İstanbul'un büyüsü kaosu
Avusturya'nın İstanbul Başkonsolosu Gerhard Lutz, namı diğer Delifişek. Lutz ile notalarda nefeslenen, diplomasiye uzanan kariyerini ve İstanbul'u konuştuk. Lutz, "İstanbul yuvam diyebileceğim yer" diyor.
Dünyanın çivisinin çoktandır çıktığı, yerli-milli, yabancı yüz güldüren haberlerin ne yazık ki mumla arandığı bir dönemde iyimserliği, umudu sürdürecek, içimizdeki enerjiyi pozitif istikamate yöneltecek sohbetlere ne kadar ihtiyaç var di mi... İşte bir pazar molasında karşınızda, Gerhard Lutz... Nam-ı diğer “Deli Fişek”!.. Kendisi Avusturya’nın İstanbul Başkonsolosu. Şimdi girişte böyle bir ilk cümle, sonrası aman ağır dış siyaset yazısı mı geliyor diye endişeye mahal yok... Bir pazar olsun şu memleket sorunlarını da, krize girmiş AB konularını da, yamalı dünyanın hali ne olacak serzenişleri de bir kenara bırakalım dedik, yaklaşık bir buçuk yıldır İstanbul’da görev yapan Lutz’la görüşmek üzere yola düştük. Balkanlar, Ortadoğu coğrafyalarını da kapsayan diplomasi kariyerinde hayatla, kendisiyle dalga geçebilecek kadar rahat, muhabbet sevdalısı Lutz’la “onun İstanbul’unu konuştuk... Tabii askerlikten diplomatlığa uzanan kariyerinden satır başlarını da ve tüm bu yaşam örgüsünde asla vazgeçmediği profesyonel bas gitarlığa uzanan müzik tutkusunu da...
Fotoğraflar: Kurtuluş Arı
Lutz 58 yaşında
“Ah İstanbul! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin” der ünlü Fransız yazar Pierre Loti... Bir çoğumuz aşk-nefret harmanının döngüsüne kapılıp giderken gündelik koşturmaca unuturuz bu tüm hançerlere karşı hâlâ ayakta durma çabasındaki kentin büyüleyiciliğini... Yerlisi yabancısı, “hepimizin bir İstanbul’u vardır” ya o hesap, istikamet güneşin mavilere vurduğu bir günde adresimiz Boğaz’ın Avrupa kıyılarındaki Yeniköy’de Avusturya Konsolosluğu’na evsahipliği yapan tarihi bina. Konsolos Lutz’un penceresinden İstanbul’a bakmak şöyle bir... İçerde farklı bir heyecan var... Lutz’un 58. yaş doğumgünü. Yoğun programı içinde onun zamanından çalabildiğimiz vakit, ironik şekilde onun bu özel gününden bir zaman dilimi... Başkonsolos ve Özel Kalem Gamze Terzioğlu birlikte gülen yüzle, sıcacık karşılıyor bizi. Lutz, çalışma arkadaşlarının ona güzel bir güne başlasın diye sabahın 7’sinde yürüyüş yaptırdığını, ardından kutlamaların peşi sıra geldiğini söylerken kahkahalar yankılanıyor. Boğaz’ın görsel şöleninde elimizde kahvelerimiz sohbete başlıyoruz..
MÜZİK TUTKUYDU AMA...
- Profesyonel olarak müzikle uğraşı, ardından askeri eğitim, sonrasında diplomatlığa uzanan bir kariyer... Hayat nasıl ördü bu yolda ağlarını...
15, 16 yaşlarındaydım... Müzik büyük bir tutkuydu bende. İyice merak sarıp, gruba katılıp profesyonel müzisyen olmak istedim. Yeteneğimden ötürü demek sadece yeterli olmaz. Şanslıydım. 18, 19’larıma gelince bir grupta gitarist olmak için teklif aldım. Ailemde müzikle uğraşan yoktu. Bir çoğu kendi küçük işletmelerinde çalışmaya devam ediyor, sanırım benden de bunu bekliyorlardı. Ama ben ayrı bir yol seçtim. Profesyonel olarak müzik grubuyla Avrupa turuna çıktım. Yaklaşık 3 yıl sürdü. Ama bu sürede anladım ki bu çok zorlu bir iş. Yılda 300'ü aşkın konser vermek, müziği adeta yoğun mesaili bir iş haline getirmek, kendimi, kariyer planlarımı sorgulamaya itti. Daha fazla aşkla bu işe devam edemeyeceğimi anladım, yaptığım işe soğumuştum. Bir süre sonra tüm müzik aletlerimi sattım, müzik yapmayı bıraktım, henüz 22 yaşlarımdaydım. Ama kendime itiraf ettiğim, bunu iş haline getirmekten hoşlanmamıştım.(Konsolos Lutz, o günleri hatırlayınca gülerek devam ediyor) O sırada karşıma müzikle uğraşımın belki de zıttı olarak tanımlayabileceğim askeri akademide eğitim olanağı çıktı. Burs fırsatı da yakalayınca hemen değerlendirdim. Zor bir karardı ama o an çok da rasyonel düşünmedim sanırım. O sıralar müziğe yönelik aşkımın profesyonalleşmesiyle, yaşadığım yabancılaşmadan bir kaçıştı belki de. Askeri akademiyi bitirdim. Ama kişilik olarak askeri kariyer sürdürmek istemediğimin de farkına vardım. Bu eğitimle ne yapacağımı düşünmeye başladım, avukat, banker de olamazdım... O sıralarda gazete ilanında Dışişleri Bakanlığı’nın benim akademik geçmişime de uyacak şekilde eleman aradığını okudum. Kaçırmadım tabii, başvurdum. O yaşta aklımda olan sanırım, Dışişleri Bakanlığı'ysa o zaman yolunuz yurtdışı olacağıydı. Ve bu yolun içine girdim.
- Sonra?
Süreçte anladım ki kişiliğimle uyumlu bir görevdi. Benim için son derece iyi bir seçim olduğu düşüncesindeyim. (Konsolos’un şu sözleri onun pozitif hayata bakış mottosunu özetler gibi de bir anlamda..) Elbette aldığım her karar doğruydu, ya da mutluluk verdi diyemem. Ama hayatın genelinde sonuçta beni ben yapan şeylerin bileşeninden mutluyum.
-Sosyal paylaşım hesaplarınızdan birinde kendi ifadenizle “Aklım işime kalbim müziğe bağlı” diyorsunuz...
Her insanın beyninin rasyonel ve duygusal iki tarafı var. Bu bir anlamda benim bakış açımı da ortaya koyuyor. İşime bağlıyım, seviyorum ama müzik tutkum da vazgeçilmez. Diplomat olmak, kimi zaman adeta “bir balonun içinde yaşamak” gibi de olabiliyor. Toplumun bir kesimi ile iletişimde olmak, aynı yüzleri görmek, belli yerlere gidip belli konuları konuşmak vs. Bundan da elbette mutlu oluyorsun ama tek başına sizi bütünlüklü tatmin etmeyebiliyor, normal yaşamın akışında yeterli gelmeyebiliyor. İşte o zaman benim için diğer pencere, müzik devreye giriyor. Müzik gerçek yaşama dair ayaklarımın yere basmasına yardımcı oluyor. O dünyada farklı insanlarla bir araya gelip müzik yapmak, dinlemek, farklı konuları, sade hayatları, kimliğin, işin ne olduğuna bakmadan paylaşmak... Yani benim “Delifişek” olarak var olabilmeme yardım ediyor.
- Hangi tür müzikle daha haşır neşirsiniz? Müzik grubunuz var mı?...
İstanbul’da pek çok müzisyen arkadaşım var. Vakit buldukça onlarla birlikte sık sık çalıyoruz. Konsolukta konserler de düzenliyoruz. (Gülerek) Pop çağında doğduğum dönemden olsa gerek, bu yaşlarıma gelince bir çokları gibi elbette caz ilgi alanımın çoğunu kaplasa da ben hâlâ kendimi pop dokunuşlu caz yapıyorum diye tanımlamayı seviyorum. Bas gitar ana dalım ama yakın zamanda piyano çalmaya da başladım.
- Sevdiğiniz müzisyenler...
Nils Landgren & Esbjörn Svensson.
- Dışişlerinde savaş sonrası Saraybosna deneyiminiz de olmuş... Biraz bu dönemden bahseder misiniz?
Savaş sonrası Avusturya buraya yeni büyükelçilik inşa etme kararı verdi. Zor dönemlerdi. Büyük acılar, kayıpların izleri vardı her yerde.. Görevi bana önerdiler, askeri geçmişim de bunda elbette etkili olmuştur. Çok zordu. 25’li yaşlarımdaydım. Aralık ayıydı ilk gittiğimde. Binalarda ne ısıtıcı, ne pencere vardı... Ama burada hissettiğimiz duygu her gün yeni bir şey inşa etmenin ne kadar önemli olduğuydu. Her geçen gün ekibimizle birlikte hayatı daha yaşanabilir kıldık. Umut ve gelişme vardı. İlk zamanlarda hiç suyumuz yokken günde bir saat buna erişebilmek, ardından bunu her geçen gün ilerletebilmek müthiş bir dayanışma hissi veriyordu. Bir anlamda en kötü koşuldan iyisini yaratma çabasına uzanan yolda verdiğin mücadele insanı motive ediyor, güçlü, umutlu kılıyor. İyi bir deneyimdi...
DELİFİŞEK LAKABI...
- Sosyal medya hesabınızda kendiniz için “Delifişek” diyorsunuz, arkadaşlarınız da size yönelik bu ifadeyi kullanıyor. Nerden çıktı bu “Delifişek” ?
Gamze’ye sürekli Türkçe deyimler soruyorum, ki bunların içinde kendimi nasıl tarif edeceğim de dahil. O da bir gün “deli” dedi. Ben de deliyim ama sanırım bu yetmez dedim. O da aramaya devam etti. Sonunda buldum diye fırladı, “deli fişek” dedi. Olumsuzdan çok pozitif bir anlam çerçevesinde kullanıldığını öğrenmek de beni mutlu etti. (gülüyor) Bu çevreme de yayıldı, beni tanıyanlar böyle hitap etmeye başladı.
İSTANBUL BENCE AŞK DEMEK
- İstanbul’la yolunuzun kesişme hikayesi nasıl?
Osmanlı İmparatorluğu'nun bir dönem hakimiyetindeki topraklarda, Balkanlar, Ortadoğu coğrafyasında da görev yaptım. Saraybosna, Beyrut, Şam.. Ve bu topraklarda Osmanlı döneminin hoşgörü anlayışının izlerini görmekten çok etkilendim. İstanbul için de böyle... Bir yabancı olarak kendimi çok rahat hissettim, hissediyorum. Bir yabancının başka bir toprakta kendini böyle hissedebilmesi eşşiz bir duygu. Bu benim için çok özel, mutluluk verici. Bundan önce Berlin’de görev yaptığım sırada beni İstanbul Başkonsolosluğu için düşündüklerini ilettikleri telefon geldi. Hatırlıyorum, çok mutlu oldum. Daha Berlin’deki görev sürem dolmamıştı ama İstanbul’u gelmeyi hemen kabul ettim. Yaklaşık 27 yıl önce de bir çok kez İstanbul’u turist olarak ziyaret etmiş, çok etkilenmiştim.
- İstanbul’un sizde yarattığı duygu nedir?
İstanbul benim için aşk demek. Şimdi soracaksınız senin için “aşk nedir” diye... Kaostur, asla sıkıcı değildir, belki duygusal açıdan kimi zaman gözyaşı, acı da demektir ama diğer yandan heyecan, sevgi, sevinç, yani olasılıkların bütünüdür.
- Biz ona buralarda “İstanbul aşk ve nefret bileşeni” diyoruz!...
Doğru... Berlin mesela, en dip ya da en tepe diye çoğu zaman insanda bir duygu yaratmayabilir, herşey denge içindedir. Ama İstanbul farklı... Ben açık sözlüyümdür. Paylaşmak isterim, bunca yıllık yurtdışı kariyerimle birlikte kimi zaman hissiyatım “evimin olmadığı, kaybolduğum”... Ama ilginçtir ki İstanbul’da havaalanına indikten sonra neden bilinmez evime gelmiş gibi hissettim. Bunca yıldan sonra bende ev hissi yaratan ilk yer oldu. Şimdi düşündüğümde, hayatımın geri kalanını burada yaşamak isterim gibi geliyor... (Gülerek) Emekliliğime var tabii daha...
- Sizin İstanbulunuz’a gelirsek... En güzel manzara?...
Biliyorum İstanbul’un farklı noktalarında, Boğaz’ın etkileyici görüntüleri var. Ama benim için en güzeli burada evim diyebileceğim yerde terasımdan, balkonumdan gördüğüm manzara...
- İstanbul’un deli trafiğine çözümünüz...
Metro.. Araba kullanıyorum ama metro kolaylık açısından tercihim. Bisikleti bundan önce yaşadığım ülkelerde sıkça kullanırdım ama ne yazık ki Paris, Berlin hep çalındılar... İstanbul’da bisiklete binmiyorum.
- En uğrak kent noktanız?...
Şişhane, Galata sevdiğim, bölgelerden.
BEYLER UTANMAYIN
- Türkiye’de yemeye hayır diyemeceğiniz favorileriniz?...
İskendere bayılıyorum. Elde açılmış mantı favorim. Çok süslü, gösterişli restoranlar yerine küçük, esnaf lokantası olarak da adlandırılabilecek yerleri seviyorum. Buralarda yemeğin tadı hakkını alıyor.
- Mutfakla aranız nasıl, sosyal medyada yemek pişirirken görselleriniz ilgi görüyor...
Evet, yemek pişirirkenki fotoğraflarımı sosyal medyada paylaşıyorum. Ama aslında kendimce bununla bir mesaj verme kaygım var (gülüyor)... Biliyorum ki bir çok Türk erkeğinin yemek yapma konusunda aşk-nefret ilişkisi, çekincesi var... Bunu toplumla paylaşmaktan utanma yönünde bir eğilim de var. Ben de hadi beyler utanmayın, yemek yapmayı sevdiğinizi biliyorum, ben de yemek yapıyorum, siz de yapın, eşinize, dostunuza yemek pişirin diyorum.
- Kamuoyunun dikkatine Bond filminde kullanılmasıyla bir kez daha gelen Kapalıçarşı’nın çatısına çıkanlar kervanına eklendiniz sanırım...
Evet, sağolsun Kapalıçarşı esnafı benim bu tarihi yapılara ilgimi duyunca, davet etmişti. Ve bu çok özel fırsatı bana verdiler. Oraya çıkabilmek, İstanbul’u buradan görebilmek çok özel bir duyguydu. Ortadoğu coğrafyasında kimi eski tarihi pazarları da gezdim, hepsi etkileyici. Aslında geçmişi bugünün terminolojisinden değerlendirirsek yüzlerce yıllık bir nevi AVM...
- İstanbul dışında Türkiye’de gördüğünüz yerler neresi?
1.5 yıldır görevdeyim. İşimin İstanbul merkezli olmasından dolayı çok fazla Türkiye’nin farklı noktalarını görme fırsatı ne yazık ki bulamıyorum. Çanakkale, İzmir, Çeşme, Bodrum taraflarını geçen yıl gördüm. Arabama binip istediğim gibi bir yerde durup orayı keşfetmek isterim ama ne yazık ki işim gereği buna yeterli zamanım yok. Mesala bir etkinlik için Kastomonu’ya gittim, sadece bir gece kalabildim. Bir kentin ruhunu, insanlarını anlamak için yeterli değil...
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Urla'da hasat 1 ay gecikme ile başladı:
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması