Edebiyat parçalayan nutuklar/2
Nâzım'ı hainlikle suçlayan politikacılar gün geldi onun dizelerini okudu.
‘Vatan şairi demek büyük tahrik’
Nâzım’ı hainlikle suçlayan politikacılar gün geldi onun dizelerini okudu
Nâzım Hikmet, afla cezaevinden çıktıktan sonra 49 yaşında askere çağrıldı. Sağlık sorunları, baskı ve tehditler üzerine, Refik Erduran 17 Haziran 1951’de Nâzım Hikmet’i bir motorla kaçırdı. 19 Kasım 1951 tarihinde Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin tasarı görüşülürken gizli oturumda askeri yargıç Şevki Mutlugil “hükümet adına memleketteki komünizm cereyanları hakkında izahat” veriyordu. 45 yıl sonra, 10 Nisan 1996 tarihinde bu görüşmeler yayımlandı.
Şevki Mutlugil “Bizde komünizm var mıdır” sorusuyla başlattığı konuşmasında, “Evet, memlekette komünizm vardır. Hatta elle tutulmaktadır” yanıtını veriyor ve uzun uzun “istikbalimizi yakından tehdit eden” bu tehlikenin vardığı boyutlar hakkında açıklamalar yapıyordu. Şevki Mutlugil, “Nâzım Hikmet’in İngilizce ve Fransızcaya çevrilerek dünyaya yayılan şiirinden şu satırları dikkatle gözden geçirelim” derken, büyük şairin şu dizeleri tutanaklara geçer:
“Kalbimin yarısı burada ise Doktor/ Diğer yarısı da Çin’dedir./ Ordular sarı ırmağa iniyor / Ve sonra bütün sabahlar doktor / Her sabahlar şafakda / Kalbim vurulmuştur / Yunanistan’da (....) Çok uzakta bir yıldızla kalbim atıyor”
Şevki Mutlugil son dizeyi “Yani Rusya ile” diye açıkladıktan sonra şiiri şöyle yorumlayacaktır:
“Nâzım Hikmet ise kalbinin uzakta bir yıldızla beraber vurduğunu, yani Moskova ile beraber olduğunu ifade ettikten sonra, bütün varlık ve hislerinin Çin’de ve Yunanistan’daki mücadelelerle beraber olduğunu söylüyor. İşte orduyu demokratlaştırıp nizam ve disiplininden mahrum etmek isteyen direktif bu suretle kalıbı bizde, fakat kalbi bizimle beraber olmayan insan yığınları tasavvur ediyor.”
‘Nâzım’ı Anadolu’ya göndermenin günahı!’
Başbakan Adnan Menderes, “Arkadaşlar; bugün komünizm bir fikir hürriyeti mevzuu olmaktan çoktan çıkmıştır” derken, DP Gümüşhane milletvekili Ahmet Kemal Varınca, Nâzım Hikmet’in Anadolu’ya geçişiyle ilgili bir pişmanlığını dile getirir:
“Ben o vakit İnebolu’da kaymakamdım. Bana rapor verdiler, şu gelen vapurda üç şairimiz var, dediler. Ben o zamanki endişeleri nazara alarak her üçünü de İstanbul’a iade etmek istedim. Adnan Adıvar Dahiliye Vekili’ne vekâlet ediyordu. Bana dedi ki, sen bunların ikisini iade et ama Nâzım Hikmet’i iade etme dedi. Nâzım Hikmet’i çağırdım. Niye geldin, Anadolu’da ne hizmet edeceksin? Şiir söyleyeceğim dedi. Getir dedim getirdi ve şiirlerinin bir iki tanesini okudum. O zamanki Bolşevik terennümü hislerinden ibaretti. Anadolu’ya gidemezsin dedim. Ben gideceğim orduya şiir söyleyeceğim, onları cesarete getireceğim. Türk köylüsü senin şiirlerinle harp edecekse etmesin, sen gideceksin birader, dedim. (...)Halide Hanımefendi, kendileri de buradadır, onun anasını tanırmış, ahbabı imiş; bu gençtir, yetişir, ıslahıhal eder dediler. Nâzım Hikmet’i Ankara’ya gönderdik. Onun günahını hâlâ çekmekteyim.”
‘Gebermiş Kızıl Şair’in ardından
Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova’da yaşamını yitirdi. Ancak bazı kesimlerin ona karşı öfkesi, nefreti dinmedi. 10 Kasım 1964 tarihinde AP’den Samsun cumhuriyet senatörü olan Fethi Tevetoğlu, senatoda Atatürk’ü anarken “Geberdiği ana kadar Türk milletine ihanet etmiş bir Kızıl Şair’in şiirleri, memleketçi şiirler iddiası ile altında imzası ve yanında büyük Atamızın silueti bu memlekette neşrolunamazlar. Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali ortak hayranlarına ‘dur’ deyip hadlerini bildirecek kanun ve makamın işlemesini bugüne kadar sabırla bekledik” der.
Tutanaklara sadece ibretlik ifadeler düşmüyor. Bazen şaşırtıcı, zamanının ötesinde siyasetçilerin de sözleri yer alıyor. 31 Mart 1964 tarihinde Cumhuriyet Senatosu’nda İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndaki olaylar gündeme gelir. Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” sahnelenmektedir. 23 Mart 1964 günü bir grup genç sahneye çıkarak “komünizm propagandası” yapıldığı gerekçesiyle sahneye çıkarak oyuncuları kovalarlar, oyunun afişlerini yırtarlar ve tiyatronun camlarını kırarlar. Diyarbakır senatörü İhsan Hamit Tigrel’in bu baskından kısa süre sonra yaptığı konuşma tutanaklara şöyle yansır: “Bu piyesin, propaganda, komünist propagandasına cevaz verecek bir mahiyet taşımadığı bundan birkaç sene evvel mahkeme kararıyla sabit olmuştur. (...) Merak ettim, aradım kitapçılarda bulamadım. Bir arkadaşımın himmetiyle kitabı ben de okudum. Bunda böyle bir şey yoktur. Farz edelim ki vardır, olsa bile tutulacak yol bu değildir. (...) 30 sene evvel bugün en şiddetli bir komünist olarak damga yemiş olan Nâzım Hikmet’in eserleri kütüphanelerde serbestçe satılmaktaydı. Bugün ben Karl Marks’ın ‘Capital’ini tercüme etmeye kalksam, beni derhal komünist damgası ile damgalarlar. Ben bugün Nâzım Hikmet’in son şiirlerini böyle neşretmek değil gizliden gizliye, tıpkı istibdat devrinde vatan şairi Namık Kemal’in, Abdülhak Hamit’in, Ziya Paşa’nın eserlerini karanlıkta okur gibi okumak vaziyetine düşmüş bulunuyorum.”
Stalin resmi!
Askeri yargıç Şevki Mutlugil, “komünizm propagandası” konusuna özel bir önem verir. “Vaktiyle Komintern ihtiyaca göre taaddut etmek üzere; Kızıl gençlik, kızıl öğretmen, kızıl tiyatro, kızıl edebiyat, kızıl kadınlık, kızıl spor dalları, dinsizler, seksüel işler gibi şubeleri ihtiva ederdi” derken, “komünizm propagandasının neşir şubelerinden” söz eder. “Sabahattin Ali’nin eserleri bu şekilde güya İsviçre’ye satılmış. Fakat hakikatte yardım olsun diye bunları Moskova satın almıştır” derken, Cumhuriyet gazetesine “sinen ajanların” bir faaliyetini de anlatır: “Hemen her gündelik gazetede birkaç sinmiş ajan vardır. Bu ajanlar, fırsat buldukları vakit, Cumhuriyet gazetesinin, geçen Cumhuriyet Bayramı nüshasında görüldüğü gibi en yüksek sembollerimizle dahi istihza etmekten çekinmezler. 1950 senesi Cumhuriyet Bayramında neşredilen Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfasında Atatürk’ün alnı üzerine Stalin’in resmi oturtulmuştur.” Mutlugil, McCarthy’cilik dönemini örnek gösterir: “Holivut kendi bünyesinde bir temizleme yapmaya mecbur olmuş, bu suretle kızıl propagandanın dünyaya yayılmasına vasıta olmak durumundan uzaklaşabilmiştir.”
İhanet etmiş
27 Şubat 1966 günü bütçe görüşmeleri sırasında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş kürsüdedir: “Bu memlekette aklı başında hiç kimse yoktur ki, Nâzım Hikmet’in komünist olduğunu ve bütün eserlerinde komünizmi yaymaya çalıştığını bilmesin. Böyle bir adamı, halka ve gençliğe, büyük milli şair olarak tanıtmak istemelerinin ve bu maksatla gazetelerinde ve dergilerinde geniş yayın yapmalarının sebebi açıktır. Onu bir kere sevdirip beğendirdikten sonra, onun felsefe ve doktrinini de kabul ettirmek kolay bir iş olur ve esasen kendiliğinden meydana gelir. Halbuki Nâzım Hikmet açık bir komünist olduğu gibi, vatanına da hıyanet etmiş bir kimsedir.”
Sağcı politikacılar Nâzım’ın en çok Kuvayi Milliye Destanı’ndaki “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim / (...) Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine, / bu hasret bizim” dizelerini sever. Alparslan Türkeş, partisinin 9 Ekim 1994’teki kurultayında Nâzım Hikmet’in bu dizelerini okuyacaktır...
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Urla'da hasat 1 ay gecikme ile başladı:
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması