'Ezilen ve sömürülenlerin yanında olduklarını ilan ettiler'

Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan... Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) olarak baş koydukları bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesini idam edilerek noktaladı maalesef. THKO'nun ilk kuruluş çalışmalarından itibaren içinde yer alan ve tüm süreci bizzat yaşayan A. Tuncer Sümer Devrim-Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun Kuruluşu ve Kısa Mücadele Öyküsü adlı kitabında, anlatımını çok sayıda yazılı ve görsel belgeyle destekliyor. Sümer'le kitabı ve dönem hakkında söyleştik.

'Ezilen ve sömürülenlerin yanında olduklarını ilan ettiler'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.01.2013 - 08:39

'Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.'

Attilâ İlhan

-Eylemlerinden dolayı değil düşüncelerinden ve dünya görüşlerinden dolayı idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ı ille asacaklar ya, yapılmadık değişiklik kalmıyor yasada! Bu süreci anlatır mısınız, nelerle oynandı, hangi maddeler kılıfa nasıl uyduruluverdi ve sivil mahkemelerde sivil hâkimlerce yargılanmaları nasıl engellendi?

- Sıkıyönetim Komutanlıkları'nın emirleriyle kurulan ve Sıkıyönetim Adli Müşavirliklerinin emri altında çalışan mahkemelerin bağımsızlığından ve hâkim güvencesinden söz edilemez. Buna en güzel örnek; Askeri Yargıtay Başsavcısı Tümamiral Fahri Çoker'in 1971 Temmuz'unda henüz Denizlerin mahkemesi devam ederken Genelkurmay Başkanlığı'na bir yazı yazmasıdır. Yazıda, 'ABD Emperyalizmi ve onun işbirlikçilerini bertaraf ederek tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye'yi kurmak üzere Marksist felsefeyle milli demokratik devrimi gerçekleştirmek için silahlı eylemlere girişmek' amacına yönelik girişimlere Türk Ceza Yasası'nın 146.maddesinin uygulanması için Sıkıyönetim Komutanlıklarına ve askeri savcılıklara emir verilmesi isteniyordu. Genelkurmay Başkanlığı da hemen, 15 gün kadar sonra bu isteğe uygun emir yazılarını gerekli yerlere göndermiştir. Oysa o gün yürürlükte olan 1961 Anayasası'nın 132. maddesine göre, 'Mahkemelere hiçbir organ, kişi veya yetkili emir veremez, telkinde dahi bulunamaz'dı. İşte Denizler de bu emirle ve emir-komuta zinciri altında, mahkeme bağımsızlığı ve hâkim bağımsızlığı olmayan olağanüstü özel bir mahkemece idama mahkûm edildiler. Bu emir ve emir-komuta uygulamalarına başka örnekler de var. Nitekim kitapta yer alan, İstanbul Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) davasının görüldüğü İstanbul 1 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi de 146.maddeyi uygulamayıp Türk Ceza Yasası'nın (TCY) başka maddelerinden ceza vermişti. Bunun üzerine bu mahkeme İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca feshedilmiş ve yerine kurulan 2'nci 1 No.lu Askeri Mahkeme, yargılananlara 146.maddeden ceza yağdırmıştır. İstanbul'da aynı mahkemede yargılanan Osman Bahadır'a yaşatılan hukuksuzluk da kitapta yer almaktadır. Yine kitabımın Resmi Yazışmalar bölümündeki 'Sıkıyönetim Komutanlığı ve Askeri Savcılığı'na Çok Gizli Rapor' konulu belge de Sıkıyönetim Komutanlıklarının mahkemeleri ve hâkimleri nasıl emirleri ve kontrolleri altında tuttuklarına ilişkin güzel bir kanıttır. Ankara'daki mahkemede Denizlerin avukatları, daha ilk duruşmada mahkemeye bir dilekçe vererek sıkıyönetim askeri mahkemeleri hâkimlerinin siyasal iktidara bağımlı ve doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş mahkemeler olduğunu ve anayasaya aykırı olarak kurulduğunu anlatmaya çalıştılar. Konunun Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesini istedi. Reddedildi. Bu itiraz Askeri Yargıtay'da da reddedildi. Oysa Denizlerin idamından 1.5 yıl kadar önce adam kaçırma, banka soyma ve benzeri eylemlerin arttığı gerekçesiyle bu eylemlerin cezalarını arttıran 1490 sayılı bir yasa çıkarılmıştı. Bu yasada cezalar artmakla birlikte cezalar arasında idam cezası yer almıyordu ve bu suçlara 146.maddenin uygulanması düşünülmemişti.
 

'THKO adını alana dek 'dağcılar' olarak anıldık'

- THKO'nun kuruluş kadrosunda yer alışınızı tüm Filistin boyutuyla anlatır mısınız?

- İlk kuruluş örgütlenmesi Filistin'e gidiş ile başlamıştır. İlk kuruluş hazırlıkları Ankara'da sürerken, gelen haber üzerine Filistin'e gitmek üzere aralarında benim de olduğum 7 kişi yola çıktık. Diğer 6 kişi ile Gaziantep'te buluştuk ve Türkiye-Suriye sınırını izleyen demiryolunda trenden atlayarak Suriye topraklarına girdik. Halep ve Şam üzerinden Ürdün'ün Amman kentinde El Fetih'in o zamanki siyasi lideri Ebu Cihad ile görüştük. Amman yakınlarındaki Zarka Eğitim Kampı'nda kültür-fizik ve silah eğitimi gördük. İki ay süren eğitimin arkasından ünlü Gor Çukurluğu'nda, Şeria nehrinin yakınlarındaki Şûne kasabasında boş bir eve, 'kaide' dedikleri kampa yerleştirildik. Burada İsrail'in askeri mevzilerine vur-kaç baskınlarına katıldık. İki aylık süre içerisinde ben 6, Mustafa Yalçıner 7, Alpaslan Özdoğan 8 baskına katıldık. İlk örgütsel yapımız ve ideolojik çalışmaları Şune'deki bu kampta oluşturuldu. Örgütlenmemiz ise dönüşümüzde yakalanıp yattığımız Diyarbakır Cezaevi'nde şekillendi.

- 'Dağcılar' oluşumu... Bunu ve nasıl karşılandığını anlatır mısınız?Ayrıca bu dönemde Anadolu'da örgütlenme adına bayrağı Yusuf Aslan alıyordu değil mi? Bu arada tutuklanmalar kamuoyunda nasıl bir etki uyandırmıştı ve Diyarbakır Savcı Yardımcısı Mustafa Akduman hazırladığı iddianamede neleri öne sürmüştü?

- Yusuf Aslan'dan başlayalım. Biz içeride iken örgütlenme sorumluluğunu Yusuf kendiliğinden üslendi. Başka yoldaşlarımız da vardı ama Yusuf olağanüstüydü, müthiş bir enerjiyle koşturuyordu. Altında benim üzerime kayıtlı motosikletimiz, Türkiye'nin doğusundan batısına kuzeyinden güneyine bir maratoncu gibi koşturdu. Ona diğer tüm yoldaşlarımız da ayak uydurmaya çalıştılar ve destek oldular. Yusuf, az konuşur ama arı gibi çalışırdı. Dürüst, açık sözlü, mangal gibi bir yüreğe sahipti. Burada tekrar saygıyla anıyorum. Diyarbakır'da yakalandığımızda, on birimiz de ilk Emniyet ifadelerimizde halk savaşı vereceğimizi söyledik. Düşüncelerimizi işkence altında bile gizlemedik. Ziyarete gelenlere de hep halk savaşı vereceğimizi ve bunun için dağa çıkacağımızı söyledik. Henüz bir grup adımız da yoktu. Bizimle konuşanlar bizden 'dağcılar' diye söz etmeye başladılar. Böylece adımız 'dağcılar'a çıktı. Devrimci kamuoyu o zamanlar bu tanımlamayı pek sevdi ve THKO adını alıncaya kadar da böyle anıldık.
 

'Tutuklu 11 gencin 'Türkiye Halklarına' bildirisi'

- Aralarında sizin de bulunduğunuz 'Tutuklu 11 Gencin 'Türkiye Halklarına!' Bildirisi' bölümünde dile getirilen temel görüşler özetle nelerdi? Ayrıca Deniz Gezmiş ve arkadaşları da bildiriye destek amacıyla yayımladıkları manifestoda neler diyordu?

- Biz Diyarbakır'da yakalanır yakalanmaz, o zaman tek kanal yayın yapan TRT televizyonu ve tüm boyalı basın, 'Diyarbakır Tıp Fakültesi'ne sabotaj yapmak isteyen 11 kişi yakalandı' diye manşetten haberler yazdı. Biz ise Emniyet ve savcılık ifadelerimizde de, cezaevine konulduktan sonra da kararlılıkla bunun yalan ve tertip olduğu konusunda ısrarcı olduk. Bildiriyi bu kararlılığımızı en azından devrimci kamuoyuna duyurmak için yayınladık. Kitapta bildiri metni olduğu gibi yer alıyor. Bildiride emperyalizme ve Siyonizme karşı olduğumuzu, bunlara karşı mücadele veren Ortadoğu halklarına destek vermek için Filistin'e gittiğimizi, emperyalizmin dünya halklarının dayanışmasına ve kurtuluş mücadelelerine tahammül edemediği için bize karşı tertip hazırladığını, Türkiye halklarının bu tertip dolayısıyla emperyalizmi ve işbirlikçilerini tanıması ve bilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştık. Devrimcilerin bir üniversiteyi bombalamayı asla aklından geçirmeyeceğini, günlerce süren işkencelerin bunu bize kabul ettiremediğini ve devrimci kararlılığımızın devam edeceğini yazdık. Deniz ve arkadaşlarının yayımladıkları 'manifesto'da ise hem ayrı düşmeye başladıkları kendi arkadaşlarına yanlış yolda oldukları hatırlatılıyor hem de Filistin'de emperyalizme karşı dövüşerek dönen bizlere karşı kurulan tertibe dikkat çekiliyor.

- Deniz Gezmiş ve arkadaşları THKO adına Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askeri Mahkemesi'nde yaptıkları yaklaşık 160 sayfalık savunmada hangi temel noktalara ağırlık verdiklerini ifade ediyorlardı?

- Kendilerine verilecek herhangi bir cezayı önlemek için savunma yapmaktan ziyade bilimi ve gerçekleri savundular, doğa ve toplum kanunlarının insanlık tarihini nasıl yönlendirdiğini açıkladılar. 1971'e kadar olan dönemin ülke ve dünya sorunlarını iyi tahlil etmişlerdi ve savunmalarında bu birikimlerini ortaya koydular. Toplumların tarihinin ezenlerle ezilenler arasındaki mücadelelerin tarihi olduğu gerçeğinden yola çıkarak ülkemizde ve tüm dünyada acımasızca halkları sömüren ve ezen emperyalizme vurgu yaptılar. Emperyalizme karşı tüm ezilen ülkelere örnek olarak ilk Kurtuluş Savaşı'nı veren ve onu dize getiren bir ülkenin çocukları olarak, yeniden ülkemize girmekte olan emperyalizme karşı ikinci bir kurtuluş savaşı vermek için yola çıktıklarını açıkladılar. Sömürücü ve işbirlikçi egemen sınıflar dışında başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakaların yanında olduklarını ve onların haklarını savunduklarını ilan ettiler. Daha açık bir deyimle devrimci olduklarını ve emekten yana tam bağımsız demokratik Türkiye'yi kurmak için yola çıktıklarını savundular. Savunmalarında, düşüncelerinden ve eylemlerinden hiçbir ödün vermeden mücadelelerinin doğruluğunu ve tarihi zorunluluğunu ileri sürdüler. Kitapta savunmanın tam metni yer almaktadır.

- Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askeri Mahkemesi'ne, THKO-2 Davası'nda verdiğiniz güvensizlik dilekçesi... Özellikle hangi maddelere yoğunlaşarak verdiniz dilekçeyi?

- Ankara Sıkıyönetim 1 No.lu Askeri Mahkemesi'nin Denizlere 18 idam kararı vermesinin hemen arkasından 'Deniz Gezmiş ve Arkadaşları Davası Gerekçeli Kararı' adında bir kitapçık yayımlandı. Aynı davanın sanığı olarak bu kitapçık bana da geldi. Ben mahkeme kararından sonra yakalandığım için daha sonra açılan 2'nci THKO davasında yargılandım. Ama henüz hakkımızda dava açılmasından 9-10 ay önce yayımlanan bu 'Gerekçeli Karar'da hakkımda hüküm ifade eden değerlendirmeler vardı. Eğer 18 idam cezası Askeri Yargıtay'da bozulup 3'e indirilmeseydi bana da idam cezası verileceği anlaşılıyordu. Ayrıca Denizleri yargılayan ve 18 idam kararı veren aynı Askeri Mahkeme beni de yargılamaya başlıyordu. Yoldaşlarıma idam kararı vermiş bir mahkemeye asla güvenemezdim ve bu güvensizliğimi dilekçemle belirttim. Güvensizliğimi üç gerekçeye dayandırdım: 1- Yürürlükteki 1961 Anayasası'nın 14, 20 ve 132'nci maddelerinin ihlal edildiği, 2- Sıkıyönetim Mahkemeleri'nin bağımsız olmadığı ve 3- 'Gerekçeli Karar'daki hakkımda yazılanlardan dolayı, bu mahkemeyle şahsım arasında husumet olduğu. Mahkemeye şahsımla ilgili hiçbir ifade vermedim. Mahkeme sürerken ve henüz savunmalar başlamadan önce kontrgerilla işkence binasına götürülerek 15 gün işkenceden geçirildim. Bu işkenceyi de gerekçeme alarak savunma da yapmadım. İfade vermeyerek ve savunma yapmayarak, bu eli kanlı mahkemeyi muhatap kabul etmemiş, verdikleri cezayı da tanımamış oldum.

- 18 idam kararı verilmesinden sonraki günlerde Mamak Askeri Cezaevi'nde kolektif bir çalışmayla kaleme alınan ve Hüseyin İnan tarafından son şekli verilen 'Türkiye Devriminin Yolu'... Hüseyin İnan 'Milli Mesele' başlıklı bölümde bundan neyi kastettiğini nasıl ifade ediyor?

- Hüseyin İnan bu bölümde Milli Mesele konusuna, Türklerle Kürtlerin Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yaptıklarına dikkat çekerek başlar. Azınlıklara yapıldığını düşündüğü asimilasyon politikalarına karşı çıkar. Kürt ve Türk emekçilerinin aynı kaderi paylaştıklarını, hâkim çelişkinin emperyalizm ve onun işbirlikçileriyle tüm Türkiye halkı arasında olduğunu, bu çelişkinin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtir. Türk burjuva sınıfının da Kürt burjuva sınıfının da sömürücü ve emperyalizmle işbirliği içinde gayri milli olduklarını söyler. Bunlara karşı Türk ve Kürt işçileri ile emekçilerinin kaderlerinin ortak olduğunu, sömürücü sınıfların milliyet ayırımı yapmadan sömürülerini sürdürdüklerini anlatır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon