Hayatımın akışını yaşıyorum

Songül Öden, şu sıralar "Küçük Adam Ne Oldu Sana?" isimli tiyatro oyununda iki farklı karakterle sahneye çıkıyor. Yakında onu yazarlık yönüyle de tanıyacağız...

Hayatımın akışını yaşıyorum
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.12.2012 - 09:08

Songül Öden, “Umutsuz Ev Kadınları” dizisiyle birlikte şimdi de “Küçük Adam Ne Oldu Sana?” isimli tiyatro oyununda iki farklı karakterle sahneye çıkıyor. Uzun zamandır emek harcadığı Birleşmiş Milletler iyi niyet elçiliğini de sürdürüyor. Şiddet gören kadınlar için çalışıyor, ülkenin sahipsiz çocukları için bilinirliğini kullanıyor. Bir yandan da kahramanı küçük bir kız olan öyküler kaleme alıyor. Yakında onu da saklandığı yerden çıkaracak.

- Diziler, filmler ve tiyatro... Ama bunun dışında şiirleriniz ve kısa öyküleriniz var. Yazmanın karşılığı nedir sizde?


- Yazıyorum demek, hele de şiir ve öyküden bahsetmek benim için elbette zor. Yalnızca kahramanı küçük bir kız olan öykülerim var, onları uzun yıllar kimseyle paylaşamadım. Şimdi bu cesareti kazandım ve onu küçük sığınağından çıkartmak istiyorum.

- Siz misiniz o küçük kız?


- Herkes kendini yazmaz, yazamaz. Tabii bir parçamla benim o kız, benimle çarpışıyor, benimle büyüyor, hayatı tanıyor ama büyük kısmı kurgu. Yazmak oynamaktan farklı, daha içsel. Sait Faik, “Yazmasam deli olacaktım!” diyordu, ben de öyle. Paylaşıp, paylaşmamak da dert değil aslında.

- Oyunculukla, yazdıklarınızı besleyen aynı hissiyat mı?

- Beni görüntüler besliyor, yazdıklarım da görüntülü hikâyeler. Oyunculuğumda da görüntülerden yola çıkarım.

- Asude, abartılmamış bir oyunculuğunuz var...

- Karakterlerimde renkli çevremin payı büyük. Onlardan alıntılar yapıyorum, onlardan çalıyorum belki de. Sonra da yeni bir insan oluşturuyorum.

- Kalabalık bir aileden geliyorsunuz. Beş kız, bir erkek... Bu kalabalık size nasıl yansıdı?

Kavgası gürültüsü çoktur. İtalyan aileleri gibiyiz. Kahvaltı masası güzel başlar sonunda biri bıçaklanabilir! Şaka bir yana çok bağlıyız birbirimize.

- Mesafeli bir ifadeniz var. Duvarların arkasından mı bakarsınız?

- Yok öyle değil aslında. Monoton bir samimiyeti sevmem, işim dışında çok konuşmam. İşim varsa görünür olurum yoksa kimse beni bulamaz. Bu bir tercih, hayatımının akışını yaşıyorum. Rutin bir hayatım var. Zaten sakınmam yaşamaktan, korumam da kendimi. Çünkü koruyacak şeyler yaratmam. Hayatın refleksi bizi yönetiyor, kurgu da yalnızca sinemada, tiyatroda olmalı.

- Diyarbakırlısınız, hiç gidiyor musunuz?

- Ailem Diyarbakırlı, hayatım orada geçmedi. Kader bana kuradan Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nu getirdi ama istifa ettim kısa sürede. Çünkü hayallerimi gerçekleştiremeyeceğimi anladım. Bizden evvel Erkan Petekkaya’nın Ahmet Mümtaz Taylan’ın ve ismini sayamayacağım pek çok iyi sanatçının olduğu bir dönem vardı. Benim çalışmaya başladığımda ise halktan kopuktu tiyatro. Ben de yapamadım. O yüzden seslendirme yaparak geçinebileceğimi düşündüm ve İstanbul’a geldim. Sonra “Gümüş” dizisi geldi ve hayatım değişti.

- Risk almaktan korkmuyorsunuz o zaman?

- İçimde hissettiğimde riski alırım, dış etkenler beni bağlamaz. Planlı bir risk almıyorum, “mış”, “miş”leri seviyorum, “meli”, “malı”yı da hayatımdan uzak tutuyorum.

- Şöhretin zemini kaygan ama siz tutunmayı başardınız.

- Başta reyting ne onu bile bilmiyordum! Medya nedir, magazin nedir? O kadar tuhaf geliyordu ki. Şimdi de saçma geliyor ama alıştım. Mesela hiç hak etmediğiniz yerde zirveye çıkarabilir, yine hiç hak etmediğiniz yerde, yerin dibine inebilirsiniz. Benim marazım tanınır olduğumu unutmam. Şimdi sıklıkla bu kazanda kaynadığımı hatırlıyorum. Görünürlük ve şöhret, hastalıklı hatta patolojik bir durum.

- Peki, ya aşk?


- Aşk olmadan yaşayamayız ama olanın aşk olup olmadığını bilemiyorum. Aşk konusunda hep amatör oldum, pek anlamam ve iyi de konuşamam. Bildiğim şey kredi kartı ile dört taksitle alınamayan tek şeyin aşk ve umut olduğu!

- Birleşmiş Milletler “iyi niyet elçisisiniz” ve kadına şiddet üzerine çalışıyorsunuz.

- Azra Akın’la birlikte bu amacın yüzü ve sözcüsüyüm. Çocuklar ve kadınlarla ilgili bir şeyler yapmayı hep istedim. Şiddet dolu topraklarda yaşıyoruz, şiddetin değmediği çocuk ve kadın yok. İşte ben de elde ettiğim bu görünürlükle bu anlamda işe yaradığımı düşünüyorum. “Beni aldattı!” diye vuruyor kadınını, öldürüyor bu coğrafyanın erkeği. En zayıf halkası bu toplumun ve yine bu söz her şeyi meşru kılıyor. Kadın ve erkek arasındaki hak uçurumu büyüyor. Ben kadın ve çocuk hakları için bu mücadeleyi vermekten gurur duyuyorum. Dünya gittikçe acımasızlaşıyor. İnsanlar daha fazla kazanmak için her şeyi mubah görüyor. Irak bombalanırken canlı yayında, akşam yemeği yerken izliyorduk. Şimdi de Gazze... İnsanlar sorulara cevap vermiyor, ölü balık gibi bakıyorlar.

Küçük Adam Ne Oldu Sana?

- “Küçük Adam Ne Oldu Sana?” oyununun hikayesi nedir?

- Evet! Oyunda iki farklı karakteri oynuyorum. Biri işçi bir ailenin kızı; sevdiği adamla evlenip minnetsiz yaşamak istiyor. Sevdiği adam ise küçük burjuva. Kız anarşist ama farkında değil, muhalif refleksi ailesinden miras. İkinci Dünya Savaşı’nın buhranlı döneminde geçiyor hikâye. Açlık, şiddet ve korkuyla terbiye ediliyor insanlar. Şimdi de çok farklı değil aslında. Oyunda bir de kabare kızı var; anlatıcı. Jartiyeri, şortu, yeleği şapkası ile izleyiciyi her anlamda oyuna tahrik ediyor. Neticede günümüzde “bana dokunmayan yılan herkesi zehirliyor.” Herkes akvaryumunda yaşıyor. Bu oyun da tüm dönemlerin yoksunluklarına gönderme yapıyor. Bu ülke de çok acı gördü, bunda tüm hükümetler suçlu. Bizim de elimizden bu geliyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler