İnsanlık Anıtı Yıkılırken

İnsanlık Anıtı Yıkılırken
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.04.2011 - 05:53

Mehmet Aksoy’un Kars’taki anıtının yıkılmasının yanlışlığı üzerine yazılan yazılar, toplanan imzalar, verilen demeçler yıkımı engelleyemiyor. Yakında aklın, duygunun, yeteneğin ürünü bir sanat yapıtı, resmi kararlarla, ihaleyle, ama aslında güç gösterisine dönüşmüş siyasi bir inatlaşmayla yıkılacak. Üstelik bu yapıtın adı “İnsanlık Anıtı”.

Anıtın yapılmasının sağladığı yarar ve yıkılmasının sağlayacağı yarar üzerine, yani yapılma nedenleri ile yok edilme nedenleri üzerine söylenen sözlerin büyük bölümü siyasi yaklaşımlardan kaynaklanıyordu.
 

Heykelin varlık nedeni

Bir yandan resmi ağızda Ermenistan’la iyi ilişkiler kurmaya çalışılırken, bir yandan yüz yıl öncesine intikam duygularıyla bağlanan toplumsal eğilimlerin yaklaşan seçimlerde oya çevrilmesi hesapları yapılıyordu. Siyasilerin bu hesapları anıtın yıkılma nedenlerini oluştururken, Mehmet Aksoy’un, toplumlar arasındaki barış dileği, heykelin varlık nedenlerinin başında geliyordu.

Bir taş kütlesinin heykele dönüşmesinin güçlüğünü ve heykelin önemini bilmeyen, yaşamını çeşitli erdemlerin üzerine kurmamış insanlara sanattan, estetik hazdan, eşitlik ve dostluk düşüncelerinden söz etmek anlamsızdır belki de, ama yok edilmek istenen bir sanat yapıtıysa başka neden söz edilebilir ki?

Sanatçılar, sanatlarını yaparken kendileriyle sürekli bir çatışma içindedirler. Sanatçının doğum sancısı, yaptığı sanata ruhunun geçerken çektiği çiledir. Bir sanatçının, işini mükemmel yapmaya çalışması bir ahlak işçiliğidir aynı zamanda. Üslubunu yaratırken kendine kurallar koyması ve bu kurallara uyması, kendisini yapıtının içine “işlemesi” ahlaktan başka bir sözcükle tanımlanamaz. Bu nedenle sanat yapmak kutsal bir iştir. Tanrı’nın, insanı kendi suretinde yaratması gibi, sanatçı da sanatını kendi suretinde yaratır. Aslında sanat dışında da, yapılan her iş, yapanın kişiliğinin izlerini taşır. Yapmak da, yıkmak da kişilikle ilgilidir. Tarihteki büyük yıkımların sahipleri, bugün lanetli adlarla anılmaktadırlar.

Demokrasilerin zayıf olduğu ülkelerde sanatçılar, yalnızca yaratı sürecinin güçlüklerini yaşamazlar, aynı zamanda yapıtlarını topluma anlatmanın, beğendirmenin, bir ölçüde toplumun gelişmesine yardımcı olmanın güçlüklerini de yaşarlar. Baskıcı rejimlerde daha da büyür bu güçlükler ve sanatçı ya da yapıt, yok edilme tehlikesini de göğüsler.

Yazdıkları kitaplar, çevirdikleri filmler nedeniyle hapis yatmış, ülkesinden kaçmak zorunda kalmış, öldürülmüş sanatçıları vardır ülkemizin ve bu utanç vericidir. Haksızlıklar, eziyetler, kötülükler, hasta bir ruhun ya da büyük çıkarların sonucu değilse; kendisininkinden başka doğru olmadığına inanmanın kör karanlığının işidir. Oysa yaşam, dogmalaşabilen doğruların ve yanlışların değil, hakların, özgürlüklerin, bilimin ve iyiliğin üstüne kuruludur. Siyasal sistemlerin yaşamın bu gerçeğiyle uyum göstermemesi toplumsal sorunların temel nedenidir. Yani siyaset kurumu, haklar, özgürlükler, eşitlik, bilimin yol göstericiliği gibi temel gerçeklere uymazsa, insanına kötülük yapması kaçınılmazdır.
 

Ucube sözü

Anıtın biçimine ilişkin doyurucu bir yazılı tartışmaya tanık olmadım. Bana göre Aksoy’un yapıtı, bu boyutta bir kütle için mükemmel bir estetik taşıyor. Heykelle, biraz uğraşmış olanlar, boyut ve malzeme ilişkisini ve böylesine dev bir kütlenin tasarlanmasının, mühendislik olarak uygulanmasının güçlüğünü bilirler.

Alçıdan olsun, avuç içi kadar bir insan figürü yapmış ve iki ayağı üzerinde durdurabilmiş herkes ucube sözünün böylesi yüce bir yapıt için ne büyük bir saygısızlık olduğunun kuşkusuz farkındadır. Mehmet Aksoy, varlığıyla bir ülkeyi onurlandıran az sayıdaki sanatçılardan biridir ve uygar bir ulus bu tür sanatçılarının yapıtlarıyla dünyaya karşı dik durur.

Mehmet Aksoy’un anıtını yıkarken, bu yapıtın hangi birikimlerle yapıldığını, hangi önemli değerleri vurguladığını, izleyicisine nasıl yüce duygular verebildiğini göz ardı etmemek gerekir. Tabii bu, gözü olanların yapabileceği bir iştir.Olmayanlar ancak eksiklerinin farkına varıp susmalıdırlar. Susmak da biraz akıl, vicdan ve bilene saygı gerektirir. Bilmediğini bilmek önemli bir erdemdir.

Ülkemiz, 2011 yılında, Afganistan’da Buda heykellerinin on yıl önce yıkılmasına benzer bir eylemi gerçekleştirmek üzeredir. Günün ruhuna uygun deyimle: Haydi bakalım, “Hayırlara vesile olsun!..”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon