Nâzım Hikmet Müzesi'ne Doğru...
Düzenlediği bilimsel çalışmalarıyla, belgeselleriyle, kitaplarıyla, konserleriyle, tiyatro gösterileriyle yola çıkan, eserlerinin ders kitaplarına alınması, oyunlarının daha yaygın oynanması için çabalayan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın bu değerli girişimine; Nâzım Hikmet Müzesi’nin kurulmasına destek olunmalı.
1951 yılındaki kararname, tüm girişimlere, kampanyalara karşın (ki bu kampanya sürecinde Nâzım Hikmet Vakfı’nın öncülüğünde yapılan bir Taksim yürüyüşü, yüzbinlerce resmi başvuru dilekçesi de vardı) ancak 2009 yılında yürürlükten kaldırıldı. Bu bürokratik işlem nedeniyle halkının yüreğinde yer etmiş olan şairimize yönelik bir haksızlık giderildi.
1987 yılında şairin kız kardeşi rahmetli Samiye Yaltırım’ın yaptığı başvuruya yanıt verilmemesi, daha sonra açılan davanınsa Nâzım Hikmet’in bizzat kendisinin başvuru yapması gerektiği gerekçesiyle reddedilmesi gibi trajikomik durumların yaşandığı da henüz unutulmadı. Bu durumun günlerce tartışılması, cadı kazanlarının kaynatılması, gencecik çocukların Nâzım Hikmet şiirleri okuyor diye gözaltına alınması da hafızalarımızda.
1992 yılında Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın organize ettiği, 90. doğum yılı törenlerinin kapanış gecesinde, dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar; Nâzım Hikmet’ten devlet adına özür dilemişti. Ama yürekleri kıpırdatan bu özür bile şairimize yönelik baskıların önünü almaya yetmemişti. Bu ülke tam bir çelişkiler ülkesiydi. Bir yandan anıtları dikiliyor bir yandan da herhangi bir yerel yöneticinin isteğiyle, şiirleri ya da oyunları yasaklanabiliyor, kovuşturma açılabiliyordu. Oysa bu halkın evladı Nâzım Hikmet, varlığıyla, yapıtlarıyla, çalışmalarıyla bu ülkenin bir ferdi olmayı herkesten daha çok hak ediyordu. Nâzım Hikmet, zaten yurttaşlıktan çıkarıldığı için çok şey yitirmemişti. Bu karara üzülmüştü, ama onu halkından koparmaya çalışanlar yine de başarılı olamamıştı. Ancak bu ülke çok şey yitirmişti. Bu hukuk dışı, yanlış, haksız karar ülkesinin insanlarını utandırmıştı. Nâzım Hikmet “Beni halkımdan koparamazlar” demişti. Öyle de oldu. Koparamadılar. Halkı, insanları gizli saklı da olsa, onu okudukça daha çok sevdi. Onu daha da çok sahiplendi.
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların üzerinden 10 yıl geçmişti ünlü “barış türküleri”ni yazdığında. Bu türküler hemen dünya dillerine çevrilmiş ve bestelenmişti. Aktif olarak çalıştığı Dünya Barış Konseyi, bu “türküleri” broşür olarak farklı dillerden basmış ve dağıtmıştı. Bugünlerde İsrail’in Gazze saldırılarıyla birlikte gündeme gelen bu türkülerden biri olan “Kız Çocuğu” şiiri de bu türküler arasındaydı ve dünya bu şiiri Peeter Seeger’in bestesiyle tanımıştı. (Türk halkı da önce Sümeyra’nın sesinden Tahsin İncirci’nin, sonra da Zülfü Livaneli’nin muhteşem besteleriyle tanıdı!..)
Nâzım Hikmet, 1955 yılında Budapeşte Radyosu’nda yaptığı bir söyleşide, bu şiirlerinin, tüm dünyada “barış türküleri” olarak söyleneceğini anlatırken heyecanını gizlememişti. Bu türküleri kendi yazdığı için değil, ama asılları “Türk dilinde yazıldığı” ve “biraz da Türk halkının diliyle” diye övündüğünü söylüyordu. O, Türkçesiyle, halkının diliyle övünüyordu, bizler de bu ülkeden, bu halkın bağrından çıktı diye övünüyorduk onunla. Şimdiyse onunla yurttaş olmanın gururunu yaşıyoruz.
Nâzım Hikmet’e olan borcumuz
Aziz Nesin, bundan 20 yıl önce düzenlenen Nâzım Hikmet’in doğum günü toplantısında, Türk aydınlarının Nâzım Hikmet’e borcu olduğunu söylemişti. Yurttaşlık sorununun çözümünün de bu borçların başında geldiğini vurgulamıştı. Bugün, bu borcun ödenmesi, yurttaşlık sorununun çözümü, ona değil ama bu ülkeye itibar kazandırdı. O itibarını zaten hiç yitirmemişti halkının gözünde, insanların gözünde. İadeyi itibar bu ülke için gerçekleşti.
Şimdi sıra diğer borçların ödenmesinde!.. Şiirlerinin, eserlerinin daha yaygın okunması, genç kuşaklara doğru ulaştırılması için çalışılmasında!.. Bir “Kuvayı Milliye Destanı”nın, bir “Şeyh Bedreddin Destanı”nın, Kemal Tahir’le yazıştığı mektupların (ki bu mektuplar edebiyat ders kitabı gibidir), “Havana Röportajı”nın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında yer alması ve hakkıyla okutulmasının gerçekleştirilmesinde!..
2010 yılında İstanbul, Avrupa’nın kültür başkenti olacak!.. 20 milyona yaklaşan nüfusuyla Avrupa’nın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’da, Nâzım Hikmet Vakfı’nın “Anı Salonu” olarak düzenlediği salonun dışında bir Nâzım Hikmet Müzesi yok! Onu gelecek kuşaklara aktarmak için çalışan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı, Nâzım Hikmet Müzesi’nin kuruluşu için çabalarını sürdürmekte. 2010 yılında Avrupa’nın kültür başkentlerinden biri olacak olan İstanbul’da hem halkının hem de yurtdışından gelecek insanların ziyaret edebileceği, Nâzım Hikmet’i soluyabilecekleri, Nâzım Hikmet’i yaşayabilecekleri bir müze için çalışmakta. Nâzım Hikmet’in İstanbul’una hasretini giderecek, onu insanlarıyla buluşturacak, tüm insanlığa kendi şehrinden gururla seslenebileceği bir mekân için hazırlanmakta!..
Onun için anıtlar, çınar ağaçları dikerken Anadolu’nun meydanlarında, köy mezarlıklarında, ona olan borcumuzu ödemeye çalışıyoruz. Düzenlediği bilimsel çalışmalarıyla, belgeselleriyle, kitaplarıyla, konserleriyle, tiyatro gösterileriyle yola çıkan, eserlerinin ders kitaplarına alınması, oyunlarının daha yaygın oynanması için çabalayan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın bu değerli girişimine; Nâzım Hikmet Müzesi’nin kurulmasına destek olunmalı, yanında yer almalı, şairimizin hasretini hep birlikte gidermeliyiz. Bilmeliyiz ki ülkeler aydınlarına, şairlerine, yazarlarına, sanatçılarına, bilim insanlarına verdikleri değer oranında büyürler.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke