Mekanlar ve insanlar değişse de, koşullar değişmiyor

Parkta, kömürlükte, pansiyonda, dükkânlarda barınmaya çalışan Suriyeli sığınmacılar, günlüğü 15-20 lira karşılığında duvar boyacılığı, temizlikçilik yapıyor; yetmiyor, çocuklarını dilenmeye gönderiyor. Kocası Suriye'de kalan kadınlarsa, son çare olarak fuhuşa yöneliyor.

Mekanlar ve insanlar değişse de, koşullar değişmiyor
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.04.2013 - 07:35

Suriye’deki savaştan, Türkiye’deki kamplardan kaçarak İstanbul’a göç eden sığınmacılarla yaptığımız görüşmelere, Eminönü’nün ardından Küçükçekmece ile devam ediyoruz. İstanbul’da yoğun olarak yaşadıkları bir başka bölge de burası. Mekânlar ve insanlar değişse de, koşullar değişmiyor. Bir kısmı Suriye’de kaldığı için şimdilik 17 kişiden oluşan 5 aile, Kanarya’da zemin katta, izbe, gizli bir el tarafından sokağın sonuna süpürülmüş gibi duran bir daireyi, aylık 350 liraya kiralamış. İki odalı ve bol rutubetli dairenin her uygun noktası, araya perde gerilerek küçük odacıklara ayrılmış. Evde kullanabilecekleri bir mutfak ve banyonun bulunmasını büyük bir şans olarak görüyorlar. Bir haftadır bu evde yaşayan insanların yiyecekleri, eşyaları ve sobaları komşuları tarafından sağlanmış. Öncesindeyse, ilk üç gece kendileri de, çocukları da beton zeminde uyumak zorunda kalmış.

 

‘Dilencilik yapamayız yalnızca iş istiyoruz’

Ebunevruz ailesi, çatışmalardan önce Suriye’de tekstil sektöründe cüzdan ustası olarak çalışıyormuş. Orada evleri, arabaları ve altınları varmış. Bugünse geriye hiçbir şey kalmamış. Aile reisi Mahmut, “Çocuklarımızı kurtarabilmek için Türkiye’ye kaçak giriş yaptık. Önce Islahiye’de bir akrabamızın yanında kaldık. O da, uçak biletimizi alıp bizi İstanbul’a gönderdi. Burada tek istediğimiz para kazanmak için bir iş” diyor.

“Kamplarda kalamazdık, kalan tanıdıklarımızın başlarına hep kötü şeyler geldi. Biz de bu yüzden İstanbul’a geldik ama burada da çok zor durumdayız. Çevre halkının yardımıyla ayaktayız, onlar olmasa ne yaparız bilmiyoruz. Bizimle birlikte gelen bir sürü Suriyeli İstanbul’da dilencilik yapıyor ya da çocuklarına yaptırıyor. Biz dilencilik yapacak insanlar değiliz, yalnızca iş istiyoruz.”

 

Kimlikleri ve pasaportları yok

Çaylarımızı içerken bir süre daha sohbet ediyoruz. Anlattıklarından çıkan sonuç, Türkiye’nin, 2 yıl önce kapılarını açtığı Suriyeli sığınmacılara bugün hiçbir şekilde sahip çıkmadığı. Büyükşehirlerde yaşayanlara gıda, giyecek, barınma yardımında bulunulmadığı gibi, çalışmaları için uygun ortam da sağlanmıyor. Kolaylıkla oturma izni verilse de hiçbirine çalışma izni verilmiyor. Türkçe bilmeyen, kimliği ya da pasaportları dahi olmayan bu insanlar, karşılarına çıkan art niyetli kişiler tarafından kolaylıkla sömürülüyor. Erkekler duvar boyacılığı, hamallık, inşaat işçiliği gibi işlerde, kadınlarsa ev temizliğinde, günde yalnızca 15-20 lira karşılığı çalıştırılıyor. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de hiçbir yetkili merci tarafından kayıt altına alınmıyor olması ise devletin sorumluluktan kaçması olarak yorumlanıyor.

 

İlaç alamıyor, hastane kapısından geri çevriliyorlar

Evde bir eklem hastası, bir de şeker hastası var. 60 yaşlarında, eklem hastası olan adam, özellikle akşamları ağrıdan duramadığını söylüyor. 50 yaşlarında, şeker hastası olan kadınsa bize ilaç kutularını gösteriyor. Hepsinin içi boş, yenilerini alacak parasıysa yok. Her ikisinin de durumu iyi değil, gittikleri hastane kapısından da geri çevrilmişler...

Bu evde yalnızca yetişkinler değil, çocuklar da hastalıkla boğuşuyor. Mahmut, ikisi bronşit olan çocuklarına acilen ilaç gerektiğini söylüyor. Kendilerine herhangi bir belge verilmediği için her geçen gün ciddileşen durumları karşısında ne yapacağını bilmediğini anlatıyor.

Tüm bunlar konuşulurken, sobanın üstündeki patatesler, evin akşam yemeği olarak hazırlanmak üzere pişmeye devam ediyor. Patateslerin yanı başında duran 20’li yaşlarda bir kadın, kocasından haftalardır haber alamadığı için gözü yaşlı bir bekleyiş içinde. İki çocuğuyla, bilmediği bir yerde yaşamanın ona zor geldiği her halinden belli.

 

Parklarda yaşıyorlar

Son olarak Yenibosna’ya gidiyoruz. Şu ana kadar gördüklerimiz arasında belki de en çaresiz bekleyiş kendini burada gösteriyor. Kalacak yeri olmayan Suriyeli sığınmacılar, Yenibosna’da parklarda yaşıyor.

Yeni ve büyük bir caminin hemen yanındaki park, Suriyeli sığınmacıların evi, çocuklarının ise oyun mekânı haline gelmiş. Oraya vardığımızda duvara yaslanmış halde duran üç adam, fotoğraf makinemizin flaşı patlayana kadar uzaklara dalmış düşünüyordu. Yanlarına gidip selam veriyoruz, neyi beklediklerini soruyoruz. Adının Haliloğlu olduğunu söyleyen, bıyıklı ve her şeye rağmen güler yüzlü, 40 yaşlarında bir adam, anlatmaya başlıyor:

“İstanbul’a geleli bir ay oldu ama şimdi kalacak yerimiz yok. İlk üç hafta bir akrabamızda kaldık ama o da bizi sonunda kapı dışarı etti. O da haklı, bir eve 25 kişi sığamıyorduk. Son bir haftadır gündüzleri parkta duruyoruz. Esnaftan bazıları bize yemek veriyor. Geceleri de boş bir dükkânda kalıyoruz. Ama dükkân sahibi daha ne kadar izin verir bilmiyoruz. Bu şekilde geçici çözümler bizi mutsuz ediyor, kalıcı bir iş ve yer istiyoruz. Çocuklarımız sabahtan akşama kadar parkta oynuyor, tuvaletlerini sokakta yapıyor, pislik içinde yaşıyorlar.”

 

‘Bizi buraya bunun için mi çağırdılar?’

Haliloğlu, Türkçe bilmediği için iş de bulamadıklarını söylüyor. Dilencilik, bu bölgenin de gerçeği haline gelmiş. Haliloğlu ve arkadaşları, çevrelerindeki Suriyeli sığınmacı kadınların fuhuş yapmak zorunda kaldığını anlatıyor. Bu kadınların en fazla İstanbul Aksaray ve Hatay’daki pavyonlarda çalıştığını, bu durumun her geçen gün daha da yaygınlaştığını söylüyorlar: “Yapacak başka bir şeyleri yok. Dil yok, iş yok, para yok. Kocaları Suriye’de kalmış gelemiyor. Onlar da çocuklarının ve kendilerinin karnını doyurmak için mecburen fuhuş yapıyor.”

En azından mahalle muhtarına bu durumla ilgili bilgi vererek, yardım isteyip istemediklerini sorduğumuzda, kimliklerinin bile olmadığını hatırlatıyorlar. İşin belki de en tuhaf kısmı, geleceğe dair hiçbir fikirlerinin olmaması. Gelecekte ne yapmak istedikleri, onlarda karşılığı olmayan bir soru.

Bu sırada genç bir sığınmacı kadın yanımıza gelip bize yaşadığı evi göstermek istediğini söylüyor. Hep birlikte yürüyoruz, birkaç dakika sonra bir apartmanın bodrum katındayız. Kömürlükmüş, kendilerine 500 lira depozitoyla, 300 liraya kiraya verilmiş. 30 kişi bir arada yaşadıkları, eşyasız yerde, örümcek ağları kol geziyor. Daha fazla söze gerek olmadığı artık herkes tarafından anlaşılmış durumda. Kadın, pislik içindeki zemini, duvarları, tavanı gösterip “Bizi bunun için mi çağırdılar” diye soruyor.

 

Sayıları 1 milyonu bulacak

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Göç-Der Başkanı İlyas Erdem, haziran itibarıyla Türkiye’deki sığınmacı sayısının 1 milyonu bulacağına dikkat çekerek, şu an Türkiye’deki sığınmacıların herhangi bir kontrolden geçmediğini, yüzde 80’inin kaçak olduğunu, bu durumun devletin bilinçli politikası olduğunu söylüyor. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yüzde 75’inin kadın ve çocuklardan oluştuğuna dikkat çeken Erdem, bu kişilerin özellikle dilencilik ve fuhuş işlerine doğru çekildiğini, bu durumun zamanla çok tehlikeli bir hal alacağını belirterek şöyle devam ediyor:

“Diğer yandan çocukların büyük çoğunda gribal enfeksiyon mevcut. Yazın gelmesiyle birlikte salgın hastalıklar, ölümler olacaktır. Devlet bir an önce sorumluluk almazsa bu insanlar göz göre göre ölecek ya da en iyi ihtimalle sürünecek.”

 

Kamplarda şiddet, taciz, tecavüz

Öte yandan, kamplarda da durum farklı değil. Göç-Der ile Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin ortaklaşa hazırladığı ve geçen ay tamamlanan “Göz Ardı Edilenler” raporuna göre giderek artan sığınmacı sayısı, kampların kapasitelerinin yetersizliğini ortaya çıkarıyor. Rapora göre Hıristiyanlar, Kürtler, Romanlar ve Çerkezler gibi farklı etnik kökene veya dini inanca sahip Suriyeli sığınmacılar, kamplarda ayrımcılığa uğruyor. Rapor, kamp ortamının kadın ve kız çocuklarının cinsel istismar, taciz, tecavüz ve şiddet olaylarına uğramasının giderek arttığını da ortaya koyuyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler