Dünyadan ‘çıkıp gitme’ üzerine

“Çıkış Yolları”, keskin bir zihnin ürünü yüz bir kısa öyküden mürekkep. Gerçeklik temelinde “renkli” bir düş dünyasına yaslanıyor ayrıca. Kitabı eline “intihar güncesi” olarak alacaklar için ise bir küçük uyarı: Bu öyküler, intihar hikâyelerinden çok daha fazlası.

Dünyadan ‘çıkıp gitme’ üzerine
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.03.2016 - 12:00

Stefan Zweig adını bilen çoktur ama ünlü yazarın, yaşama nasıl veda ettiğinden pek kimsenin haberdar olduğunu sanmıyorum. Edebiyat üzerine ne kadar konuşsak az ama Zweig’ın bugüne kadar yazdıklarından epey bahsedildi. O nedenle bu yazıda Zweig’ın yazdıklarına dair tek bir kelime edilmeyecek. Sadece yaşamından bahsedilecek birkaç cümleyle. Sonra da tek cümleyle ölümünden. Ardından bir başka safhaya geçeceğiz.

Ama önce Zweig’ın yaşamı ve ölümü...

Zweig’ın babası varlıklı bir sanayiciydi; sonrasında ünlü bir yazar olacak oğluna daha küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim verdirmeye başladı. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca biliyordu Zweig. İlk şiirlerini ise daha lisedeyken yazmaya başlamıştı. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe eğitimi aldı. Bunun yanı sıra dünyanın pek çok ülkesini gezdi, gördü. Gezip gördüğü yerlerin dışında savaşlara da tanık oldu Zweig. Birinci Dünya Savaşı’nda mesela; Viyana’daki karargâhta arşiv memuru olarak çalışıyordu. Savaştan sonra yine ülkesi Avusturya’ya döndü ve Salzburg’a yerleşerek orada yirmi yıl yaşadı. Zweig’ın Salzburg yılları edebiyatın şahikasına tırmandığı yıllar oldu aynı zamanda. Onu, bütün dünya tanıdı. 1933’te, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig’ın yazdıkları da yer alıyordu hatta. 1934’te Gestapo’nun evini silahla basıp araması üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Önce Londra’ya yerleşti fakat burada rahat edemeyip Portekiz’e gitti. Ünü, o sırada hâlâ dorukta... Konferanslar veriyor, yazmaya devam ediyordu ve yine bir konferans için gittiği Brezilya’ya yerleşme kararı aldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942’de Brezilya, Rio de Janeiro’da “intihar” etti.

Sebep olarak; Hitler’in kurduğu düzenin kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının, yaşamak istediği hayatın bir daha asla var olmayacağı düşüncesi olduğu söyleniyor.

Doğrudur.

Peki, Zweig’ın yaşamını da göz önünde bulundurarak ölümünü nasıl adlandırabiliriz?

Bence yetersiz olmakla birlikte sadece ölüm diye mi?

Tam anlamıyla ifade etmemekle birlikte sadece intihar olarak mı?

Yoksa entelektüel derinliği de barındıran, var oluş kaygısını içine alarak büyüyen, felesefenin önemli bir tartışması olarak asırlarca tartışılmış yeni bir kavramla mı?

FELSEFEDE İNTİHARA BAKIŞ

İntihar, felsefecilerin üzerine çok düşündüğü konulan başında geliyor. Bu düşünüşte ise intihara katı bir biçimde karşı olup lanetlenmesi gerektiğini savunanlarla birlikte; onu olumlayan, insanın elinde bulundurduğu en önemli haklardan birisi olduğunu savunanlar da mevcut.

Olumlayanlar bunun bir hak olduğunu savunuyor. Lanetleyenler ise yaşamın, kişinin kendi yaşamı hakkında karar verip veremeyeceği konusundan daha “kutsal” olduğunu savunuyor. Bir konunun “kutsal” kavramı gölgesinde tartışılıp tartışılamayacağı ise ayrı mevzu konusu ama intihar üzerine söz söyleyenlerin neler üzerine yoğunlaştıklarını; yaşamın değeri, kişinin kendi yaşamı hakkında söz sahibi olup olmadığı ve bu girişimin erdemli bir tutum olup olmadığı şeklinde özetlemek mümkün. Fakat az önce verdiğim konu başlıklarının sadece genel çerçeve olduğu uyarısını yapmakta yarar var. Yoksa intihar üzerine çok çeşitli denklemler geliştirilmiş. Albert Camus örnekse; “Tek felsefi sorundur,” diyor intihar için.

Bu konuya başka boyutlar kazandıran bir yazar daha var.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Münir Göle’nin kitabı, konuyu çok farklı yaşayışlardan yola çıkarak ele alıyor. Göle, kitabının ismini “Çıkış Yolları” koymuş. Yani bir anlamda intiharı “kurtuluş” olarak görenlerin, “mecburi istikamet” diye yorumlayanların dünyasını anlatıyor yazar Çıkış Yolları’nda. Kitaba aldığı yüz bir kısa hikâyede Göle, insanın dünyadan nasıl kurtulmak isteyebileceği sorusuna yanıt arıyor ve evet, sadece bir arayış bu. Göle, tüm anlattıklarını, sonunda bir yere bağlamıyor. Yüz bir kısa hikâyenin yazılış sebebi bir menzile varmak değil. Dersler çıkarılmasını sağlayıp “okuyanlara ibret olsun” mesajı vermek ise hiç... Sınırlar belli ama çeşitlemeleri uzayıp giden bir sorgulamanın içine dalıyor Göle kitabında ve bu sorgulamanın sonunda, türlü dertten mustarip insanların, bu dertlerden “kaçmak” için izlediği rotaları görüyoruz. Ve bu rotalar zaman zaman bilinen isimlerin yollarıyla kesişiyor. Bu kesişmelerde Çıkış Yolları’nın sayfaları arasından bir kurmacanın, bulmacasını yakalama hazzı duyuyor okuyanlar.

Bu bağlamda tekrar Stefan Zweig’a çevirirsek bakışları, onun dünyaya veda etme şeklini de bir “çıkış yolu” olarak ele almak, yorumlamak mümkün.

İşte Münir Göle, bu türden fotoğrafların peşinde kitap boyunca. Bu anlamda Çıkış Yolları için yüz bir kareden oluşan, derdi intiharın sadece bir intihar olmadığını anlatmak olan bir fotoğraf sergisi de diyebiliriz rahatlıkla.

ZOR BİR ÇEŞİTLEME

İntihar sadece bir intihar değildir. Kitabın arka kapağına da alınmış, bu görüşü destekleyen güzel bir çıkma var: “Geleneksel anlayışla ‘intihar’ dememeyi göze alabileceksek eğer,” diyor kitapta anlatılan ölümler için.

Stefan Zweig üzerine düşünmeye de bu görüş beni itti. Zweig’ın ölüm nedenlerini ilk okuduğumda, bunun aslında dünyadaki varlığını perçinlemek adına atılmış bir adım diye düşünmüştüm. Yani, Zweig’ın ölüme değil aslında sonsuz bir yaşama doğru hareket ettiği fikri uyanmıştı bende. Kaldı ki intihar diyebilelim... Fakat altındaki nedenleri deşip, Nazi zulmünün yansımalarını kavradıktan sonra, Zweig’ın son noktaya kadar yaşamda kalmak için nasıl direndiğini anlayabildim. Zweig, aydınlığın, zifirî karanlık içinde sadece bir iğne ucu olduğu âna dek tutunmuştu yaşama. Artık adım atacak yeri kalmadığını düşündüğü anda ise çıkış yolunu başkalarına bırakmayarak kaçışını kendi yaratmıştı.

Münir Göle de, Zweig gibi son âna kadar aydınlığın peşinde koşturanların peşinde bu yüz bir öyküde. Üstelik çıkış yolları aramak için nedenlerin ve bu çıkış yoluna götüren dertlerin farklılığını da düşünürsek Göle’nin aslında ne kadar zor bir çeşitlemenin altından kaltığını anlıyoruz.

“Ölüm” üzerine düşünmek temelinde bir Doğu prensibi. Fakat söz konusu “intihar” olunca işin içine Batı felsefesi dâhil oluyor. Bu bağlamda Münir Göle kitabında aynı zamanda içinde bulunduğumuz toplumun, kendisinden uzak olsa da bir eleştirisini sunuyor. Bu toplum eleştirisinin içinde siyaset de yer yer uç verip kendini gösteriyor. Tam da bu nedenle Münir Göle’nin çıkış yolunu bulan bir kahramanının ağzından şu sözleri duyabliyoruz:

“Bir yerlerde, çıkıp gitmenin kahramanca olduğu sürece Tanrı’ya karşı gelmek olmayacağını, umutsuzluk sonucu aynı yere varmanın onursuzluk sayılması gerektiğini gördü.”

Temelli bir Doğu bilgisinin üzerine kurulmuş Batılı bir eleştiri..

Yani Münir Göle’nin Çıkış Yoları’yla aslında yapmak istediği...

Çıkış Yolları’nı eline “intihar güncesi” olarak alacaklar için bir küçük uyarı: Bu öyküler bir intihardan çok daha fazlası...

Çıkış Yolları, keskin bir zihinden çıktığı belli olan zekice kurgulardan mürekkep. Gerçeklik temelinde “renkli” bir düş dünyasına yaslanıyor ayrıca.

Çıkış Yolları / Münir Göle / Can Yayınları / 222 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler