Kısa Film Festivali
Bugünlerde İstanbul’da 21. Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında gösterilen kısa filmler İstanbul’u bir parça kısa hikayelerin doğasıyla teslim alıyor.
Çoğalan ve devinen görüntülerin diline kendisini kaptırmış tutkulu kalabalıktan biriyim, kabul! İnsanların renkleriyle şehrin dokusunu İstiklal Caddesi’nin başından itibaren tamamen canlı kıldığı, tarihin yazdan kalma ılık bir elbise giydiği bugünlerde; Fransız Kültür Merkezi, Pera Müzesi ve Alman Kültür Merkezi sinema salonlarında gösterimleri süren kısa filmleri izleyerek görüntü dünyamıza ve algımıza çeşitlilik sağlama olanağı buluyoruz. Zira bugünlerde İstanbul’da 21. Uluslaraarası Kısa Film Festivali kapsamında gösterilen kısa filmler İstanbul’u bir parça kısa hikayelerin doğasıyla teslim alıyor. Bir gösterimden çıkıp keyifle kahvenizi yudumladığınızda, kısa filmin farklı yorumları hakkında daha fazla deneyim sahibi olmuş hissediyorsunuz kendinizi. Küçük hikayeleri izliyorsunuz ve umalım ki bu hikayeler yaşamımıza ironiler, çağrışımlar veya renkler katıyor olsun. İstanbul Kısa Film Festivali’nde kurmaca filmlerin sayıca yine daha fazla olduğunu görüyoruz ve bu da beklenen bir durum aslında… Çünkü yönetmenlerin bir çoğu kısa filmden uzun filme bir geçiş olarak gördükleri bu deneyimsel alanda, festivallerin bir köprü olmasından mutlu görünüyorlar. Seyirci katılımının beklediğim ölçüde gerçekleşmediğini görmek beni biraz üzse de, ülkemizde artık umut verici bir biçimde kısa film olgusundan bahsetmeye başladığımıza tanık oluyorum. İstanbul kışa hazırlanıyor, bu tür festivaller bedelsiz gösterimlerle izleyiciyi salonlarına davet ediyor ve bir sonbaharın ardından, bu kentin festival salonlarının dolması için gereken tek şey; caddenin bir ucundan diğerine amaçsızca savrulan kalabalığın hiç değilse bir kısmını, sinema diliyle ve sanat ediminin güzelliğiyle meşgul edebilmek… Festivalin jürisi ve bu işe emek verenler, kısa filmin ülkemizde tanınması adına önemli bir katkı sağlıyorlar. Yaklaşık yirmi milyonluk bir şehirde, gerçek anlamda bir kentli olmanın gereği olarak, sanatsal etkinliklerden belli ölçülerde ve zamansal problem yaşamadığımız sürece pay almamız gerektiğini düşünenlerdenim. Yiyecek, içecek merkezleri ve ithal kahve dükkanlarının ilgi gördüğü kadar kentli insanımız keşke gösterimlerin gerçekleştirildiği salonları da doldursa… Eşzamanlı olarak İzmir’de de İzmir Kısa Film Festivali sürüyor. Geçtiğimiz yıla kadar o festivali de aralıksız izleme şansı bulduğum için net olarak biliyorum, İzmir seyircisi kısa film festivaline artan oranlarda ilgi göstermeye devam ediyor. Zaten bir yıl içinde çok fazla film gösterimiyle ve belli birtakım temsillerle çok sık karşılaşmayan İzmir’de, özellikle sanat eğitimi alan genç nüfusun festivale olan ilgisi, bu işe baş koymuş arkadaşları da mutlu ediyor. Genel izleyici profili olarak, yenilikçi sanatsal etkinliklere daima sahip çıkan İzmir’i de kısa film festivaline verdikleri destekten dolayı kutluyorum…
Kısa Film Dediğimiz…
Kısa film, teknik olarak 30 dakikanın altındaki filmleri tanımlamak için kullanılan bir tür olarak öncelikle karşımıza çıkabilir ama süre elbette asıl belirleyici unsur değildir. Bu türün, uzun filmin kısa hali olarak görülme eğilimi, kısa filmle ilgili kafa karışıklığımızı arttıran bir nedendir oysa, kısa filmi her şeyden önce niteliği açısından tanımlamak gerekmektedir. “Film yapmak” eylemi, kısa veya uzun her iki türde de aynı ölçüde titizlik ve bakış açısı gerektirmesi gereken bir eyleme dönüşmelidir. Hem teknik, hem estetik olarak yeterli kabul edilmiş bir filmin kısa veya uzun oluşunu değil, niteliği aynı değerde tartışılmalıdır. Diğer türlüsü, kumaşınızın yeterli olmadığı bir durumda, komik kısalıkta ve aslına bakarsanız idare etmez bir giyisiyle insan içine çıkmanızdan başka bir şeye benzememektedir. Daha önceki yıllarda gerçekten film yapmak isteyenler için 35 mm formata ilişkin yaşadıkları yapım ve maliyet sıkıntılarını son yıllarda neredeyse tarihe gömen teknik gelişmeler, kısa filmcilerin sayıca çoğalmasına olanak tanımaya başlamıştır. 16 mm ve 8 mm ile çalışmayı seçen sinemacılar için bu bir seçim olmaktan çok bakış açılarını ve deneyimsel alanlarını geliştirebilecekleri bir fırsattı. Hal böyle olduğunda uzun metraj bir filme, hatta sanat filmine giden zorlu mecra, birden çok deneyimsel kısa film macerasıyla şekilleniyordu. Son on yıl hatta daha da fazlasını kapsayan süreçte, Hi8 ve DV’ ler, hatta HD format (yüksek tanımlı) maliyet konusundaki sıkıntılardan kısa filmcileri daha da uzaklaştırıp derin bir nefes aldırmaya başladı. Ama bu kez de, tekniğe rahatlıkla ulaşabilen ama donanım açısından çok da tamamlanmamış daha sığ işler, dönemsel olarak karşımıza sık sık çıkar oldu. Tekniğin, anlatılacak şeyin gücü yeterli değilse, pek de fazla bir şey ifade etmediği bizzat gözlemlenmeye başladı. Ne de olsa sinema salt bir teknik mesele değildi!
Sinema filmlerinden bahsederken belgesel, anlatı (kurmaca) ve animasyon (canlandırma) hatta deneysel sinema türlerini sayabiliyoruz. Bu olgular kısa film için de bugün aynı ölçütleri içermektedir. Kısa filmin, tüm bu türlerinin dışında en önemli özelliği, zamansal olarak uzun filmle olan farkının dışında; anlatılması planlanmış kavram, hikaye veya şeyin, belli bir yoğunluk, etki, estetik düzey ve özgünlük içermesidir. Hatta ve hatta kısa ve yoğun, sürprizli ve beklenmedik, ilginç bir kısa filmin kurgusu; bağımsız olarak kendi rengini içeren bir ironik bakış açısıyla zenginleşmiş olmalıdır. Bunlar bir kısa filmi belirleyen unsurlardır bence. Belgesel veya animasyon türlerinde dahi olsa, filmin dramatik ve çatışmalı bir cümlesinin oluşu, filmin niteliğini yükselten özelliklerdir. Bazen birdenbirelik içeren vurucu bir cümleyi, belirli uzunlukta bir filmde, adeta izleyicinin damağında, güzel ve etkili bir tat bırakarak yapıyor olmak da, tür olarak kısa filmin iyi kullanabildiği bir özelliktir. Lumière Kardeşler’in ilk filmi hafızaya almalarından yaklaşık 115 yıl geçmesinin ardından, hareketli görüntülerin kurgusal imgelere dönüşmesini hala heyecanla izliyoruz. Kısa filmlerin çoğu bugün hala ne yazık ki, estetik kaygı, karakterizasyon, konu, teknik özen ve anlatım olanakları açısından ciddi boşluklar içeriyor. Çünkü kısa filme bir tür olarak değil; uzun filme giden yolun başlangıcı olarak değiniliyor. Bence, festivallerin önemli etkisi ve teşvik ediciliği sayesinde kısa filmin lezzeti, tavrı, etkisi gün geçtikçe artacak, sinematografik olarak daha da derinlikli işler için öncül olacaktır. Kısa filmleri izleyelim ki, daha çok proje yapılsın ve kısa film bir tür olarak yaşama alanı bulabilsin…
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- ‘Bir an önce ilan etmelerini bekliyoruz’