Erdoğan'dan AP'ye sert çıkış
Başbakan Erdoğan Türkiye'deki yüzde 10 barajını eleştiren parlamenterlere sert cevap verdi. Erdoğan, 'Bunu biz getirmedik ve eğer değiştireceksek bunu halkımıza sorarız size soracak değiliz' dedi. Erdoğan, "TSK Balyoz Davası ile ilgili yanlış yaptı" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kuruluna hitap etti. Yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, bulunduğu coğrafya içinde halkı Müslüman olan ama laikliği benimsemiş yegane ülke olduğunu vurgulayan Erdoğan, ''Fransa'dan uyarladığımız Laiklik, Türkiye'de on yıllar boyunca tartışılmış, yanlış uygulamalar nedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış, adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde yorumlanmıştır. Uzun bir sürecin ardından Türkiye, özellikle de bizim iktidarımız döneminde, tüm bu tartışmaları geride bırakarak, İslam-laiklik-demokrasi gibi kavramların pekala bir arada varlığını sürdürebileceğini somut uygulamalarla tüm dünyaya ispat etmiştir'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin bu noktada, içinde bulunduğu coğrafya için son derece anlamlı bir model haline gelirken, laikliğin Avrupa'da yeniden tartışılıyor ve özgürlükleri kısıtlamanın bir aracı haline dönüştürülüyor olmasının ironik olduğunu ifade eti.
Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
Tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde, inançlara, kültürlere, kimliklere yönelik baskı ve sindirme sonuç getirmemiştir. Dini hoşgörüsüzlük, artık yerini bütünüyle tartışmasız bir hoşgörüye bırakmak zorundadır. Dini hassasiyetleri, özgürlükleri, gerilim ve çatışma noktalarını, önyargı ve ön kabulleri, siyasi bir rant aracı olarak görmek son derece tehlikelidir.
"Yeni Iraklar istemiyouz"
''Orta Doğu'da demokrasinin hakim olamayacağı'' yönündeki zihniyetin yıkıldığını belirten Başbakan Erdoğan, kültürel ayrışmayı, özellikle de medeniyetler çatışmasını savunan tezlerin çöktüğünü ifade etti.
Erdoğan, ''Biz, Ortadoğu ve Afrika'da, yeni Afganistanlar, yeni Iraklar görmek, bunları yaşamak istemiyoruz. Afganistan, Irak, Filistin'de yaşananlar, bölge insanının ruhunda olduğu kadar, insanlık vicdanında da derin yaralar açmıştır. Zedelenen adalet duygusu, kutuplaşmaya zemin hazırlamıştır." dedi.
Benzer şekilde, Bahreyn'deki gelişmeleri de yakından izlediklerini anlatan Başbakan Erdoğan, gerginliğin azaltılması için bölgedeki tüm taraflarla yoğun bir temas trafiği yürüttüklerini ifade etti. Erdoğan, bölgenin istikrarı açısından büyük öneme sahip Suriye, Yemen ve Ürdün'de yoğunluk kazanan halk hareketlerinin de bir an evvel itidal ve sağduyuyla sonuçlanması için gerekli girişimlerde bulduklarını söyledi.
''Türkiye'nin AB'ye, AB'nin de Türkiye'ye ihtiyacı var"
Başbakan Erdoğan, böyle bir Türkiye'nin, yapay bahanelerle, popülist gerekçelerle engellenmesi ve müzakere sürecinde önüne yeni engellerin çıkarılmasının anlaşılabilir olmadığını dile getirdi. Erdoğan, şöyle konuştu:
''Türkiye güçlü bir ülkedir. Türkiye, her meselede çözüm isteğini ve iradesini güçlü şekilde ortaya koymuş bir ülkedir. Bugün çok daha net olarak tekrar söylemek durumundayım ki Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne, Avrupa Birliği'nin de Türkiye'ye ihtiyacı vardır. Türkiye'yi farklı şekilde değerlendiren, kendi ikbal ve iktidar hırsı için Türkiye'nin üyeliğini tartışma konusu yapanlar, Türkiye'ye değil, kendi ülkelerine, Avrupa değerlerine ve kendi halklarına haksızlık ederler. Esasen, tek başına Türkiye'nin Avrupa Komisyonu'na katkıları ve içinde yer aldığı Gümrük Birliği bile Avrupa için önemini tartışmaya mahal bırakmayacak derecede ispat etmiştir. Bu bakımdan, biz Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine, hakkaniyet ve vicdan ölçüsüyle bakılmasını bekliyor, verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz.''
Hapisteki gazeteciler
Şu anda Türkiye'de, tutuklu ve hükümlü olarak 26 gazetecinin hapiste olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, bu gazetecilerden hiç birinin, gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu olmadığını ifade etti. Erdoğan, son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin haberleri, Avrupa'nın ve Avrupa kurumlarının, belli odaklardan, belli çevrelerden değil, daha objektif kaynaklardan edinmesini ve değerlendirmelerini de ona göre yapmasını temenni etti.
Başbakan Erdoğan, ''Az önce Genel Sekreter Jagland ile bu konuyu görüştük ve kendilerinden şunu rica ettim; yardımcınızı ya da yardımcılarınızı, elemanlarla ülkemize gönderin. Yerinde gelip bazı incelemeleri kaynağında yapsınlar. Oradan tespit etsinler. Bu, kaynağında yapacakları araştırmalarla bunun böyle olmadığını göreceklerdir. Bunların suç örgütleriyle nasıl ilinti halinde olduklarını göreceklerdir. Dolayısıyla bunu gördükleri zaman öyle zannediyorum ki size gelecek olan bilgiler çok daha farklı olacaktır'' dedi.
Bölgedeki köklü değişimlerin Avrupa kıtasına büyük sorumluluklar yüklediğini vurgulayan Erdoğan, demokratik değişimin, demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün tarafında olmanın önemine değinerek, çatışmanın, baskının, şiddetin, zulmün tarafında değil; hakkın, adaletin, uzlaşmanın, yanında olunması gerektiğini dile getirdi. Erdoğan, başta Avrupa Konseyi ve üye ülkeleri olmak üzere tüm uluslararası camianın bu ilkeler etrafında kenetleneceğine inandığını söyledi.
Erdoğan, soruları yanıtladı
Erdoğan, Avrupa Komisyonu Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap etti ve parlamenterlerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Türkiye'nin Akdeniz'de ve Filistin'de oynaması gereken önemli rolün ne olduğuna ilişkin soruyu Başbakan Erdoğan, şöyle yanıtladı: ''Akdeniz Havzası'nda önemli bir potansiyele sahip, tarihi ve kültürel birliği olan ülkeler sebebiyle, burada dayanışma içerisinde olacağımız birinci derecede tabii ki Avrupa Konseyi Üyesi ülkelerle... İkinci derecede konsey üyesi olmayıp, değişik uluslararası kuruluşlarda birlikte olduğumuz ülkelerle, burada barışın bu havzaya egemen, hakim olaması için birlikte çalışmalar yapabiliriz. Nitekim bu son Kuzey Afrika olayları, gerek Ortadoğu olaylarında önce bu sorunların çözümünde birinci derecede buradaki komşu ülkelerin devreye girmek suretiyle, bu sıkıntıları aşmada aktif rol almaları gerekirdi. Bu uzun yıllardır yapılamadı, başarılamadı. Şimdi ise birinci derecede örneğin bir Libya'da BM'nin 1970 ve 1973 Sayılı kararıyla atılan adımı bu bölgenin ülkeleri birinci derecede aktif rol oynayarak üstlendiler. Bakınız bizim teklifimiz şu oldu; NATO burada görev üstlenmeli, bunun yanına Afrika Birliğini, Arap Ligini, İslam Konferansı Örgütü'nü, hatta Körfez İşbirliği Konseyi'ni almalıyız. Burayı bir Afganistan gibi veyahut da bir Irak gibi çözüm yoluna asla taşımamalıyız. Şu anda bu anlayışla biz Libya sorununa yönelik görevi üstlendik ve bu görev bilinciyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. NATO'nun bize verdiği görevler malumunuzdur. İnsani yardım konusunda bunun dağıtımını üstlenmiş durumdayız. Hava sahasının kontrolü noktasında görevimiz var. Aynı zamanda silah ambargosunu destekleme noktasındaki görevimiz yine Akdeniz'de özellikle devam ediyor. Burada da görev alanlarımız belli. Bu görev bilinciyle dayanışma içerisinde tüm Akdeniz ülkeleri olarak bir defa barışı hakim kılalım ki geleceği de barış üzerine tesis edelim diye düşünüyorum. Bundan sonrası de zaten ekonomidir, buradaki dayanışmamız da büyük ölçekte devam ediyor burada da herhangi bir sıkıntımız yok. Filistin'deki rol de yine aynı. Bölge ülkeleri olarak yine aynı şeyleri söylüyorum. Filistin de burada bölge ülkesidir. Aynı şekilde de bu ülkelerin rol almasını önemsiyorum. Türkiye olarak durumdan vazife çıkarmak gibi bir anlayışımız yok. Bize ancak burada 'Siz de rol alın' dendiği zaman biz oralarda bugüne kadar rol aldık. Şu anda yine bu şekilde bir sürecin içerisindeyiz, bundan sonra da yine aynı şekilde bu sürecin içerisinde rol almaya devam edeceğiz, devam ederiz.''
'Darbecilerle olan ilişkileri sebebiyle'
''Basın, ifade özgürlüğünden bahsettiniz, acaba yargıdaki bazı kurumlar ifade özgürlüğünü kısıtlama amaçlı kullanılıyor mu? Orhan Pamuk'un devlete karşı hiç bir eylemi olmamıştır. Aynı durumda olan başkaları da var ama onlar bugün cezalandırılıyorlar ve ifade özgürlüğü sınırlandırılıyor'' şeklindeki sözler üzerine Başbakan Erdoğan, şu yanıtı verdi: ''Pamuk'un kitabıyla alakalı olan... Tabii bir suç duyurusunda bulunulmuştur. Yargıya bir suç duyurusunda bulunulduğunda yargı bu suç duyurusunu değerlendirmek durumundadır. Değerlendirilmiştir ve iş olumlu bir şekilde de sonuçlanmış bitmiştir. Diğerlerine gelince, değerleriyle ilgili süreç, konuşmamda da ifade ettiğim gibi dikkat edilirse yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil, çeşitli suç örgütleriyle terör örgütleriyle olan ilişkileri ve darbecilerle olan ilişkileri sebebiyle bir yargı süreci söz konusudur. Bunlar yargı tarafından belgelendiği için yürütmeye böyle bir görev verilmiştir ve yürütmenin bu noktada biliyorsunuz herhangi bir adım atması söz konusu değildir. Yargı, bağımsızlığına dayalı olarak kalkıp yürütmeden bu talepte bulunmuştur. Böyle bir görevi yüklemiştir ve bunun gereği yapılmıştır. Şu anda ise tutukluk süreci içerisinde daha değişik belgelerin, bilgilerin ortaya çıktığını biz tabii ancak yargının zaman zaman yapığı açıklamalarda duyuyoruz. Yine medyaya yansıyan bazı bilgileri almak suretiyle öğreniyoruz. Temenni ediyorum ki bu tür şeyler çıkmasın bir an önce bunlar da neticelensin ancak şunu söyleyebilirim; uzun süreli tutukluluk noktasında da rahatsızlığımız vardır. Bunlar ne kadar süratle neticelendirilirse bizlerde o kadar mutlu oluruz, memnun oluruz.''
Ahmet Şık'ın tutuklanması
Bir parlamenterin ''Kadın teşkilatına değindiniz ama heyetinizde hiç kadın olmadığını tespit ediyorum. Umarım gelecek sefer heyetinizde kadınlar da olur. Basın özgürlüğünün önemini vurguladınız. (İmamın Ordusu) kitabı sansüre uğradı ve Ahmet Şık isimli gazeteci tutuklandı. Bunun sebebini bize açıklar mısınız? Yayından önce önce yapılan sansürün ve yazarının tutuklanmasının sebebini açıklar mısınız?'' sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti: ''Öncelikle alkışlayanlara çok teşekkür ediyorum. Çünkü bizi alkışlıyorlar, sağ olsunlar. Bir diğeri heyetimizde bayan arkadaşlarım burada. Ben bugün buraya sadece şahsım ve iki bakan arkadaşımla geldim. Bayan milletvekili arkadaşlarım da konsey üyesi olarak buradalar. Bir şey çok önemli... Dedim ya önyargılardan arındırılmış bir yapı çok çok önemli. Az önce sorduğunuz kitapla ilgili, bu kitapları toplatan ben değilim. Bu basılmamış kitapla ilgili bu tutuklanan medya mensuplarının belge, bilgileri değimiz olay var ya, işte bu belge ve bilgiler ardından neyin geldiğini gösteriyor ki yargı, yürütmeye 'burada şöyle bir hazırlık var, hemen siz bu hazırlığın üzerine gidin' diyor ve o hazırlığın üzerine gidildiğinde ortaya bu çıkıyor. Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da suçtur. Diyelim ki bir yerde bombanın kullanılmasında ne varsa, fitilinden ta diğer maddelerine varıncaya kadar ne varsa bunun ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı, almaz mı? Çünkü bu da bir suç teşkil etmektedir. Gider onları alır. Burada da eğer daha önce gelmiş belgeler ve bilgiler içerisinde bu tür hazırlıkların olduğu varsa, yargı da bununla ilgili kararını vermiştir ve güvenlik güçlerimizden 'şu adreste böyle bir hazırlık vardır, gidin bu hazırlığı alın gelin' demiştir. Bu hazırlık daha sonra internet sitelerine kitap olarak adeta girmiştir ve internet sitelerinde de bunun içinde neler olduğu ortadadır. Bu gerçekleri herhalde görmek isabetli olacaktır diye düşünüyorum. Bu, yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır. Burada şunu söylemek zorundayım, hep işimize geldiğinde bağımsız yargıdan bahsediyoruz, bağımsız yargıyı her yerde savunuyoruz ama Türkiye'ye gelince, Türkiye'de bağımsız yargı istemiyorsunuz. Ya? Yürütmeye bağımlı bir yargı istiyorsunuz. Kusura bakmayın yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir yargı var, bağımsız yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur.''
'Ülkemize yeni sıkıntılar yaşatmak istemiyoruz'
Başbakan Erdoğan, başka bir parlamenterin ''Ben Avrupa solundanım. Sizi kutlamak istiyorum, Türk hükümetinin hem Türkiye'de hem de uluslararası platformda yaptıklarından dolayı. Demokratik değişimden yana olduğunuzu söylediniz. Ancak buna saygılıysanız neden Türkiye'deki seçim yasasındaki yüzde 10'luk barajı indiremediniz?'' şeklindeki sorusuna karşılık şu yanıtı verdi: ''Önce ben de size çok teşekkür ediyorum. Benim savıma, tezime katılmayabilirsiniz. Ben sizin tezime katılmanızı zaten beklemiyorum ama buna saygı duyarım. Ben şiir okuduğum için hapse girmiş bir liderim. 4 ay gittim hapiste yattım. Çıktım ondan sonra partimizi kurduk ve seçim kazandık. 8,5 yıldır da halkımın büyük teveccühü ile iktidardayız. Bunun en güzel değerlendirmesini halk yapıyor. Halkım bu değerlendirmeyi bu şekilde yaptığına göre demek ki burada bir incelik var. Yüzde 10 barajını koyan benim partim değil, biz de yüzde 10 barajıyla geldik. Biz geldiğimizde bu baraj vardı. Partimizi kurduk ve 16 ay sonra da iktidar olduk. Bu bir gerçeği gösteriyor, bu kadar kısa zamanda böyle bir parti yüzde 10 barajına rağmen nasıl oldu da Türkiye'de iktidar oldu? Biz sol kanatta ve sağ kanatta veya uçlarda kalmadık. Biz Türkiye'de merkez siyaset yaptık ve halkımızın tamamını kucakladık. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Romanıyla hepsini kucakladık. Ama bakın ben şu anda Fransa'da Romanların buradan ihraç edildiğini, kovulduğunu görüyorum. Demokrasi bu mu? Fransa'da şu anda kişisel inanç özgürlüklerine saygının olmadığını görüyorum. İnanç özgürlüğü bu mu? Türkiye'yi bu noktada yargılama gayreti içerisine girenler, önce kendilerine bir baksınlar, kendilerini önce bir değerlendirsinler. Ondan sonra da bizi yargılasınlar. Yüzde 10 barajını indirmek veya indirmemek demokrasi ile ilintili bir konu değildir. Şu anda Avrupa'da yüzde 8, yüzde 7 barajı da var, olabilir. Ama biz ülkemizin istikrarı için, güveni için böyle bir adımı devam ettirme kararı almışız. Halkımızda da bunun karşılığı var. Çünkü bizden önce tek başına iktidarların olduğu dönemde Türkiye'nin çıtası hep yükselmiş, koalisyon hükümetlerinin olduğu dönemlerde de hep gerileme dönemi başlamıştır. Biz şu anda bir yükselişin içerisindeyiz. Ülkemize yeni sıkıntılar yaşatmak istemiyoruz. Yeri geldiği zaman bu barajın biraz düşürülmesi gerekirse onu da yine halkımızla müzakeresini yaparız ama onu size soracak değiliz. Halkımızla müzakeresini yaparız, halkımızla da kararını veririz. Halkımız bize 'indirin' diyorsa indiririz. Halkımız bize 'böyle devam edin' diyorsa böyle devam ederiz. Kararını verecek olan 74 milyonluk Türkiye'dir. Bu bakımdan değerlendirmenizi istiyoruz. Çünkü biz şu anda geldiğimiz yerlere kolay gelmedik, bunun çok bedelini ödedik, yeni bedeller de ödemek istemiyoruz. En ileri demokrasiyi de Türkiye yakalıyor. Örnek bir ülke olma mücadelesini de sürdürüyor. Parti ise bizde parti var, seçimse en geniş anlamda seçim var. Biz de hiçbir partiye yasak yok, isteyen istediği zaman istediği gibi partisini kuruyor. İstediği gibi seçimlere giriyor ama bir etnik parti değiliz, bölgesel parti değiliz. Ülkemizin tamamında varız, tüm insanlarına hitap ediyoruz. Bu şekilde de mücadelemizi tamamıyla bir kriterler içinde sürdürüyoruz.''
'Arkadaşımız Fransız mı?'
Başka bir parlamenterin ''Bütün dini azınlıkların eşit olarak ibadet yerlerine erişim haklarının, dinlerini ifade etme haklarını yaşayabilmeleri için bize nasıl bir güvence getirebilirsiniz?'' sorusuna karşılık Başbakan Erdoğan'ın esprili şekilde ''Sizi ben Türkiye'ye davet etmek isterim. Türkiye'yi yakından takip etmiyorsunuz. Duyduklarınızla hareket ediyorsunuz. Zannediyorum, arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye'ye de Fransız... Biz de böyle güzel bir söz var: Türkiye'ye çok Fransızsınız'' ifadelerini kullanması, Genel Kurul'da gülüşmelere neden oldu.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ortodoks Patriği seçilmesi Lozan Anlaşmasına göre Sensinot Meclisi'nde yapılır. Sensinot Meclisi, Lozan Anlaşması'na göre TC vatandaşı olmak durumundadır. TC vatandaşı olmadığı halde şu andaki Ortodoks Patriğinin seçimine biz göz yumduk. Ben bundan önceki Başbakan değerli dostum Karamanlis'e şunu söyledim: 'Söyleyin, müracaat etsinler. Vatandaşlığa alalım, Lozan'ı çiğniyorlar, Lozan'ı çiğnetmeyelim.' O dönem olmadı. Şimdi değerli dostum Yorgo'ya da aynı şeyi söyledim, 'Bunları vatandaşlığa alalım, bu işi meşrulaştıralım.' Daha sonra bunu Patriğe de söyledim. 'Lütfen müracaat etsinler, bunları vatandaşımız yapalım.' Sonunda müracaat ettiler, şu anda bizim vatandaşımız durumundalar. Bununla kalmadık. Dediler ki 'Sümela Manastırı'nda ayin yapmak istiyoruz.' 'Hay hay' dedim. Geçen yıl Sümela Manastırı'nda gittiler Sayın Patrik, tüm heyetiyle beraber, yaklaşık 3 bin kişi filan orada ayinlerini yaptılar. Aynı şekilde Tarsus'ta Alman dostlarımız bizden ricada bulundular. 'Her yıl burada ayinlerinizi yapabilirsiniz' dedik. Onların bu şekilde önünü açtık, onlar orada ayinlerini yapıyorlar. Aynı şekilde Van'da Ermeni Ortodoks Kilisesi yıkılmak üzereydi. O kiliseyi kendi kasamızdan restorasyonunu yaptırmak suretiyle orayı da ibadete açtık. Daha başka örnek vereyim mi? Ülkemizde bulunan ne kadar farklı dini azınlık varsa hepsinin ibadetini yapma noktasında garantisi benim, sigortası benim. Hepsi ibadetini rahatlıkla yapar. Onların sigortası durumundayız. Bizim iktidarımız bunu başarmıştır. Kimse bu noktada 'biz ibaretimizi yapamıyor durumdayız' diyemez. Eğer derse, hakikaten bize karşı bu saygısızlık olur. Kim diyorsa haberim olsun, bizzat ilgileneceğim, bizzat takip edeceğim. Bu kadar açık konuşuyorum.''
Türkiye Ermenistan protokolü
Başbakan Erdoğan, ''Türkiye Ermenistan'la protokol imzaladı. İmzanızın anlamı nedir? Eğer sınırların açılmasını doğrudan Yukarı Karabağ ihtilafının çözülmesine bağlarsanız bu protokol ne işe yarar? Bu sınırın açılmaması sizi taraf haline getirmiyor mu? Kars'taki, halklar arasındaki dostluğu simgeleyen bazı anıtların kaldırılmasını nasıl açıklıyorsunuz?'' sorusunu yanıtlarken de şunları kaydetti: ''Şimdi bir defa sınırın kapalı tutulması veya açılması konusuyla ilgili olarak biz burada Ermenistan halkının hak ve hukukunu koruma noktasında bizim kendi taahhütlerimiz var. Ve biz dost, kardeş Azerbaycan halkının hakkını ve hukukunu da Ermenistan'a yediremeyiz bu kadar açık konuşuyorum. Protokolde zaten hedeflenen de budur. Önce bu adımların atılması lazım, bu adımlar atıldığı anda da biz kapıları açmaya hazırız. Onun için Minsk üçlüsünü biz sürekli olarak hep göreve davet ettik. Minsk üçlüsü bu görevini yerine getirsin. Ve onlar bu görevi, Amerika, Rusya, Fransa, yerine getirdiği anda çözüme ulaşırız. Ama onlar bu görevi yerine getirmediği takdirde tabii ki bu süreç zorlaşıyor. Şu anda benim ülkemde 70 bin civarında Ermeni vatandaşım var. Ama bunların yanında vatandaş olmayan 40 bin civarında da Ermeni var. Biz bunları ülkemizden Ermenistan'a geri göndermiyoruz. Bunları ülkemizde şu anda tutuyoruz. İstesek gönderebiliriz. Niye? Çünkü imkansızlıkları sebebiyle bizim ülkemize geldiler. Ve şu anda ülkemizdeler. Öyle zannediyorum ki belki bunları da bilmiyorsunuz. Bunları da bilmenizi istiyorum. Ve biz protokolü yaparken buradaki soruna çözüm bulmak için bu adımı attık. Ama bende görüşmelerin belli noktasına katıldım, fakat bakıyorum ki Ermenistan yönetimi bu noktada diasporaya karşı çok ciddi bir ürkeklik içerisinde. Bizim ise kimseden bir ürkekliğimiz söz konusu değil. Eğer Ermenistan yönetimi Ermeni diasporasına karşı bu ürkekliğini atabilirse öyle zannediyorum ki bu işi çözmek daha kolay olacaktır. Bu yapıldığı zaman hemen kapılar da açılır, çözümler çok daha süratle gelişebilir. Yoksa bizim Ermenistan'a karşı kin ve nefret gibi bir şeyimiz, duygumuz söz konusu değildir. Bunu da hatırlatmak isterim.''
'Kültürel asimilasyon bir insanlık suçu'
Erdoğan, kültürel asimilasyon ve entegrasyon konularına nasıl baktığına yönelik soruyu yanıtlarken de ''Kültürel noktada asimilasyona kesinlikle karşıyım ve bunu bir insanlık suçu olarak görüyorum'' dedi. Ancak entegrasyonun kesinlikle olması gerektiğini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ben kendi vatandaşlarıma şunu söylüyorum, dün akşam da Fransa'da yaşayan vatandaşlarıma şunu söyledim; Fransa'da bir defa entegrasyonu sağlamalısınız. Entegrasyon noktasında en ufak bir sıkıntı olmamalı hem Fransız halkı açısından hem de sizin buradaki yaşam koşullarınız açısından. Bu Almanya'daki vatandaşlarımız için de aynı. Orada bizim 2 milyon 700 bin vatandaşımız var. Entegrasyon noktasında hep teşvik ediyoruz, ben de, bakan arkadaşlarım da, milletvekili arkadaşlarım da. Ama kültürel noktada asimilasyona gelince onun karşısındayız. Ne biz kendi ülkemizdeki farklı ülkelerin veya farklı dinlerin, farklı milletlerin insanlarını asimile etmeye çalışırız ne de kendi insanımızın farklı ülkelerde asimile edilmesi çalışmalarına sıcak bakarız. Bunu yanlış buluyoruz.''
'Daha köklü bir anayasa değişikliği'
Başbakan Erdoğan, ''Ülkenizin bölgedeki güçlü etkisini ve Avrupa Birliği adaylığını da dikkate alarak, acaba biraz daha açıklar mısınız, Türkiye kendi başına ve başkalarıyla işbirliği içinde Ortadoğu'da demokrasiyi hangi adımlarla gerçekleştirecektir?'' sorusu üzerine, demokrasinin biraz daha kurumlar bazında güncellenmesini savunan bir kişi olduğunu hatırlattı. Erdoğan, şunları kaydetti: ''Son referandum olayıyla 12 Eylül 2010, biz bir söylemi öne çıkardık, bu da ileri demokrasi söylemiydi. İleri demokrasi için de Türkiye atılması gereken adımları önce 26 maddede yapmış olduğu anayasa değişikliği ile atmış bulunuyor. Fakat bu yeterli değil. Şimdi 12 Haziran'da bizde genel seçimler var, bu genel seçimlerden sonra daha köklü bir anayasa değişikliği ile bir sürecin içerisine gireceğiz. Ve bu sürecin içerisinde bir şeyi özellikle vurguluyoruz, o da şudur; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti içerisinde özellikle etnik ayrımcılığa kesinlikle yer verilmemesi, bölgesel ayrımcılığa asla yer verilmemesi, dinsel ayrımcılığa, ki bunları biz kırmızı çizgilerimiz olarak görüyoruz. Etnik milliyetçiliğe karşıyız, bölgesel milliyetçiliğe karşıyız, dinsel milliyetçiliğe karşıyız. Dönemimizde, şu 8, 8.5 yıllık iktidarımızda bunu gerçekleştirmenin de mutluluğu içerisindeyiz. Türkiye bu değişimi bu dönüşümü yaşıyor. Tabii bölgede bir çok ülkeler artık bizimle farklı iletişim içerisine girdiler. 'Siz bunu nasıl gerçekleştirdiniz, bu kurumsallaşmayı nasıl yaptınız?', özellikle 'AK Parti modeli nedir, bunu bize anlatır mısınız?' ve bunun için bizden gelip eğitim alanlar var. Biz kendilerine bu süreç içerisinde parti çalışmalarımıza yönelik eğitimler veriyoruz. Çünkü AK Parti olarak bölgede sadece ana kademesiyle değil, kadın kollarıyla, gençlik kollarıyla örgütlenmesini 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarında gerçekleştirmiş bir partiyiz. Yani kapalı toplum anlayışıyla çalışan bir siyaset değil, açık toplum ve 780 bin kilometrekareye hitap eden ve bunu sadece televizyon ekranlarında veya yazılı medyada yapan bir anlayış değil, yüz yüze yapan ki ben bir genel başkan olarak, bir başbakan olarak ülkemin dört bir yanını tek tek, en az gittiğim ile iki kez, üç kez gitmişimdir. Gidip oralarda ilçeleri dolaşan, dolaşabilen, halkının arasında bulunan bir liderim. Böyle yürüttüm, bundan sonra da aynı şekilde bunu yürütmeye devam edeceğiz. Şimdi bu seçimlere girerken de aynı anlayışla giriyoruz.''
'Dayanışma içerisinde olmamız gereken ülkeler var'
''Şehirlerimizi marka şehirler haline getirmek için kentsel dönüşüm değişimleri yaparken insanımızı öne çıkaran devleti arka plana alan bir anlayışla bu süreci işletirken eğitimi, sağlığı, adaleti, emniyeti öncelikli adımlarımız olarak gördük'' diyen Erdoğan, şunları kaydetti: ''Bu süreçte de gerek Ortadoğu ülkeleriyle gerek Balkanlar'da bu adımları atıp tabii ki dayanışma içerisinde olmamız gereken ülkeler var. Onlarla da bu dayanışmaları zaman zaman gerçekleştiriyoruz. Bu konuda da herhangi bir kesinlikle ön yargımız yok. Yeri geldiğinde Amerika'yla yeri geldiğinde Rusya'yla yeri geldiğinde İngiltere'siyle, Hollanda'sıyla aklınıza ne gelirse Ortadoğu'da Suudi Arabistan'ıyla, Körfez ülkeleriyle hepsiyle bu tür görüşmeleri yapabilen bir ülke konumundayız. Bundan sonra ki süreçte de bu aynı birliktelik içerisinde bölge barışına, dünya barışına katkıda bulunmanın gayreti içerisinde olacağız.''
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Colani’nin arabası
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması
- 'Bıyık altından gülüyorsunuz'