Muhalif sese geçit yok

Türkiye’nin önde gelen hukukçuları Cumhuriyet’e verilen cezaları değerlendiriyor. Basın İlan Kurumu, gazeteden savunma isteyen yazısında, uygulayacağı işleme hukuki dayanak olarak gösterdiği genel kurul kararının ilgili kuralları birçok konuda yasaklama getirmiş ve yayın ilkeleri saptamıştır. Gazetenin söz konusu yazısının bu yasaklardan ve ilkelerden hangisini ihlal ettiği belirtilmemiş, sadece maddeler aynen yazılmakla yetinilmiştir. Bu husus ya hukuki cehaletten kaynaklanmakta ya da savunmayı zora sokmak amacını taşımaktadır. Gazete hangi yasağı, hangi ilkeyi ihlal ettiğini bilmeden nasıl savunma yapacaktır? Çok sayıda ilkeyi yasağı ve kuralı sıralayarak, tam bir belirsizlik içinde savunmanı yap demek, hukukun genel ilkeleri içinde yer alan ve evrensel bir kural olan “Savunma hakkı”nın kısıtlanması sonucunu doğurur.

Muhalif sese geçit yok
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.06.2020 - 02:00

NURİ ALAN

ESKİ DANIŞTAY BAŞKANI

İktidar medya üzerindeki baskılarını iyice artırdı. İktidar ve ortağı, çok sık kullandıkları “Birlik-beraberlik” sloganının medyada da, düşünce ve yorum alanında da geçerli olmasını, herkesin kendileri gibi düşünmesini, yapılanları olumlamasını istiyor. Aykırı sese, düşünceye, eleştiriye tahammülleri yok. Bunların kaynağı ve üreteni olarak gördükleri muhalif basını ve televizyon kanallarını, emrindeki kurumları, yürürlükteki kuralları zorlayarak yargı üzerindeki baskıyı sürdürerek susturmanın, yok etmenin yollarını deniyor ve uyguluyorlar; gerekirse yasal değişikliklere başvuruyorlar. RTÜK muhalif televizyon kanallarına, Basın İlan Kurumu muhalif gazetelere, varlıklarını sürdürmelerini engelleyecek derecede ağır yaptırımlar uyguluyor. Düşündüklerini, bildiklerini, gördüklerini yazmaktan, söylemekten çekinmeyen, eleştiren gazeteciler de yasaları zorlayarak yapılan yorumlarla ya da üretilen delillerle tutuklanıyorlar. 

Basın İlan Kurumu 26.12.2019 tarihinden bu yana, dokuz başvuru üzerine Cumhuriyet gazetesine toplam 88 gün reklam ve ilan kesilmesi cezası verdi. Bunların içinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın yaptığı başvuru üzerine verilen 35 ve 17 günlük cezalar dikkat çekiyor. Bu cezaların iptali için gazete tarafından davalar açıldı; mahkemelerin vereceği karara göre uygulama yapılacak. Yargıya intikal etmiş olan bu cezalar nedeniyle herhangi bir değerlendirme yapılması uygun değildir; hem de her biri için ayrı bir inceleme bu yazının sınırları dışında kalır. Yazıda kurumun sadece son uygulaması incelenecek ve değerlendirilecektir. 

ONUNCU CEZA DA GELİYOR

Basın İlan Kurumu, 1 Haziran 2020 günlü Yönetim Kurulu kararına dayanarak, 27 Mayıs 2020 günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “27 Mayıs 1960’ın 60. Yılı. Amaç Demokratik Anayasa Yapmaktı” başlıklı yazı nedeniyle gazeteden savunma istedi. Yazının savunma istenmesine esas olan ve ileride verilmesi muhtemel cezanın sebebini oluşturacak bölümü (Kurum yazısından aynen alınarak) şöyledir:

“... Bugün 27 Mayıs 1960 hareketinin 60. yıldönümüdür. 27 Mayıs, kimilerinin yazdığı, konuştuğu gibi, sadece askerin harekete geçerek iktidarı ele alma olayı değildir. 27 Mayıs 1960 hareketinin altyapısında üniversite gençliği ve bu hareketi bayraklarla, alkışlarla destekleyen bir halk kesimi vardı. Bu nedenle 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ile aynı torbaya konulamaz. Sosyolojik temelleri ve altyapıları birbirinden çok farklıdır... 27 Mayıs bunun tersine, emir komuta zinciri dışında, sayıları 38 olan genç subaylar yüzbaşı, binbaşı ve albaylar tarafından gerçekleştirilmiştir... 27 Mayıs, rayından çıkan demokratik sistemi yeniden doğru yola getirmek için hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerine bağlı çağdaş ve demokratik bir anayasa yapmayı hedef olarak belirledi... 27 Mayıs’ın oluşturduğu Kurucu Meclis, 9 ay içerisinde Türk tarihinin en ilerici, en demokratik ve hukuk devleti ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine en üst derecede saygılı bir anayasa yarattı... 12 Mart ve 12 Eylül aldığı kararlarla 27 Mayıs’ın yarattığı özgürlükçü, demokratik düzenin karşıtı uygulamalar yapmıştır... 27 Mayıs 1960, getirdiği ilerici ve demokratik anayasa ile gerçek bir toplumsal değişimi ve dönüşümü simgeler.”

BİNLERCE ŞAHİDİ VAR

Yazı, ana fikir olarak iki konuya değiniyor: 

1- 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin altyapısında gençliğin ve halk kesiminin ağırlıklı desteği vardır. Dolayısıyla bundan sonra yapılmış olan 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahaleleri ile kıyaslanamaz. 

O tarihte Ankara Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi ve hemen sonra mezunu olarak, 27 Mayıs öncesi ve sonrası cereyan eden olayların yakın şahidiyim. Bir ay öncesinden öğrenci hareketleri başlamış, giderek yoğunlaşmış ve katılım artmış; Harp Okulu öğrencileri bile Ankara Kızılay Meydanı’na inmiş ve yürümüşlerdir. 27 Mayıs günü sokağa çıkma yasağı konulmuş olmasına karşın halk sokağa çıkmış, meydanları doldurarak askeri alkışlamıştır. Bunlar yaşanmış olaylar... Gerçek... Binlerce şahidi var. Dolayısıyla altyapı olarak daha sonraki askeri müdahalelerden farklıdır. 

27 Mayıs askeri müdahalesi emir komuta zinciri dışında, içinde bir üstteğmenin de bulunduğu genç subaylar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle de daha sonraki askeri müdahalelerden farklı bir yapı ve oluşumdur. 

2- Askeri müdahale insan hak ve özgürlüklerini tanıyan ve koruyan, bünyesinde bağımsız ve yansız bir yargıyı barındıran, laik, demokratik hukuk devletinin oluşumunu sağlayacak çağdaş bir anayasayı yürürlüğe koymayı amaçlamıştır. Gerçekten kısa sürede toplanan Kurucu Meclis (Milli Birlik Komitesi+Temsilciler Meclisi) belirlenen hedeflere uygun bir anayasayı hazırlamış; bu anayasa 9 Temmuz 1961 günü yapılan referandumda kabul edilmiş ve yapılan seçimlerle iktidar sivil yönetime devredilmiştir. 

ASKERİ MÜDAHALEYİ ÖVMÜYOR

1961 Anayasası’nın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugüne kadar gördüğü en çağdaş ve ilerici nitelikte anayasa olduğunda tüm hukukçular hemfikirdir. Belli bir süre sonra, bu Anayasanın Türk milletine bol geldiği yolundaki söylemler de bunun kanıtıdır. Getirmiş olduğu yeni ve çağdaş kurallarla toplumu etkilemiş ve birçok alanda olumlu değişimlerin temelini oluşturmuştur. 

Bu dönemin bir başka gerçeği daha vardır: Eğer 27 Mayıs askeri müdahalesi olmasaydı, yapılabilmesi halinde 1961 milletvekili genel seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidarı kaybedeceğine kesin gözle bakılıyordu. Böylece daha sonraki askeri darbelerin yolu açılmamış olacak, bugün hâlâ özlemini çektiğimiz laik, sosyal hukuk devletine çok önce kavuşmuş olacaktık. 

Cumhuriyet gazetesinde yer alan söz konusu yazı, askeri müdahaleyi öven bir anlam içermemektedir. Yazı müdahalenin altyapısını ortaya koyarak oluşum sürecini, amacını, daha sonra yapılan askeri müdahalelerle olan farkını ve müdahale sonucunda yürürlüğe konulan Anayasanın niteliğine vurgu yapmaktadır. 

27 Mayıs 1969 askeri müdahalesi siyasal-sosyal bir sebebe dayalı olması nedeniyle bir çok yönüyle incelenip değerlendirilebilir. Müdahalenin, kurumun dayandığı yazıda yer almayan başka yönleri de vardır. Örneğin, TBMM üyelerinden kurulan, müdahalenin ağırlıklı sebebi olarak gösterilen tahkikat encümenine yargılama yetkisinin verilmiş olması kuşkusuz tam bir anayasa ihlalidir. Bunun kadar vahim olan bir diğer husus, Yassıada’da yapılan yargılama sonunda Yüksek Adalet Divanı tarafından verilen idam cezası kararlarıdır. İncelemeler sonunda, değer yargılarına bağlı olarak farklı sonuçlara ulaşılması mümkündür. Otoriter bir devlet yapısını yeğliyorsanız, hukuku ayak bağı olarak görüyorsanız Tahkikat Encümeni’ne yargılama yetkisi verilmesi sizin için önemli bir sakınca oluşturmaz. Ancak, siyasal-sosyal ağırlıklı olaylara herkesin aynı pencereden bakmasını bekleyemezsiniz. Hatırlamak gerekir ki bu ülkede 27 Mayıs günü uzun süre “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ismi altında resmi bayram olarak kabul edilmiş ve kutlanmıştır. 

Bireyler, siz katılmasanız, size aykırı da gelse, farklı görüş ve düşüncelerini rahatça söyleyebilmeli. Ülkemizde ayrıcalıklı bir kesim bu özgürlüğe sahiptir. Hiçbir yaptırıma uğramayacaklarından emin olarak her düşündüklerini söyleyebilmekte, yazabilmekte, hatta eyleme dönüştürebilmektedir. Belli bir kesim de birçok yaptırımın tehdidi altında, düşünerek, tartarak, üstünü çizerek, silerek, tereddütler içinde düşüncelerini ifade etmeye çalışmaktadır. 

Özgürlüklerden bireyler eşit biçimde ve eşit sınırlamalar içinde yararlanmalıdır. Bu noktada, Basın İlan Kurumu’nun ve RTÜK’ün kendilerine yasa ile verilen yetkileri eşitlik ilkesine uygun ve yansız olarak kullanıp kullanmadıkları sorgulanmalıdır. Bazı gazete ve televizyon kanallarında devletin laik niteliği, kurucuları ve kuruluş değerlerine karşı küfre kadar varan ağır yazılar ve söylemler yer alıyor. Bunlara karşı, söz konusu kuruluşların muhalif basın ve televizyon kanallarına gösterdikleri duyarlılığı gösterip göstermedikleri, yetkileri içindeki yaptırımları uygulayıp uygulamadıkları, uyguluyorlarsa hangi ölçüler içinde hayata geçirdikleri araştırılmalıdır. 

UYGULANAN HUKUK KURALLARI

Basın İlan Kurumu, gazeteye gönderdiği savunma isteme yazısında, hakkında vereceği karara 18 Ekim 1994 tarihli, 194 sayılı Basın Ahlak Esasları Hakkında Genel Kurul Kararı’nın 1.maddesi ile aynı maddenin (a) ve (ç) bendlerini hukuki dayanak olarak göstermiştir. Gerektiği için tümüyle alıyorum: 1. madde bir kamu hizmeti olan gazeteciliğin kişisel ve ahlaka aykırı amaç ve çıkarlara alet edilmesini ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılmasını; haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılmayı; doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberlerin araştırılıp doğruluğundan emin olunmadan yayımlanamayacağı kuralını getirmiş; (a) işaretli bendinde “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ve Cumhuriyetin insan haklarına dayalı, demokratik, laik, hukuk devleti niteliği aleyhine yayın” yapılmasını; (ç) işaretli bendi “suça tahrik veya teşvik edecek ve suç ile mücadeleyi etkisiz kılacak yayın” yapılmasını yasaklamıştır. 

Görüldüğü üzere Basın İlan Kurumu Gazeteden savunma isteyen yazısında, uygulayacağı işleme hukuki dayanak olarak gösterdiği genel kurul kararının ilgili kuralları bir çok konuda yasaklama getirmiş ve yayın ilkeleri saptamıştır. 

Gazetenin söz konusu yazısının bu yasaklardan ve ilkelerden hangisini ihlal ettiği belirtilmemiş, sadece maddeler aynen yazılmakla yetinilmiştir. Bu husus ya hukuki cehaletten kaynaklanmakta ya da savunmayı zora sokmak amacını taşımaktadır. Gazete hangi yasağı, hangi ilkeyi ihlal ettiğini bilmeden nasıl savunma yapacaktır? İdari makamlar, kişi ve kurumlar hakkında yetkileri içinde bir yaptırım uyguladıklarında ya da yaptırım amaçlı bir iddia ileri sürdüklerinde iddianın nedenini ve hukuki dayanaklarını açıklıkla ortaya koymak durumundadır. Çok sayıda ilkeyi, yasağı ve kuralı sıralayarak, tam bir belirsizlik içinde savunmanı yap demek, hukukun genel ilkeleri içinde yer alan ve evrensel bir kural olan “savunma hakkı”nın kısıtlanması sonucunu doğurur.

SONUÇ

Medya üzerinde uygulanan ağır baskılar ve uygulanan yaptırımlar, ölçülülük ilkesine aykırı olarak, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın hürriyetinin yasal sınırlar içinde tam olarak kullanılmasını imkânsız hale getirmekte; bu hürriyetlerin özüne dokunmaktadır. Bu nedenle medya üzerinde giderek ağırlaşan ve yoğunlaşan yaptırımlar, söz konusu özgürlükleri düzenleyen Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine, hem de temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesine aykırıdır. Kuşkusuz Anayasa uzmanları konuyu bu açıdan da ayrıntılı olarak inceleyeceklerdir. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler