Duygu ile aklın buluştuğu yer: Fotoğraf
Tahsin Aydoğmuş, bir fotoğraf sanatçısı. Memur olarak çalıştığı Ayasofya’nın sihrine kapılıp onu fotoğraflama isteğiyle başlayan serüveni Aydoğmuş’u dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri yaptı. Şimdi Ayasofya’ya gönül borcunu ödüyor; 20 yıldır fotoğrafladığı Ayasofya’yı bir kitapta topladı.
Tahsin Aydoğmuş, bir memur emeklisi. Onu herhangi bir emekliden ayıran fotoğrafçılığı ve “Ayasofya” adlı fotoğraf kitabı. Üstelik dünyanın en iyi fotoğrafçılarının aldığı Leica Ödülü’ne sahip. Şimdi biraz geriye dönüp, onu fotoğrafa götürenlere bakalım... Malatya doğumlu Aydoğmuş’un fotoğrafla yolu, lise birde mahallenin futbol takımında oynarken tanıştığı bir arkadaşı sayesinde buluştu. İlk makinesi bir Kodak’tı. Mahalle maçlarını fotoğrafladı, siyah beyaz film banyosu yaptı, ama bu merak orada kaldı. Liseyi bitirdikten sonra ailesiyle İstanbul’a geldi. Hayat zordu, çalışıyordu, bir yandan da üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Ege Fen Fakültesi’ni kazandı, ama parası yoktu, gidemedi. Bugün geldiği yerden bakınca, İzmir’de okuyamamasına üzülmüyor, aksine memnun, çünkü gitseydi...
Aydoğmuş 1976’da askerliğini yaptı ve kendi ayakları üzerinde durabilmek için iş aramaya koyuldu. İstanbul Kültür Müdürlüğü’nün açtığı bir sınava katıldı, yazılıda yüz üzerinden yüz, mülakatta da on üzerinden on aldı. Önce Topkapı Sarayı’na sonra da Ayasofya Müdürlüğü’ne çağırıldı. Sultanahmet’i de, Ayasofya’yı da ilk kez o gün gördü. Hatta Ayasofya’yı bulmakta zorlanınca, birine sordu: “Ayasofya Müzesi neresi?” Yanıt tokat gibi çarptı suratına: “Yahu sen nerede yaşıyorsun? Ayasofya Camisi’nin neresi olduğunu bilmiyor musun?”
Dört minareli Ayasofya Müzesi’ni ya da cevabı verenin ifadesiyle Ayasofya Camisi’ni ilk kez gördüğünde çok etkilendi. Dönemin müze müdürü Sabahattin Türkoğlu’yla görüşmesinde kefili olmadığı için küçük bir de atışma yaşadı. Şimdi o günü tebessümle anlatıyor: “Referansın kim, diye sordu, ‘Kefilim benim’ dedim. ‘Senin işe girmeye niyetin yok’ diye tersledi, ‘Ben kimseyi mahcup etmedim, öncelikle de kendimi’ dedim. Bunu duyunca iyice tepesi attı ‘Çık dışarı’, diye bağırdı, ardından da ‘Kapının önünde bekle’ diye ekledi.” Bu konuşma, Aydoğmuş’a Ayasofya Müzesi’nde bir memurluk kazandırdı. O günü, unutamadığı günlerden biri olarak işaretledi takvimine. Tarih, 6 Haziran 1979’du ve 16 Haziran 2003’te emekli olana kadar ne kendini, ne Türkoğlu’nu mahcup etti. Gelelim onun fotoğraf tutkusunu ateşleyen ve onu dünyaca tanınır bir fotoğrafçı yapan aşkın başlamasına:
“Ayasofya’ya girdim ve nevrim döndü. İlk bakışta aşk buydu. Oranın ruhu vardı, yaşıyordu, değişiyordu, insanlarla iletişim kuruyordu, sizi alıp götürüyordu.”
Aydoğmuş, müzeyi gezenlerin onun fotoğraflarını çekişini dikkatle izledi, hatta müzenin kapalı günlerinde dünyaca ünlü fotoğrafçıların çekimlerini de dikkatle inceledi. Lise yıllarındaki fotoğraf tutkusunu yeniden alevlendiren de bunlar oldu. 1985’te Pretica marka bir fotoğraf makinesi aldı. Kültür Bakanlığı restorasyon eğitimi alması için önce Milas’a, daha sonra da Venedik’e yolladığında, kendi deyimiyle “taşların resmini çekmeye” başladı. Bir süre sonra da 50 mm bir objektif ve bir Nikon edinip, o güne kadar da kullandığı renkli pozitifi bırakıp, pozlaması maharet isteyen, ışık hatasını affetmeyen dia pozitif kullanmaya geçti. Arkadaşlarının “sen fotoğraf çekme” eleştirilerine kulak asmadığı gibi, Aydemir Gökyüz’ün “Bütün Yönleri ile Fotağrafçılık” kitabını alarak daha da asıldı işe.
Bugün her cümlesinin sonunu “Ayasofya olmasaydı bunlar olmazdı” diyerek bitirmesi boşa değil. Aydoğmuş’un fotoğraflarındaki etkileyiciliğin nedeni, iyi fotoğrafçı olması kadar, Ayasofya’nın her köşesini bilmesi; ışığı hangi saatte nasıl aldığını, yansımalarını... İlk sergisini açtığında yıl 1991’di, yer ise Ayasofya. Açtığı hatıra defteri ise fotoğrafına yeni bir açılım kazandırdı. Deftere yazan isimsiz bir izleyici, “Bu fotoğraflarda niye insan yok” diye soruyordu. Karelerine insan taşımaya heves ettiren de işte bu soru oldu. Çalışmalarının en önemli meyvesini 1999’da aldı Aydoğmuş, fotoğrafçılığın olimpiyatları olarak görülen “Uluslararası Leica Fotoğraf Yarışması”nda birinci oldu. Bunu yerli yabancı onlarca ödül izledi. Yeni çıkan “Ayasofya” fotoğraf kitabıyla, onu bu noktaya getiren Ayasofya’ya gönül borcunu ödüyor. Fotoğraflarının hepsi siyah beyaz, çünkü ona göre 1500 yıllık bir eseri, fotoğrafın da ilk rengiyle görmeli. 20 yılda çektiği fotoğraflarını bir yılda tasnif ederek hazırladığı kitabı babasına adayan Aydoğmuş, “Biz üç kardeştik, annemizi küçük yaşta kaybettik ve babamız bize her şey oldu.” diyor. “Ana sevgisini tadamadım, ama bana hayatı veren o adama az da olsa bu şekilde teşekkür etmek istedim.” Kitabın sponsoru Shell. Şirketin CEO’su George Spanoudis de bu işin fikir ortağı. Üç bin adet basılan kitabın içindeki fotoğraf sayısı 104. Peki, Aydoğmuş’a göre iyi fotoğraf nasıl çekilir? “Fotoğraf iletişimdir, pozlamada ise duygu yoktur” diye yanıtlıyor: “Kamerayı elinize alınca herkes sahteleşiyor, o yüzden bu işi fark ettirmeden yapmak en doğrusu. İşte o anlar muhteşemdir. Ne zaman ki fotoğrafın gözle değil, beyinle çekildiğini öğrenirseniz, iyi çekmeye başlarsınız.”
Aydoğmuş’un yeni projesi, altı yıldır üzerinde çalıştığı Urfa. İki yıldır ekonomik nedenlerle programın gerisine düşse de, yakında Urfa’yı onun gözünden izleyeceğiz. Bu kitabın kime adanacağı da belli: Tüm kahrını çeken ve desteğini hiç esirgemeyen karısına..
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke