John Steinbeck'ten 'Bir Savaş Vardı'
John Steinbeck, İkinci Dünya Savaşı sırasında muhabir olarak İngiltere, Afrika ve İtalya'daki gözlemlerini ve askerlere ilişkin izlenimlerini Bir Savaş Vardı adlı kitabında topluyor; bir bakıma savaşın anlamı ile anlamsızlığını, tuttuğu ve sonradan kitap haline getirdiği notlarla tarihin bir kesitine değiniyor.
'Silahlar arasında yasalar susar.' (Cicero)
'Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.' (Bertrand Russell)
İnsalık tarihi, savaşların tarihidir bir yerde. Hatta savaşlar, başlı başına bir tarihtir de denilebilir. İnsanın yaşadığı her dönemde savaş vardı. Ama topyekûn savaş kavramı ile ancak 20. yüzyılda tanışıldı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları; daha doğru bir deyişle Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşı, topyekûn savaşın ne olduğunu insanoğluna tam anlamıyla öğretti.
John Steinbeck, Bir Savaş Vardı'yla bu topyekûn çılgınlığın ya da paylaşım mücadelesinin ikincisine askerlerin gözünden ışık tutuyor ve izlenimlerini okuyucuya aktarıyor. Bir diğer ifadeyle, tarihe not düşüyor.
Muhabir Steinbeck
Steinbeck kendini, 'savaşan bir ulusun muhabiri' biçiminde tanıtarak başlıyor kalem oynatmaya (s. 7). Komutanların, savaş muhabirlerinden hiç hoşlanmadığını ve sansürün (özellikle de otosansürün) varlığını hissettirdiğini de ekliyor.
İsimsiz bir savaş gemisinin adsız askerlerinin nereye yollandıklarını bilmeden cepheye gidişlerini betimlerken, askerleri birbirinden ayıran yalnızca kasklarındaki rakamlardır: 'Bu gemide askerleri birer birey olarak ele almak olanaksız. Dikey olsun yatay olsun, her biri 1.80'e 1.00 metrelik yer kaplayan birer eşya' (s. 16).
Savaş gemisi veya uçağı olsun, Steinbeck için ilk satırlardan başlayarak ana eksende hep askerler var; isimsiz, memleketinden uzakta ve bir savaşın; savaşı yönetenlerin bilinmeze sürüklediği askerler. Steinbeck, o askerlerden bazılarının okuduğu gazete yorumlarını algılayışını aktarıyor okuyucuya: 'Bizim sinirlerimiz çeliktenmiş, hiç korkmazmışız, bizden daha cesuru yokmuş' (s. 29).
Savaşın debdebesinde, askerler için düzenlenen eğlenceler de notlar arasında bulunuyor. Steinbeck, askerlerin eğlence öncesi bir geçit töreninden söz açıyor: 'Askerler Londra'da geçit törenine katıldı; giydirilmiş makineler gibiydi hepsi: Heybetli, tüfekleri gibi dimdik (...) Daha düne kadar kasap, memur, veznedardılar. Ama artık kahramanlar. Birbirini tutmayan adımlarıyla yüce bayraklarının ardından ayaklarını sürüyerek yürüyorlar' (s. 43).
Lala Anderson'un ünlendirdiği, Norbert Schultze ve Hans Leit tarafından yazılan 'Lilli Marlene' adlı şarkıyı anımsatıyor Steinbeck; tanıdığı onca subay arasından bir ere âşık olan genç kızın öyküsünü anlatan şarkı aracılığıyla şu yorumu yapıyor: 'Savaş şarkılarının savaşa dair olması, savaşı anlatması şart değil ki. Zaten savaş şarkılarının çoğu kadınlara ve aşka dair (...) 'Lilli Marlene' ölümsüz, bir askere olan aşkı yalnız Almanları ilgilendirmiyor. Şarkılar siyasete benzemiyor, sınırları kolayca aşabiliyor' (s. 61-62).
Steinbeck'in o dönem ile ilgili önemli izlenimlerinden biri de, askerlerin savaş halinden çok savaş sonrasından korkmasıdır. Teknolojinin gelişmesi ve otomasyon nedeniyle savaşın ardından işsiz kalacak pek çok asker bulunmaktadır. Savaş, ironik biçimde 'tatil gibidir' o günlerde (s. 72).
"Kara kıta"
İngiltere'deki notlarını tamamlayan Steinbeck, Afrika'da defterlerine kaydettiklerini karıştırmaya koyulur. Kuzey Afrika ilk duraktır. Steinbeck'in Cezayir gözlemleri, bu kentin durgunluğunu yansıtır. Çölün sıcağı, rüzgârın hafifletici etkisi ve şarap değindiği ilk konulardır. Kuzey Afrika'daki imzalı banknot geleneği dikkatini çeker. Önemli kişiler paraların üzerini imzalar buralarda. Steinbeck, bunun yararını şöyle açıklar: 'İnsan kolay kolay yirmi dolarlığı, yüz dolarlığı harcamıyor. Ya biriktiriyor ya da önemli bir ihtiyacının karşılığı olarak kullanıyor' (s. 124).
Kendisini etkileyen tank mezarlığından hareketle Steinbeck, bir yorumda daha bulunuyor: 'Modern savaş hiç mi hiç acımıyor. Öteki savaşlarda olduğu kadar çok insan ölmüyor bu savaşta; ama her zamankinden çok silah mahvoluyor. İnsanla insanın savaşı değil bu, silahla silahın savaşı' (s. 126).
İtalya'da
Askerlerin yaptıkları provalarda hemen her ayrıntıyı öğrendiklerini aktaran Steinbeck, yalnızca bir şeyin eksik kaldığını belirtir, o da 'düşman ateşi'dir: Düşman ateşiyle karşılaşacakları zamana kadar asker değiller (s. 134).
Savaş, ölüm demektir biraz da. Ölümle yaşam arasındaki ince çizginin ortaya çıktığı anlardır çarpışma anları. Steinbeck'in bu konuya yaklaşımı da ilgi çekicidir: 'Savaşta adam ölmez ki. Savaşta adam ölseydi, savaş çıkar mıydı hiç? Kimse ölmez. Ama herkes birbirinin yüzüne bakıyor, birbirinin yüzünde ölümü görüyor' (s. 135).
Steinbeck, İtalya'nın Akdeniz kıyılarında, 12 Ekim 1943 günü şunları düşer defterine: 'Almanların dünyayı ele geçirmek, İngilizlerin İngiltere'yi savunmak, Amerikalıların da hatıra eşya toplamak için savaştıklarını söylerler' (s. 145). Bunu ona yazdıran, İtalyan kentlerinde dolaşan Amerikan askerlerinin, sevdiği kıza 'tarihi taş' götürebilmek adına seferber olmasıdır.
İtalya'da faşizmin zirvede olduğu yıllarda Steinbeck, Amerikan askerleriyle beraber oradadır. Halkın arasına karışmış sorular sormaktadır, bunlardan en belirgini ise 'Siz faşist misiniz?'dir. Yanıtlar hemen hemen aynıdır: 'Evet, faşist olmayanlara iş verilmiyor, iş verilmeyince çocuğumuza nasıl bakacağız; biz de partiye kaydımızı yaptırdık' (s. 150).
Steinbeck, askerlerin savaşta kendilerine 'uğur' getireceğine inandığı bazı şeyleri yanında taşıdığını gözlemler. Peki, savaşta 'uğur getirmek' ne demektir? Steinbeck'in yanıtı şöyledir: 'Askerlerin yaralanmaması' (s. 169). İnciller, tavşan ayakları ve taşlar, cephede 'uğur getirdiği' düşünülen şeylerin başında gelmektedir. Aynı şekilde yakınların fotoğrafları da, bu nedenle ceplerde taşınmaktadır. Paralar, yüzükler, iğneler de.
Savaşın yıkıcılığında ölmek veya yaralanmak gibi düşüncelerin ya da gerçeklerin, askerlerin zihninden bir an bile çıkmaması çok doğaldır. Steinbeck'in notları da bunu yansıtır: 'İlk kurşunla yaralanmak vardı. İlk kurşunla ölmek vardı. Bir de ilk kurşunun kendisine hiç değmemesi vardı. En iyisi de buydu galiba. Sonra ölmek yaralanmaktan, uzun süre acı çekmekten daha iyiydi' (s. 194).
Savaşı anlamak
Steinbeck'in anlatımında dikkat çeken bir nokta da, izlenimlerine konu olan çoğu mekânın 'bir yer' şeklinde adlandırılmasıdır. Olayların geçtiği yerleri unutmuş olmasından kaynaklanır bu adlandırma. Notlarını sonradan kitap haline getirmesinden dolayı pek çok yerin ismi hafızasından silinmiştir. Steinbeck, savaşa hazırlığı ve savaşın kendisini korkunun ürünü olarak görür ve ardından şöyle der: 'Havayı nasıl bomba denemeleriyle zehirliyorsak, ruhlarımızı da korkuyla zehirliyoruz.'
Steinbeck'in, kitabın ilk satırlarındaki belirlemesi son söz olarak da değerlendirilebilir: 'Kazaları unutmak belki de gereklidir, savaşlar da birer kazadan başka nedir ki? Kazalardan ders alırsak, anılarımızı canlı tutabiliriz, ama kimsenin ders aldığı yok.'
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, Steinbeck'in bu sözünden hareket edildiğinde bir kazadır. İnsanlık, topyekûn iki savaştan ne kadar ders çıkardı kendine, orası tartışılabilir. Ancak gerçek olan şu ki Steinbeck, kitaplaştırdığı notlarında, cephedeki askerlerin yanında yer alarak olup biteni onların gözünden aktararak, savaşı hem anlamaya hem de anlatmaya çabalıyor.
Bir Savaş Vardı, Steinbeck'in savaş notları değil yalnızca; aynı zamanda bir hatırlatma, savaşı bire bir yaşayanlarla kimileri için uzakta kalmış olanı bir anımsatma. Bir Savaş Vardı/ John Steinbeck/ Çeviren: Ülkü Tamer/ Remzi Kitabevi/ 198 s.
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi