Kadın Karnemizdeki Kırıklar...
Mevsim ne olursa olsun bazen hep kar yağar ya! Bugünlerde hava kar yağışlı seyrediyor. Güven duygusunun yerini giderek kuşku alıyor. Yaşama tutunmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Korku iklimi hayatın her alanına egemen oluyor. Bu koşullarda güneşli yaz yağmurları niye yağsın ki?
Cumhuriyet değerleri ve kazanımlarımız tartışmaya açılmışken, babalanmalarla, efelenmelerle, posta koymalarla yatıp kalkarken, yapılanlara şaşırmaktan çevreye şaşı bakarken hava parçalı bulutlu nasıl olmasın ki?
Evliya sabrının bile yetmediği bir süreçten geçiyoruz. Yol haritası ararken zorlandığımız, çıkış kapılarını gösterirken horlandığımız bir süreç bu. İyisi mi nefes almak için biraz gerilere gidelim, derin bir iç çekişle de olsa ayrı bir duyarlılık yaşadığımız onurlu bir tarih sayfasını aralayalım.
5 Aralık 1934 biz kadınların hayatına eşitliğin, seçme ve seçilmenin kazındığı tarihtir.
5 Aralık 1934 vatanı vatan yapan kuşağın kadına verdiği değerin altını, altın değerinde çizdiği tarihtir.
5 Aralık 1934 yedi düvele meydan okurken canlarını cömertçe harcayanların, kan ve can pahasına çizdikleri yol haritasında kadını Cumhuriyet projelerinin temeline oturttuğu tarihtir.
Seçme seçilme hakkı
5 Aralık 1934 1.5 milyarlık İslam coğrafyasında kadının kaderini değiştirebilen tek laik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınlarına verdiği değeri ilan ettiği tarihtir. Bu anımsamanın ardından gelelim günümüze. Kadını 1930’lu yıllarda böylesine gönendiren bir ülkenin 2009 yılı karnesi ne yazık ki kırıklarla dolu. Meclis’teki temsil oranımızla, karar mekanizmalarındaki yerimizle, siyasal partiler ve yerel yönetimlerdeki azınlık koridorlarımızla geldiğimiz ve getirildiğimiz yer meydanda. Bize dayatılan roller ve biçilen modeller ortadadır.
1935 yılında ülkenin büyük çoğunluğu eğitimsizken, yıllar süren savaşlar ülke ekonomisini çökertmişken, kadını ön plana çıkaran anlayış 15 milyon yurttaşın temsilcisi olarak TBMM’ye 18 kadın milletvekili sokar. Bugünse seçmenlerin yüzde 50.73’ü kadınken, kadın nüfusu 35.5 milyona ulaşmışken, TBMM’de 550 koltuğun ancak 50’si kadınlara aittir.
2009 yılında TBMM’de işgal ettiğimiz 50 koltuk, oran olarak 1935 Meclisi’nin gerisindedir. Gelişmekte olan ülkelerde, demokratik düzene geçişleri bize göre çok daha yeni olan Doğu Bloku ülkelerinde, Türki cumhuriyetlerde ve Müslüman ülkelerin çoğunda bu oranlar ülkemizin çok ilerisindedir.
Diplomasız 10 gencin 7’sinin kız olduğu günümüzde, kadının işgücüne katılımının yüzde 22’ye düştüğü ülkemizde küresel cinsiyet uçurumu, ülkemizi, kadınlarına en kötü muamele eden ülkeler arasında ilk 10’a koymuştur. Kadın-erkek eşitliği sıralamasında 134 ülke arasında 129. sıradayız. Pek çok Avrupa ülkesinden çok daha önce bize sağlanan haklara rağmen, geldiğimiz yer dikkat çekicidir, onur kırıcıdır, üzücü, sarsıcı ve düşündürücüdür. Atatürk Türkiyesi’nin eşit ve çağdaş kadınlarından, dört duvar arasına hapsedilen kadına niye ve nasıl gelindi? Kadına biçilen görev ve dayatılan rollerde, bu köklü değişime kimler, niçin izin verdi? Geldiğimiz noktada öncelikle bu adresleri sorgulamak, yargılamak ve bazı adları da büyük harflerle anmak gerekir.
Her 4 kadından biri fiziksel ve cinsel şiddet görüyorsa, ocak-kasım arası 135 kadın kendini yakmışsa, 47 kadın silah ya da iple intihar etmişse, 50 kadın “namus” adı altında öldürülmüşse bu önemsenmesi gereken bir sorundur.
Töre cinayetleri
Kadınla olan meselesini bir türlü çözemeyen, buna niyeti de olmayan toplumumuzun bir başka kanayan ve hayatı kana bulayan yarası da aile içi şiddet ve töre cinayetleridir. Bu konu; zamanın şifalı ellerine bırakılacak, yasaların insafına terk edilecek, magazin basınına havale edilecek kadar hafif bir konu değildir. Bu sorun öncelikle toplumun kadın ve erkek ayrımı olmadan üzerine gitmesi gereken bir insanlık ayıbı ve bir insanlık dramıdır. Bunun için de öncelikle toplumun kadına, erkeğin kadına, kadının kadına bakışında köklü değişimler olmalı, erkek erkeğe muhabbetin, cemaat kültürünün, kabalığın ve hoyratlığın hüzün dolu fotoğrafı ortadan kalkmalıdır.
Her derdin gelip ulaştığı son nokta kadınsa, çocuk yaşta evlilik, çokeşlilik, berdel gelip kadını buluyorsa Van’da yapılan araştırmada olduğu gibi “Bir daha dünyaya gelirsem kadın olmak istemem” diyenlerin sayısı artar. Yoksulluk kadınla neredeyse özdeş hale gelir. Yoksulluk ve hastalık iki tren rayı gibi uzayıp gider. Hayatın pahalı, canın ucuz, hele de kadın hayatlarının daha da ucuz olduğu ülkemizde töre cezayı baştan kesince, o çarkın dişlileri arasında kadın, gençliğini, hayallerini, aşklarını, çilesini öğütüp un ufak eder.
İmza atmayı bilmeyen, ama dayak atmayı iyi bilen erkeklerin elinde, dermanla tanışmadan, itilip, kakılıp, savrulan o olur. “İş istiyorum” diyen kadına “Evdeki işler yetmiyor mu?” diyen bakanlar var oldukça, dayak izlerinin yüzünde ve ruhunda haritalar çizdiği kadın sayısı artar. Şimdi rakamları üst üste koyalım. 6 milyon okuryazar olmayan kadınımızı, 6 milyon cinsel ve fiziksel şiddet gören kadınımızı düşünelim. Bu rakamları belleğimize yazalım ya da küpe yapıp kulağımıza takalım ve hiç çıkarmayalım!
Sorunların az, sorumluların çok olduğu nice 5 Aralık’lara…
En Çok Okunan Haberler
- Cinsel içerikli videolar çeken karı-koca tutuklandı
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- Özgür Özel, Erdoğan'a seslendi
- 'Hukuki başvurular yapılacaktır'
- Ölü ve yaralılar var!
- Anlattığı anlar ortaya çıktı!
- Erdoğan'dan Özel'in 'savaş ilanı' sözlerine yanıt
- Kayak merkezinde korkunç anlar... 17’si ağır 30 yaralı!
- Cem Yılmaz'ın yeni evi dudak uçuklattı!