Güçlü Bir Devam Halkası: Sessiz Bir Yer 2
John Krasinski, büyük gişe başarısı elde ettiği filmi Sessiz Bir Yer’i (A Quiet Place, 2018) serileştirirken, devam filmleri lanetinin bilinciyle hareket ediyor.
Bir filmi çekmekten daha zor bir şey varsa, o da şüphesiz ilk filme yakışır nitelikte bir devam filmi çekebilmektir. John Krasinski, büyük gişe başarısı elde ettiği filmi Sessiz Bir Yer’i (A Quiet Place, 2018) serileştirirken, devam filmleri lanetinin bilinciyle hareket ediyor ve ilk filmin gölgesinde kalmayan, bilakis doğru ve kararlı adımlarla hikayesini genişleten bir senaryo kurgulayarak zanaatındaki ustalığını kanıtlıyor.
John Krasinski, 2018’de çektiği üçüncü uzun metraj filmiyle seyircisini salt sinemanın ilk yıllarındakine benzer mutlak bir sessizliğe davet etmekle kalmadı, aynı zamanda akıllara durgunluk veren bir doğum sahnesiyle de korku sineması tarihine unutulmaz bir sekans hediye etti. Sessiz Bir Yer 2 (A Quiet Place 2), işte bu başarının tesadüfi olmadığını kanıtlamak istercesine, sinema tarihinde çokça karşılaşmadığımız türden iyi bir ikinci filmle arz-ı endam ediyor ve bilhassa Conjuring: The Devil Made Me Do It gibi felaketlerin ardından korku severlerin yüzünü güldürmeyi başarıyor.
İlk filmde izlediğimiz ve uzaylı yaratıkların dünyayı istila ettiği dönemin öncesini ve sonrasını ele alan Sessiz Bir Yer 2, kıyametin yaşandığı günü anlatan uzun bir prolog sahnesiyle açılıyor ve ilk andan itibaren nefis bir tempoyla seyircisini ekrana kilitliyor. Abbott ailesinin, Marcus’un (Noah Jupe) maçında hep birlikte olduğu bu son mutlu ve sakin günleri, istilanın başlamasıyla birlikte tam anlamıyla bir kabusa dönüşüyor. Ses tasarımı, işitme engelli Regan (Millicent Simmonds) nedeniyle farklı karakterlerin bakış açılarına göre planlanan bu girizgâhla kaos duygusunu yükseltilirken, Regan’ın ilerleyen sekanslarda babasının ‘tarafını’ seçmesinin de manevi altyapısı inşa ediliyor. Nefes kesici bir aksiyonun ortasında dağılan ailenin yaşadıklarını paralel kurguyla izlediğimiz söz konusu bölüm aynı zamanda, filmin geneline sirayet edecek kurgulama tercihinin de başlangıcı haline geliyor.
Yüksek gerilimli açılışın peşi sıra, ilk filmin devamında yaşananları anlatmaya koyulan Sessiz Bir Yer 2, Krasinski’nin ‘ayaklara’ duyduğu fetişle birlikte rahatsız ediciliğini daha da arttırıyor. Ailenin yer değiştirmek zorunda kalmasıyla hikâyeye eklemlenen Emmett (Cillian Murphy), filmin ‘baba’ boşluğunu doldururken, aile dramasının korku sinemasındaki işlevselliğini de -yeniden- ispat ediyor. Neticede zombi alt türüne ait onlarca klasikleşmiş filme rağmen birkaç yıl önce izlediğimiz Train to Busan (2016) vb. aile temelli filmlerin türü canlandırması ve çok sevilmesi elbette boşuna değil… Ancak Sessiz Bir Yer 2, bu noktada yalpalamıyor ve senaryosunun drama-korku dozunu dengeli bir biçimde ayarlayarak korku seyircisini unutmadığını gösteriyor.
İnsanlığın kurtuluşuna dair ümitlerini yitirmiş Emmett ve babasının izinden gitmek isteyen Regan’ın, bir sinyalin peşinden hayatta kalan başka insanları bulabilmek amacıyla yeni bir serüvene atılmaları ise hikâyenin olay örgüsünü üç farklı kısma ayırıyor. Bu durum filmin en güçlü anlatısını -ve pek tabii üçüncü filmde senaryonun genişleyeceği yerin başlangıç noktasını- oluşturuyor. İlk filmde daha ziyade aile ve ebeveyn olmak üzerine kurgulanan drama, ikinci filmde anne Evelyn’in (Emily Blunt) bir parça geride kalmasıyla birlikte Regan-Marcus ikilisinin hayatta kalmayı öğrenme mücadelesine dönüşüyor.
Sessiz Bir Yer 2’nin yegâne eksiğine gelince… İlk filmde üstün işitme yeteneklerine sahip olduklarını öğrendiğimiz yaratıklara dair ikinci hikâyede ihtiyaç duyulan açıklama yapılmıyor. Hikâyenin en başına dönmemize rağmen yaratıklar hakkında yeni bilgi edinememiş olmak filmin bilim kurgu ayağını büyük oranda zayıflatan bir unsur... Ancak üçüncü filmin geleceğini haber veren ve bir dizinin sezon finalini andıran kapanış, ilerleyen zamanlarda söz konusu gediğin doldurulacağını düşünmemizi sağlıyor.
Sessiz bir Yer 2, sinema severlerin 28 Days Later (2002) ile tanıdığı, şimdilerin Thomas Shelby’si Cillian Murphy’nin post-apokaliptik filmlerin dokusuyla ne kadar uyumlu ve Krasinski-Blunt birlikteliğinin ise korku sineması için ne denli büyük bir nimet olduğunun kanıtı… Vizyona girdiğinde mutlaka beyaz perdede görülmeli…
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!