'Milli' Eğitimin Ağzı
Meclis TV’de MEB’nin 2010 bütçesi görüşülürken söz alan vekillerimizi ve Milli Eğitim Bakanı’nı içim burkularak dinledim. İktidar partisinden bir vekil konuşmasına şöyle başladı:
“Değerli milletvekilleri, milli eğitim davası, Türkiye’nin kalkınmasının, ilerlemesinin, gelişmesinin, demokratikleşmenin, kısaca çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmış bir millet olmasının ana davasıdır. Bu söylediklerimiz, dedenin yetiştiği müfredat içinde torunun da aynı şartlarda yetişmesiyle sağlanamazdı. 1420 sene önce Hazreti Ali, ‘Çocuklarınızı sizin zamanınıza göre değil, kendi zamanına göre yetiştirin’ düsturuyla da bir işaret de vermişti zaten. Biz, bunu biliyorduk, bunun için işe müfredatı değiştirerek başladık.”
Bu vekilimize göre, eski “müfredat kökleşmiş bir zihniyetin eseriydi, bu zihniyet 1900’lü yıllardan bu yana eğitime hâkimdi. Temelini Newton’un ifadeleştirdiği, Robespierre’in bir nevi ‘akla tapınma’ şeklinde sistemleştirdiği, Ludwig Büchner’den de yapılan tercümelerle bize yansıyan Fransız Jakobenizmine bağlı, baskıcı, biçimlendirici, buyrukçu, sadece sebep ve sonuç üzerinde duran, ara renklerden asla hoşlanmayan ve ara renklere imkân vermeyen bir sistem”di. Bakanlık, dünyadaki başarılı örnekleri inceleyerek ve “bakanlığın derin kültüründen” yararlanarak “yeni müfredat” yapmıştı. Dahası, “tıpkı Büyük Yunus’un, Hazreti Mevlânâ’nın, Şeyh Galip’in ve nicelerinin dillendirdiği gibi insanı kâinatın merkezine koyan milli ve evrensel değerleri mezceden bir müfredat ortaya” çıkarılmıştı; “çünkü ‘Ak Parti’, yeni şeyler söylemek için iktidar” olmuştu; “yeni şeyler” söylemeliydi. Vekilimiz, yüzyıllar öncesinden örneklerle epeyce “yeni şeyler” söylüyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında “aklı ve bilimi temel alan” eğitim sistemini, “akla tapınma” olarak eleştirirken “1420 sene önce Hazreti Ali, ‘Çocuklarınızı sizin zamanınıza göre değil, kendi zamanına göre yetiştirin’ düsturu”nu yeterince düşünmediğini de ağzıyla açıklığa kavuşturmuş oluyordu.
Sayın vekilimiz öteden beri Dil Devrimiyle kazanılan sözcüklerden hoşlanmaz; bu nedenle konu ne olursa olsun sözü buraya getirir, bütçe görüşmelerinde de böyle yaptı. Bu nedenle yenileşen dile öfkesini yansıtan sözleri üstünde durmaya gerek yok. Ancak bu vekilin, başka vekillerin, özellikle Başbakan’ın ve öteki bakanların yedi sekiz yıldır dillerine dolanan içi boş bir kalıp var. Sayın vekil, “Türkiye modern eğitime 1848’de başladı. O günden bu yana bugün kullanılmakta olan 460 bin civarında dersliğimiz var. Bu dersliklerin yüzde 33’ü -dikkat ediniz, 460 bin dersliğin yüzde 33’ü- şu yedi sene içinde yapılmıştır. (…) Yani Karacaoğlan’ın ‘Kim var idi biz burada yoğ iken’ dediği mısraı insanın aklına geliyor haklı olarak” diyor. Karşılaştırmaya bakar mısınız?
Başbakan’ın da sıklıkla şiirler okuyarak, “Neredennn nereye geldik” sözlerini anımsatır biçimde, 2010 bütçe görüşmeleri sırasında Milli Eğitim Bakanı, “Eğitime Yüzde Yüz Destek Kampanyası çerçevesinde yapılan derslik sayısı itibarıyla tüm Cumhuriyet tarihimiz boyunca yapılan dersliklerin üçte 1’i dönemimizde yapılmıştır” diye övünüyor. İktidarın ve yandaşlarının bu karşılaştırmaları gerçekten gülünç boyutlara varmıştır.
Savaştan çıkan ve “on yılda on beş milyon genç” yaratan ülkemizin nüfusu hızla artmış; 1970’li yıllarda yaklaşık kırk, 2000’lerde yaklaşık 75 milyon olmuştur. Keşke Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana eğitim sistemini, bilimsel ve sanatsal verileri baskın kılarak “akla tapınma” boyutuna ulaştırabilseydik. O zaman “Çocuklarınızı sizin zamanınıza göre değil, kendi zamanına göre yetiştirin” diyen Hz. Ali’yi, “Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir” diyen Atatürk’ü doğru anlardık. O zaman Atatürk’ün bu ulusa en büyük armağanı olan TBMM kürsüsünde, başında bulunduğu bakanlığın işle-vini içselleştiren, eğitim ve öğretim programlarını içeren ve çoğul olan “müfredat”a “müfredatlar” demeyen; Türk Devrimi deneyiminin eğitim ayağını, “baskıcı, biçimlendirici, buyrukçu, sadece sebep ve sonuç üzerinde duran, ara renklerden asla hoşlanmayan ve ara renklere imkân vermeyen bir sistem” olarak görmeyen, eğitimbilimin verileriyle değerlendiren vekiller görürdük.
O zaman Atatürk’ün eğitim birliği ve laik öğretim ilkesini yok etmeyen, Türk Devrimiyle hesaplaşmayı “marifet” sanmayan iktidarlarla yürürdük. O zaman ortak dilimiz Türkçenin müziğini ilkin MEB’nin ağzından dinlerdik. Yazık! Türkçe, yıllardır MEB’nin ağzında bozuluyor ve kimi vekillerimiz bununla övünüyor! Çok yazık!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke