Obama'yı Beklerken...
Başkan Obama'nın seçim kampanyası boyunca, özellikle, Ermeni iddiaları ve ayrıca Kıbrıs konularında vermiş olduğu ve çoğu oy kazanma ihtiyacının gereği olabilecek ölçüleri bir hayli aşan sert bir üslup ve önyargılı içerik taşıyan demeçleri, bizim bu konuda iyimser olmamızı engellemektedir.
ABD’nin 44. Başkanı Barack H. Obama 20 Ocak 2009 günü yaptığı göreve başlama konuşmasında, bütün dünyaya hitap ederek “Biliniz ki Amerika, barış ve haysiyet içinde bir gelecek isteyen her ulusun, her erkek, kadın ve çocuğun dostudur ve buna bir kere daha önderlik etmeye hazırız” demiştir. Böylece, ABD’nin, öncelikle dünya kamuoyu nezdindeki bozuk görüntüsünü düzeltmeye matuf adımlar atmayı tasarladığının ve dış politika hedeflerine dünya ile barışık biçimde ulaşmaya çalışacağının işaretini vermiştir.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary R. Clinton’ın 7 Mart’ta Ankara’ya yaptığı ziyaret, yeni yönetimin “imaj” düzeltme hareketinin Türkiye boyutunu oluşturmuştur.
Hillary Clinton göreve başladıktan 45 gün sonra Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Türkiye’ye verilen bu öncelik kuşkusuz rastgele olmamıştır.
ABD yönetiminin önünde duran kabarık dış politika dosyalarından Afganistan, Irak, İran, Ortadoğu, Kafkasya, enerji güvenliği, terörle mücadele gibi doğrudan ABD’nin çıkarlarını ilgilendiren konular Türkiye ile işbirliğini gerekli kılmaktadır.
Hillary Clinton’un ziyareti
Bu konularda Türkiye doğrudan söz ve rol sahibidir veya rol üstlenme kabiliyeti vardır. Ayrıca, Türkiye, dünya gündeminin sorunlarla dolu olduğu bir dönemde 2010 yılının sonuna kadar BM Güvenlik Konseyi üyesidir.
ABD, kendi öncelikleri içinde yer alan daha birçok konuda Güvenlik Konseyi’nde Türkiye ile işbirliği yapma ve desteğini alma ihtiyacındadır.
Üstelik, Türkiye, ABD’nin 2000’li yıllarda kamuoyu nezdinde önemli ölçüde destek kaybettiği ülkelerden biri olmuştur.
Kanaatimizce, Hillary Clinton, eski bir “first lady” ve yeni bir dışişleri bakanı olarak Ankara’daki misyonunda rolünü vakar ve zarafet içinde ustalıkla oynamış ve ülkesinin çıkarları açısından bir hayli başarılı olmuştur.
Akıllıca, NTV’nin “Haydi Gel Bizimle Ol” programına katılarak sempati toplamıştır.
Ankara’ya Mısır, İsrail ve Filistin’i ziyaret ettikten sonra dönüş yolunda uğramamış, Brüksel ve Cenevre’deki temaslarından sonra gelmiştir.
Programın bu şekilde yapılmasındaki diplomatik sembolizm, Türkiye’nin konumu ve dış politika hedeflerine uygun bir anlam taşımıştır. Başkan Obama’nın nisan ayı içinde Türkiye’ye geleceğini Ankara’da açıklamış olması da ziyareti kamuoyu bakımından daha ilgi çekici ve muhtevalı kılmıştır.
ABD Dışişleri Bakanı Ankara’daki demeçlerinde iki ülke arasındaki ortak değerleri “demokrasiye, laik anayasaya (devlet yapısına), din hürriyetine ve serbest pazara bağlılık” şeklinde tarif etmiştir. Bush döneminde Türkiye’ye yakıştırılan “ılımlı İslam için model olma” rolünden söz etmemiştir. Kuşkusuz bu, olumlu bir değişikliktir.
“Ortak düşman”
Ankara’da yayımlanan Türkiye-ABD ortak bildirisinde PKK’nin ve El Kaide’nin “ortak düşman” olarak nitelenmesi ve terörle mücadelede “işbirliğinin arttırılmasından” söz edilmesi de kamuoyları bakımından önemli mesajlardır.
Yayımlanan ortak bildiri, iki devletin önümüzdeki dönemdeki ortak çalışmalarının gündemi mahiyetindedir. Birbirlerinden olan beklentilerini de açık veya kapalı olarak yansıtmaktadır.
İki Dışişleri Bakanı Türkiye ile ABD arasındaki ilişki ve işbirliğini tanımlarken “dostluk, müttefiklik ve ortaklık” kavramlarını kullanmışlardır.
Türkiye ile ABD 57 yıldır “müttefik” sıfatını taşımaktadırlar. Aralarında “stratejik ortaklık” vardır. “Ortak Vizyon Belgesi” oluşturmuşlardır. İlişkiler ve işbirliği giderek çeşitlenmiş, derinleşmiş ve yoğunlaşmıştır.
Bununla beraber, bu ilişki ve işbirliği manzumesi bu vakte kadar iki ülkenin kamuoylarına “samimi dostluk” biçiminde yansıyabilmiş değildir.
Bunun temel sebebi, ABD’deki karar alma mekanizmalarının, özellikle, Kongre’nin dış politika konularında ülkedeki fevkalade teşkilatlı Rum-Yunan, Ermeni ve Musevi gibi lobilerinin etkilerine son derece açık olmalarıdır.
Bu durumun, yönetimin de zaman zaman işine geldiği ve “Ne yapalım, Kongre’yi aşamıyoruz” mazeretinin arkasına sığınma ihtiyacına cevap verdiği, ilişkilerimizin akışı içinde görülmüştür.
Başlıca bu yüzdendir ki, Türk-Amerikan ilişkilerinin son 50 yıllık akışı içinde ABD yönetimi ve çoğu kez Kongre, Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkileri ve Ermenilerin Türkiye ve Türk ulusu aleyhindeki iddiaları ve talepleri gibi konularda, bırakınız Türkiye’yi açıkça desteklemeyi, tarafsız kalmayı dahi başaramamıştır.
Aksine, ilgili konulara Rumlardan ve Ermenilerden yana taraf olmuşlardır.
Kıbrıs’taki 1963-64 olaylarında Başkan Johnson’un Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini önlemek için Başbakan İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde ültimatom niteliğinde bir mektup göndermesi; Barış Harekâtımızdan sonra ABD’nin Kongre’nin kabul ettiği bir kanuna dayanarak 5 Şubat 1975-26 Eylül 1978 tarihleri arasında “müttefik” Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması; Annan Planı hakkındaki 24 Nisan 2004 referandumlarının bilinen sonuçları karşısında “Kıbrıslı Türkler” üzerindeki ambargoların kaldırılması yolunda ABD’de ve BM’de yapılmış olan açıklamaların gereğinin geçen 5 yıl içinde henüz yerine getirilmemiş olması; Ermenilerin sözde “soykırım” ve buna ilişkin iddia ve talepleri hakkında Kongre’de takınılan tutumlar ve her 24 Nisan öncesinde ABD’nin “soykırımı tanıması” için yasa çıkarılması yolunda yapılan teşebbüsler Türk kamuoyunda “müttefik” ABD ile olan ilişkilerimizin niteliği hakkında olumsuz düşünce ve duygu birikiminin oluşmasına yol açmıştır.
Son yıllarda Türkiye’nin rolü hakkında ABD tarafından ortaya atılan “ılımlı İslam modeli” yakıştırması da Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde yer alan “laiklik” ilkesine ters düşmüş ve ABD’nin niyetleri hakkında kuşkular meydana getirmiştir.
ABD’nin Türkiye ile ilişkiler bakımından işaretlerini vermeye başladığı yeni yaklaşımın yönetimin Türkiye’ye hasım lobilerin girişimlerine karşı direnme gösterebildiği ölçüde başarılı olabileceğini düşünüyoruz.
Önyargılı demeçler
Şunu samimi olarak ifade etmemiz gerekir ki, Başkan Obama’nın seçim kampanyası boyunca, özellikle, Ermeni iddiaları ve ayrıca Kıbrıs konularında vermiş olduğu ve çoğu oy kazanma ihtiyacının gereği olabilecek ölçüleri bir hayli aşan sert bir üslup ve önyargılı içerik taşıyan demeçleri, bizim bu konuda iyimser olmamızı engellemektedir.
Dışişleri Bakanı Babacan önümüzdeki 24 Nisan’da ABD Kongresi’nde meydana gelebilecek gelişmeler hakkında bu aşamada ihtiyatlı konuşmuş olmakta haklıdır.
Barack Obama’nın başkanlığı döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin ve işbirliğinin karşılıklı saygı ve güven duygusu içinde her iki ülkenin çıkarlarına uygun düşen gerçek “dostluk” niteliği kazanması ve sonuçlar vermesi dileğimizdir.
Tugay ULUÇEVİK Emekli Büyükelçi
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli'nin açıklamaları sahaya nasıl yansıdı?
- Cinsel içerikli videolar çeken karı-koca tutuklandı
- PKK Suriye’nin Silahlı Kuvvetleri Oluyor
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- CHP ne yapmalı?
- Özgür Özel, Erdoğan'a seslendi
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- Ölü ve yaralılar var!
- Erdoğan'dan Özel'in 'savaş ilanı' sözlerine yanıt
- Cem Yılmaz'ın yeni evi dudak uçuklattı!