Milliyetçilik ve Ulusçuluk
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” beyanı üzerine, Emre Kongar görüşlerini Aydınlanma köşesinde yazdı (Cumhuriyet 20 ve 22 Eylül). Bu yazımın konusu Davutoğlu’nun “ulusçulukla hesaplaşma” açıklaması değil, dilimizdeki milliyetçilik ve ulusçuluk ikilemidir.
Türkçe sözlüklerde, Osmanlıca millet ile Türkçe ulus eşanlamlı hatta özdeş görünüyor. Oysa Arapça milla’dan gelen “millet” aynı din ve mezhepten olan bir topluluk; Dil Devriminden sonra Moğolca’dan alınan “ulus” ise, bir aşiretler topluluğu, kağana bağlı halkların tümü, ülke ve memleket anlamlarına geliyor.
Batı dillerinden Türkçeye sözlüklerde, Latinceden gelen “nation” karşısında: ya millet, ulus ya da ulus, millet ikilemi var.
Yıllar önce yazdığı doktora teziyle bizlere “unutulmuş adam” Yusuf Akçura’yı tanıtan François Georgeon’un bir seminerindeki sorusu geldi aklıma: “Millet gibi, Türkçeye yerleşmiş bir kavram varken, bu ‘ulus’ da nereden çıktı? Fransız tarihçiye, ‘ulus’u, din kökenli ‘millet’e karşı, sizin ‘nation’ gibi, ‘dinler üstü laik bir toplum’ gibi anlıyorum; millet ve milliyet sözcükleri günümüzde belki din-mezhep birliğini yansıtmıyor; ama kimi İslamcılar, milliyetçiliği din-mezhep birliği olarak kullanıyorlar; ulus ve ulusçuluk ise TDK uydurması değil, bilinçli bir seçimdir” dedim. İkna olmuş göründü, üstelemedi.
Milletin tek ve kutsal yönetim altında yaşaması “Teokrasi” idiyse (D’Dolbach); kendi kendini yönetmesi, devrim ertesinde “laik cumhuriyet ve demokrasi” olacaktı.
İkilemin yakın tarihçesi
Anılarım bir eylem filmindeki sahneler gibi birbirini izledi ve birden durup sordu: Kim kimden hesap soracaktı? Neden milliyetçilik değil de ulusçuluk? Sanırım sorunun yanıtı belliydi: milliyetçiler, millet adına ulusçulardan yani laik milliyetçilerden hesap sormaya hazırlanıyordu. Aslında bu hesap, 2. Meşrutiyet’ten bu yana tam yüzyıldır soruluyor.
Osmanlı Süleyman Nazif, Türkçü Ahmet Ağaoğlu ile giriştiği bir tartışmada, “Önce Müslüman, sonra Osmanlı, en sonra Türk’üm” diyor; şairi azam Abdülhak Hamit’ten destek buluyordu:
“Hemen anlar halkımız milliyetin diyanet olduğunu;
Siyaset olduğunu şeriatta, hilafetteki İslam birliğini.”
Dr. Abdullah Cevdet, İçtihat’ta laik Cumhuriyet’in “rüya”sını görebiliyordu. “Türk milletinden, İslam ümmetinden, Batı medeniyetindenim” diyen Türkçü Ziya Gökalp, üç medeniyetin sentezini Mustafa Kemal’e bırakıyor gibiydi...
Osmanlının son dönemindeki büyük fikir hareketlerini:
Abdullah Cevdet’in İçtihat dergisindeki çağdaşlığı, Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura’nın Türk Yurdu’ndaki Türkçülüğü, Ali Kemal’in Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakim’deki İslamcılığı, olarak özetleyen Peyami Safa, Türk İnkılabı’na Bakışlar (1938) eserinde Cumhuriyet Devrimi’ni destekler görünmüş; oysa, Demokrat Parti iktidarında yayımlanan Doğu-Batı Sentezi’nde (1963): “Cumhuriyetten demokrasiye geçişi, halkın karşı-devrimi ve İslamiyetin restorasyonu” olarak yorumlamıştı.
Türk demokrasi hareketinin milliyetçi sözcüleri, son yıllara değin Türk kamuoyundaki “karşı-devrim” söyleminden rahatsızlık duyarlardı. Bugünkü evrede, “ulusçulukla hesaplaşmaktan” çekinmedikleri gibi, Cumhuriyet devrimini savunmayı öncelikli bir görev sayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarını darbeye teşebbüsle suçlayıp yargılamaktan ve ağır cezalara çarptırmaktan geri kalmadılar.
Yargılama süreci henüz tamamlanmış değil; gerekçeli kararı, temyiz, anayasa ve AİHM’ye yapılacak başvuruların sonuçlarını beklemek gerekiyor. Ne var ki yakın tarihimizde yaptığımız hızlı ufuk turu, sürmekte olan benzer yargılamaların sonuçları konusunda pek umut vermiyor.
Sonuç olarak...
Kişisel dileğim odur ki, akademik hayata dönmeye özlem duyan Dışişleri Bakanımızın, geldiğini ilan ettiği “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı” Bağdat’tan dönen bir hesap olmasın, sakın. Millet ile ulus kavramları ile milliyetçilik ve ulusçuluk akımları eşanlamlı olmadığı gibi; ülkece içinde bocaladığımız sorunların çözüm anahtarları gibi görünüyor. Siyaset yapmak meslek değil, ulusal bir görevdir. Akademisyenler ülke yönetiminde görevler almalıdır, kuşkusuz; ancak, yürütmeye katılmada yıpranmamak ve yuvaya dönüşte “hoş geldin”le karşılanmak şartıyla. Siyasetten akademik hayata dönen Erich Fromm şöyle demiş:
“Gerçekleri görmek bir kişilik sorunudur!”
Kaynaklar:
D’Holbach, P.H.T. “Teokrasi.” Diderot ve D’Alember. Ansiklopedi. (YKY, 1996:285).
Georgeon, François. 1976 Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura. Yurt Yayın, Gökalp, Ziya. 1970 (1924), Türkçülüğün Esasları. TTK ve MEB 1000 Temel Eser.
Peyami Safa. 1958 (1938), Türk İnkılabına Bakışlar ve 1963 Doğu-Batı Sentezi.
En Çok Okunan Haberler
- Cinsel içerikli videolar çeken karı-koca tutuklandı
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- 'Hukuki başvurular yapılacaktır'
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- Özgür Özel, Erdoğan'a seslendi
- Anlattığı anlar ortaya çıktı!
- Kayak merkezinde korkunç anlar... 17’si ağır 30 yaralı!
- Erdoğan'dan Özel'in 'savaş ilanı' sözlerine yanıt
- 9 aydır raporluydu...
- Akaryakıt tankeri patladı!