyarıda Türk bestecilerin sevdiğim eserleri yer alacak: Ulvi C. Erkin, Cemal Reşit Rey, Ali Darmar, İlhan Baran... Bölümün sonunda bir sürpriz olacak, ikinci yarıda ise asıl benim Türkiye serüvenimin bazı notlarını: Kosova, Kırık Yay Üzerine Ağıt (17 Ağustos depremi), Yalnız Çınar (Nâzım Hikmet’in Rusya yaşamı üzerine); Rain in İstanbul, Epitaphya, Doğu Fantazisi, Anadolu Esintileri ve Dandini’yi ilk kez seslendireceğim. Okula gönderilmediği için intihara kalkışan Meryem’i anlatan “Dikenli Lale” de repertuvarımda. Her konserimde olduğu gibi konuşacağım, konser sonrası isteyenlerin sorularına da cevap vereceğim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler