Kentsel dönüşüm, medya, İstanbul

Kentsel dönüşüm, medya, İstanbul
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.06.2013 - 07:20

Öncelikle kentsel dönüşümden ne anlaşılması gerektiği konusuna açıklık getirmek gereklidir. Kentsel dönüşüm; mevcut haliyle sosyal ihtiyaçları karşılayamayan ve çöküntü bölgesi haline gelmiş alanların, can ve mal güvenliği açısından yaşamsal tehlike yaratan binaların yıkılarak çağdaş planlama ilkelerine göre yeniden yaşanabilir mekânlara dönüştürülmesidir.

Günümüzde büyük kentlerin giderek artan sorunlarına çözüm aranırken “kentsel dönüşüm” sözcüğü sihirli bir ifade olarak gündemde yerini aldı. Çağdaş ve güvenli bir kent yaşamını sağlama konusunda en üst düzeyde sorumluluk sahibi olan merkezi ve yerel yönetimler, proje üreten firmalar, yükleniciler ve mal sahiplerinin tümü bu konuya odaklanmış durumdalar. Yazılı ve görsel basında, sektör temsilcilerinin düzenledikleri toplantılarda, farklı boyutlarıyla “kentsel dönüşüm” konusuna yer verilmektedir. Bir yönüyle baktığınızda bu konunun toplumun her kesiminde konuşuluyor olması ve gündemde tutulması olumlu olarak yorumlanabilir. Ancak günümüzde çarpık kentleşmenin yarattığı her türlü olumsuzluğun karşısında, sorunların çözümünün sihirli bir anahtarı haline getirilen bu kavramın yarattığı çözüme yönelik algı ile gerçekten yapılmak istenenlerin ne derece örtüştüğü ciddi olarak sorgulanmalıdır. Bu konuda yasal düzelemeler tamamlandığı belirtilerek deprem güvenliği açısından riskli bölgelerde yıkımlarla birlikte bu dönüşüm süreci başlatılmıştır. Hızlı nüfus artışıyla kontrolsüz büyüyen ve bu nedenle yaşamın giderek zorlaştığı kentlerimizi, çağdaş yaşam koşullarıyla buluşturacağı öngörülen bu model; çağdaş kent planlaması ilkeleri ile gerçekten uyumlu mudur?

Öncelikle kentsel dönüşümden ne anlaşılması gerektiği konusuna açıklık getirmek gereklidir. Kentsel dönüşüm; mevcut haliyle sosyal ihtiyaçları karşılayamayan ve çöküntü bölgesi haline gelmiş alanların, can ve mal güvenliği açısından yaşamsal tehlike yaratan binaların yıkılarak çağdaş planlama ilkelerine göre yeniden yaşanabilir mekânlara dönüştürülmesidir. Kentsel dönüşümün tarafları; öncelikle bu alanlarda yaşayan insanlar, yerel yönetimler, merkezi yönetim, kent planlamacıları, sosyologlar, üniversiteler, yetkin meslek örgütleri, tasarımcılar, sivil toplum kuruluşları ve sektördeki yüklenicilerdir. Görüldüğü gibi, çok sayıda aktörü içeren bu konunun merkezi hükümetin yayınladığı bir yasa ile, tepeden inme bir şekilde yaşama geçirilmesi gerçekçi değildir. Konu ile ilgili her kesimin farklı beklentileri göz önünde tutulmalıdır. Bu noktada merkezi yönetimlere düşen en önemli sorumluluk, taraflar arasında iyi bir koordinasyonla bu sürecin sürdürülebilir bir kent planlaması bağlamında yürütülmesini sağlamaktır. 2012 yılının Mayıs ayında çıkarılan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Yasa” ve sonradan çıkartılan yönetmelikler bu amaca hizmet etmekten çok uzaktır. Yerel yönetimler, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, sektör aktörleri düzenledikleri toplantılarda bu konulara dikkat çekmekte, çözüm için ortak çalışma yapılmasının gerekliğini vurgulamaktadırlar. Oysa Çevre ve Şehircilik Bakanı katıldığı her etkinlikte kentsel dönüşüm adına ne kadar başarılı işler yaptıklarını, halkın da kendilerine yardımcı olması gerektiğini ifade etmektedir. Merkezi yönetimce kentsel dönüşüm adı altında yapılan uygulamalar incelendiğinde; büyük çoğunluğunun son 10 yılda TOKİ ve yerel yönetimler tarafından yapılan yeni konut projeleri olduğu görülecektir.

Çıkarılan Afet Yasası\t yapıcı mıdır, yıkıcı mıdır?

“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Yasa” gerçekten sağlıklı bir kentsel dönüşümü sağlayabilecek midir? Bu yasada gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na tanınan yetkilerdir. Bu yasa ile bakanlığa her türlü imar planı yapma, riskli alanları belirleme, yapıları yıkma, kamu alan ve binalarını farklı şekilde değerlendirme gibi sınırsız yetkiler verilmiştir. Bakanlık bu yetkilere dayanarak birçok yeşil alanı, kamu lojmanlarını, okulları, hastaneleri farklı şekilde imara açabilecektir. Buna paralel çıkarılan yasalarla kent arsaları hastane kurma amacıyla özel şirketlere devredilmek istenmektedir. O şirket yapacağı hastanenin işletmesini de yürütürken, devletten çok yüksek kira ücreti alacak, diğer taraftan boşaltılan hastahane arazileri de, şirkete yeni AVM yapmak üzere verilecektir.
Bu yasanın arka planına bakıldığında; doğal alanların yok edileceği, kamu alan ve binalarının bulunduğu alanların farklı kullanımlara açılacağı, halkın barınma hakkı güvencesinin yok olacağı, yargıya başvurma hakkının kısıtlanacağı görülecektir. Uygulamalara itiraz eden hak sahipleri mülklerini ya yok pahasına elden çıkaracaklar ya da ağır borç yükü altına gireceklerdir. İşte bu noktada yasanın gerçekten yapıcı mı, yoksa yıkıcı mı olduğunu sorgulamak gerekir.

Nezihi KARAHASAN İnşaat Yüksek Mühendisi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler