Foça'da güneşi batırın saatlerce yüzün

Ben 25 yıldır gezi yazısı yazıyorum, televizyon programları yapıyorum. Kim bilir kaç kere Foça’daydım, hep manzara aynı. Aşağı yukarı diyeyim daha doğrusu.

Yayınlanma: 28.11.2020 - 15:57
Abone Ol google-news

Bilgisayarın başına oturdum, yazıya Foça şöyle sakin, böyle huzurlu, insanın başını döndürecek kadar romantik falan diye başlayasım geliyor. Klişe çukurunun dibindeyim birdenbire. Peki, öyle olmasın. O zaman ille de en çirkin şeyleri mi anlatayım hemen? Kuzey Ege’ye pozitif ayrımcılık durumu. Seviyorum burayı, n’apayım? Gerçekçi olayım, tamam. Evet, biraz sıkıcı. Her sokak kazılmış; her binanın önüne bir adet yeni su borusu çekilmiş, ama nedense henüz binalara bağlanmamış, bekliyor. Neyi bekliyor acaba? Daha doğru bir zamanı, daha olur bir günü. Ee, ne olmuş, beklesin...

Değişmedi burası. Ben 25 yıldır gezi yazısı yazıyorum, televizyon programları yapıyorum. Kim bilir kaç kere Foça’daydım, hep manzara aynı. Aşağı yukarı diyeyim daha doğrusu.

Benim bilemediğim birşeyler mutlaka olmuştur. Görmediğim köşelere büyümüş, eklenmiş, çoğalmıştır. Ama rüzgâr aynı rüzgâr, deniz aynı deniz. Bu bakir görünüm, bu insanın içini çeken güzellik değişmedi. 

MARSİLYA’YI KURANLAR DA FOÇALILAR

Foça, İzmir’in kuzeydeki ilçelerinden biri. Aliağa ve Menemen arasında. Yani iki ağır sanayi ve kalabalık yerleşim bölgesinin komşusu. Yıllar yılı yolu biraz zahmetli, sapaydı. Şimdi bir de ne göreyim, hooop diye varılıyor. Hatta ana yola kadar İzmir merkezden tren geliyor. Hani ismi “İzban” olan banliyö trenleri. Otobandan Foça’ya da Eshot otobüsleri ile aktarma seferleri var. Süper kolay ve ucuz bir ulaşım yolu. Bu yolun işlerlik kazanmasıyla da, Foça artık neredeyse İzmir’in en içine kadar yaklaşıverdi...

Foça, MÖ 11. Yüzyıl’da kuruldu. Bir İyon yerleşimi olarak devrinin en parlak kentlerinden biriydi. Kentin ismi, burada yaşayan foklardan geldi: Fokai. Fokai’nin simgesi de, fok değil, horoz oldu.

Fokaililer, ciddi çalışkan, denizlere hakim olacak kadar dalgaları tanıyan bir kavimdi. Civarlara, hatta daha uzaklara kadar açıldılar. Karadeniz’e doğru uzanıp Samsun’u kurdular. Sonra Akdeniz’de ilerlediler; Korsika ve Marsilya şehirlerinin ilk yerleşenleri oldular. Horoz simgesi, Foçalılar’la birlikte her yere gitti. Önce Marsilya’nın, sonra da tüm Fransa’nın sembolü olacak kadar da sevildi, benimsendi. 

Foçalılar’ın gözleri kara mı karaydı. Gelişmiş ticaret yetenekleriyle bütün dünyada nam saldılar. Hem zengin, hem cesurdular. Altın ve gümüşü karıştırdılar, “elektron” denen sikkeyi ilk kez Foçalılar buldular ve kullandılar. 

1200 yılında meşhur Çaka Bey, Foça’yı aldı. Uzun süre Beyliklerin toprağıydı. 1455 yılında, Fatih Sultan Mehmet zamanında da Osmanlı toprağına katıldı. İşte Foça’daki Fatih Camii, tam bu zamanlarda kiliseden camiye çevrildi. Avlusunda bir de medrese olan yapı, bugün Foça’nın en güzel tarihi camilerinden biri. 

CLUB MED’İN TÜRKİYE’DEKİ İLK ADRESİ

Yoğun askeri bölge oluşuyla da çok fazla kalabalık olmadı Foça. Homeros’un da överek anlattığı güzelliğini asırlarca korudu. Sadece Türk gezginleri değil, bölgeye yolu düşen yabancılar da bu doğal yapıya vuruldu. Ünlü Fransız Tatil Köyü Club Med, Türkiye’deki ilk tatil köyünü Foça’da açtı. 35 yıllığına Emekli Sandığı’ndan kiralanan dönümlerce arazide kurulan Club Med, Türkiye turizmi için bir okuldu. İlk açık büfeler, ilk animatörler, happy hour’lar, çocuk kulüpleri, tatilde sporun hayatın içine karışması, deniz aktiviteleri, konuklarla kurulan sıcak ama seviyeli iletişim, hep Club Med ekolünden yetişenlerin öğrendiği ve öğrettiği değerlerdi. Türkiye’de turizm zaten daha yeniydi, tecrübemiz yoktu ve şansımıza çok büyük bir okul, bizim eve gelmişti.

2000’lerin başında Club Med Foça kapandı. Her ne kadar kontrat yenilenmek istense de, bir türlü bu işlem gerçekleşemedi. Oysa tatil köyü misafiri olan dünyanın dört bir yanından zengin konuk, Foça için ne büyük bir fırsattı. Ülkemiz için de. Hem paralı, hem Club Med’de tatil yapmak isteyecek kadar kültürü olan, hem Türkiye’yi deneyecek kadar o devir koşullarında maceracı. 

Neyse, ben anlatılanların yalancısıyım. Bir kez Kemer’de Club Med’e gitmiştim. O ahalinin hali başkaydı tabii. Harcamayı, yaşamayı, yaşatmayı bilen bir güruhtan bahsediyorum. Yolda yürürken gülümseyen, halı alacaksa en iyisini araştıran, ülkeyi sevmişse gözünün yaşına bakmadan tekneyi kiralayıp iki hafta daha tatilini uzatma lüksüne sahip bir azınlıktan bahsediyorum... Devam etse iyi olurdu diyenler çok. Belki de artık devrini, işlevini tamamlayan bir konsept, belki boynuz kulağı çoktan geçti, bizde daha iyi tesisler kuruldu; fazla lafa hacet yok diyelim.

SİRENLERİ GÖRÜRSENİZ BANA DA HABER VERİN

Foça’yı hakkıyla gezmek, anlamak, hissetmek için, bir tekne turuna gitmek şart bence. Bu bir günlük tekne turu olur, balıkçı sandallarından biriyle anlaşılır, lüks bir yat olur; o tarafı kişiye özel bir çözüm gerektirir. Ama Adalar’ı, Orak Adası ve civarındaki koyları, fokların da uğrak yeri olan Siren Kayalıkları’nı görmek şart. Bilirsiniz, sirenler yarı insan yarı deniz yaratığı kadınlar. Kayalıklarda yaşadıkları söylenir. Öyle güzel seslidirler, öyle harika şarkılar söylerler ki, denizciler onların şarkılarıyla büyülenirler. Gemilerini sisler altındaki kayalıklara sürüklerler, farkına bile varmadan. Batan gemiler ve yok olan denizciler anlatılır mitolojide... Farklı kaynaklar, sirenlerin iki kuyruğundan bahsederler. Bir de insanları afiyetle yediklerinden...

Ben bir kez, yıllar evvel, fok görmüştüm, tam kayalıklar civarında. Ama şimdiye dek hiç iki kuyruklu, güzel sesli bir deniz kızına rastlamadım. Belki de şiddetli rüzgârın kaya oyuklarını üfleyerek çıkarttığı eşsiz melodiler, yüzyıllarca böyle yorumlanmıştır. Belki de o kadar gerçekçi olmaya ne gerek var ki, sirenler kayalıkların arka tarafına saklanmışlardır. Bilemem. Gidin, başka birşey görürseniz de bana haber verin.

Foça, öyle durmadan gezilecek, adresten adrese koşulacak bir yer değil. Sakin, yavaş, sindire sindire. Pers Anıt Mezarları görülse de olur, görülmese de. Foça kazıları yaz aylarında devam ediyor, ancak henüz bir arkeoloji müzesinde sergilenmiyor çıkartılanlar. Kale deseniz, dışarıdan görünen eski duvarlar. Yürünecek bir sahil, git-gel en uçtan en uca aşağı yukarı 8 bin adım ediyor zorla. Burada başka şeyler yapmak lazım. Kavala Cafe’de güneşi batırmak, sonra gökyüzünde oluşan o rengârenk cümbüşü huşu içinde seyretmek lazım mesela. Saatlerce yüzmek lazım. Şimdi bile. Sakın soğuktur diye düşünmeyin; deniz daha soğumadı. Ayrıca Foça denizi yazın bile buz gibidir... Sazlıca Plajı, Karakum Plajı, Mersinaki Koyu’ndaki Hanedan Beach’de günler boyu okunur, yüzülür, hayal kurulur mesela. Yemeğin üstüne Giritli Nazım Usta’da mutlaka dondurma yenir mesela. Hele o balkabaklısı, tahinlisi, hele hele eriklisi...  

FOKAİ’Yİ TEK GEÇERİM

Bu yeni moda gurme turlarından, yemekten başka şey konuşmayan sonradan gurme/görmelerden pek hoşlanmam. Bizim evde tabakta yemek kalmaz, ne konursa teşekkür edilir, en tatsız şey olsa bile “çok güzel olmuş, ellerinize, emeğinize sağlık, Allah bereket versin” denirdi. Hele o televizyonlardaki programlarda yaşanan düzeysizliklere tahammül edemiyorum. Her yemek kutsaldır, her yemek afiyetle yenir. Allah kimseyi açlıkla sınamasın, kimseyi şımarıklığıyla cezalandırmasın...

Ancak bazı yemekler daha bir özel, daha bir unutulmazdır ya; işte bizim yazılarda bahsettiğimiz tür, o tür oluyor daha çok.

Foça sahildeki balık lokantalarının her birinde yedim şimdiye kadar. Hepsi de gayet iyidir. Sahipleri beyefendi, çalışanları on numaradır. Sahil Restoran olsun, Deniz Restoran olsun, bayılırım. 

Ama Fokai, sanki başka bir kulvarda. Bir kere sahil yürüyüş yolunda değil, konumuyla da ayrışıyor. Sahil bitiyor, kalenin yanından ilerlemeye devam. Daha ileride soldan hafif yukarı; işte tam orada, soldaki küçük sokakta. Harika bir bahçe, birkaç sokak masası. Şık ama salaş, temiz ama lüks değil. Kumaş masa örtüleri, çok yumuşacık aydınlatmalar. Sahil yolunun gürültüsünden, gülcüsünden, falcısından, çalgı çengisinden beş dakika uzakta. Ama dünyanın değiştiği, aşılan sınırla kuralların ve kanunların değiştiği bir yerde sanki.

Fokai’nin sahibi Sadık Bey, her an işinin başında. Mezeler muhteşem. Yediğimiz ızgara balığa ve yanında gelen salataya doyamadım. Ama birşey var ki, müsadenizle biraz ballandırarak anlatmak istiyorum: Ben böyle bir balık çorbası hayatımda içmedim/yemedim.

Levrek balığıyla yapılan, beyaz, kıvamlı bir çorba. Baharatları az, başka bir malzeme eklenmemiş, balığın lezzeti olduğu gibi hissediliyor. Yanında bir sos geliyor; sirke içinde bol sarımsak. Hani işkembeci muhabbeti. “Yok canım, yakışmaz” falan diyen iç sesime inat bir küçük kaşıkta denedikten sonra, iki kase çorbayı götürdüm. Bir dahaki sefere sadece balık çorbası için Fokai’ye gitsem diyorum şimdi...

GATSBY CAFE’DE CAPPUCİNO

Foça’da yaşayan arkadaşlarım Özlem ve Hasan’la konuştum. “Aa, hadi Gatsby’de buluşalım” dediler. Daha birkaç yıl önce açılmış, benim hiç bilmediğim bir cafe. Gittim. 

Gayet şık, tertemiz, emek harcanmış bir işletme. Güzel müzikler çalıyor, kahve mönüsünde yok yok. Hiç aklıma gelmez, hadi bir cappucino içeyim dedim. Yemin ederim ben yıllardır hiçbir yerde bu kadar lezzetli bir cappucino içmemiştim. Fazla ağır olmayan ama sağlam bir lezzetti. İtalya’da bile böylesi az; bayıldım. Saatlerce oturduk, konu konuyu açtı, ikinciyi içtim. Gatsby, bundan böyle Foça adreslerimde daimi yerini aldı...

HAYVAN SEVGİSİ, HAYAT SEVGİSİ

Balık mezatı, Foça’nın simgesi. Her deniz kenarı yerleşim yeri böyle değildir. Foça demek, balık demek, deniz demek.

Bir de sokak hayvanları, daha çok da kedi. Ne kadar çok sayıda kedi var. Ve nasıl artan, taşan, herkese yayılan bir hayvan sevgisi. Her sokakta, her dükkân önünde bir kap yemek, bir tas su. Emekliliğinde buraya yerleşmiş o güzel insanları gülümsemelerinden tanıdım. Hep gözlerimizle konuştuk. Balıkçılar, esnaf, turistler; herkes bu sevgi seline iştirak ediyor. Foça’da, mutlaka kedi seviliyor. 

Bu sefer de bu kadarmış. Üç günlük Foça. Burada neredeyse yılın altı ayını geçiren, geçen aylarda da bize veda eden Sunar Kural Aytuna’ya bir selam gönderdim. Onsuz ilk Foça gezim. Aslında nasıl da eksik, ıssız... Tam onun evinin tarafına baktım, “Sunar’ım” dedim. O bana hep öyle derdi, “Canım Fatih’im” derdi. “Canım, Sunar’ım” dedim. “Seni Allah’a ısmarladım” dedim. Sayısız anıyla, kahkahayla, şarkıyla, Foça’yı terk ettim.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler