Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu ile 'Unuttuk'

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun yeni yayımlanan 'Unuttuk' adlı kitabı sözün konusu. Kanadoğlu'nun Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarından oluşan 'Unuttuk', bugün ülkemizde her alanda özellikle de yargının bağımsızlığına aykırı eylemlere karşı duruş anlamında mücadeleye apaçık bir çağrı niteliğini taşıyor. Gazetemiz Ankara temsilcisi Mustafa Balbay'ın usulsüz uygulamalarla tutuklanıp hapse gönderilmesine ilişkin gelişmeleri de değerlendiren Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile kitabını ve son gelişmeleri konuştuk, unutturulanları anımsadık.

Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu ile 'Unuttuk'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 26.03.2009 - 14:38

'Unuttuk' bir çağrıda bulunuyor ve mücadeleye, çabaya davet ediyor' Bugün ülkemizde her alanda özellikle de yargının bağımsızlığına aykırı eylemlere karşı duruş anlamında 'mücadele ve çaba' ne durumda diye sorarak başlayalım söyleşimize?

Demokrasi, kurallar rejimidir. Onsuz olmaz. Koşulları ise çoğulculuk, katılımcılık, saydamlık, laiklik, yargı bağımsızlığı ilkeleridir. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve laik devlet, hukuk devleti ve ulus devlet temel ilkeleri ile örtüşür. Çağdaş demokrasiyi yaşatmak ve yeşertmek için, yurttaşların bu yönde çabası ve sayılan ilkelerin savunulması önemli ve gereklidir. Bu bağlamda çağdaş demokrasi rejimi içinde huzurlu, güvenli ve mutlu olabilme, halkın sayılan ilkelere sahip çıkmasıyla doğru orantılıdır. Benim davetim, bu yolda bir anımsatmadır.

 

Siyasi iktidarların yargıya bakışı

Demokrasiye, yargının bağımsızlığına ilk sahip çıkması gerekenler ve özellikle de halk bu anlamda sorumluluğunu çok ihmal etti bu kesin' Geri dönülemez bir noktada değiliz elbette, yazılarınızda da umut hep taze, hep diri' Kitabınızın ruhundan önemli bir parça da bu 'iyi ki de öyle' Ve/ama bu tek başına yeterli de değil' Öyleyse neler söylersiniz bu noktada?

Yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlüklerin sağlanmasıyla, hukuk devleti ve giderek devletin devamıyla doğrudan ilgilidir. 1982 Anayasası, yargı bağımsızlığını kısıtlayan hükümleriyle, yürütmeye bağımlı bir yargı organı yaratma çabasının ürünüdür.

1983 yılından bu yana iktidar olan siyasi partiler, çağdaş demokrasinin koşulu olan yargı bağımsızlığı konusuna hiç değinmediler. 1987'den bugüne kadar Anayasa'da yapılan 13 değişiklikte 78 madde değiştirildi.

Yargı bölümünde ise DGM'lerin kaldırılması dışında bağımsızlığı sağlayacak yönde herhangi bir girişim yapılmadı. Siyasi iktidarların yargıya bakış açısı, demokrasi anlayışının ne denli yetersiz ve yanlış olduğunun kanıtıdır.

Halkımız ne yazık ki bu sorumsuzluğa iştirak etti ve siyasi partilere karşı tavır almadı ve istekte bulunmadı. Bağımsız olmayan yargının, siyasallaşma tehlikesini öngörmedi. Yaşadıklarımız, bu aldırmazlığın sonucudur. Halka doğruları anlatmaya çalışıyoruz. Halkımızın, yargı bağımsızlığını içselleştirmesi halinde hukuk devletine ve çağdaş demokrasiye ulaşmamız olanaklıdır.

'Yargı yargıya bırakılamaz' diyen malum zihniyet sürekli 'millet' de 'millet' diyor' Yumuşak karın 'millet'' Milletin kudretinin yine millete karşı kullanılması' Bumerang etkisi' Ve bu hamaset geçmiş dönemlerden azılı farklılıklar gösteriyor. Gücünü perçinleyerek, özgüvenini tazeleyerek yollarına devam ediyor birileri. Kitabınızda yer alan yazılarınızda okuyoruz, hukuka uygun düzenleme neredeyse yok denecek kadar az. Oldu bittilerden, aceleye getirilerek dayatılmış çala kalem metinlerden geçilmiyor sistem. Örnekler misiniz mevzu konusu ihlallerin en 'azılılarını'?

Anayasanın 6'ncı maddesine göre 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.' Bu organlar yasama, yürütme ve yargı organlarıdır.

Yine Anayasa'nın başlangıcında kuvvetler ayrılığının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu belirtilmiş ve üstünlüğün ancak Anayasa ve yasalarda olduğu vurgulanmıştır.

'Yargı, yargıya bırakılamaz' söylemi siyasi iktidarın anlayış ve kararlılığının açık itirafıdır. Bu söylem kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve sonunda çağdaş demokrasiyi reddeden, oy çoğunluğuna dayanarak bir dikta kurma heves ve amacına yönelen davranış biçimidir.

Oldu bittiler, aldatmaca ve kandırmaca sonucu ortaya çıkan, iki örnek ise seçmen kütüklerinin adrese kayıt sistemi ile oluşturulmasına olanak sağlayan yasa ile Yüksek Seçim Kurulu'nun görev ve yetkilerinin yürütme organına devredilmesi ve Cumhurbaşkanı'nın halk oylaması ile seçilmesi yönündeki Anayasa değişikliğidir.

Kaldı ki çalakalem yasa yapılmasının en çarpıcı örneği, yeni Türk Ceza Yasası'nın -yürürlüğe girmeden önce başlayan ve bugüne kadar geçen sürede- yedi kez değiştirilmek zorunda kalınmasıdır.

Bir önceki sorunun 'farklılıklar' bölümüne ilişkin de darbe dönemlerine atfen benzerlikleri ortaya koyar mısınız?

Demokrasiye inançsızlık yönünden iki dönem arasında tam bir benzerlik vardır.

Yine yazılarınızdan birinde altını çizdiğiniz gibi 'Ülkemizde yargı bağımsız değildir'' Anayasa'da yer alan bazı hükümler nedeniyle bağımsızlık kâğıt üstünde kalıyor. Bir gazeteci olarak değil herhangi başka bir vatandaş olarak sorduğumu varsayarak neden kâğıt üstünde kaldığını kaçırmam olası can alıcı nüansları anımsatarak anlatır mısınız?

Anayasa'nın yargı bölümünde yer alan çelişkiler giderilmeden ve 140/6 maddesi ile 144 ve 159. maddelerinde yer alan hükümler değiştirilmeden yargı bağımsızlığı sağlanamaz.

Hâkim ve savcıların idari yönden Adalet Bakanlığı yerine (HSYK) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na bağlılığı getirilmeden, hâkim ve savcıların denetimi Adalet Bakanı'nın izniyle ve tam bağımlı Adalet müfettişleri tarafından yapıldığı ve HSYK'nin oluşumu bu biçimde bırakıldığı sürece, yargı bağımsızlığından söz edilemez.

Hele üzerine 'yargı yargıya bırakılamaz' ve 'yargıya güvenmiyoruz' söylemlerini de eklerseniz, kadrolaşma niyet ve çabalarını da gözetirseniz, nüansları da saptamış olursunuz.

Ve Türkiye Adalet Akademisi... Özel bir okul mantığıyla çalışılan bir kurum gibi mi? Üzerindeki her türlü yetki bakanlık bürokratlarında' 'İdeolojik yapılanmayı' önce çağrıştıran sonra da yaşama geçiren bu yapının fiili durumunu değerlendirmenizi ve geleceğine ilişkin öngörülerinizi rica ediyorum...

Türkiye Adalet Akademisi, kötüye kullanılan kuruluş amacı, yapısı ve çalışma yöntemleri, ödüllendirme olanakları nedeniyle, yürütmeye bağlı tek tip hâkim ve savcı yetiştirmeye yönelen bir nitelik kazanmıştır. Özerk olmayan haliyle Akademi, bağımsız yargı ilkesine karşı tehlike oluşturmaktadır.

 

Sivil darbe

Sivil darbe sizce fiilen ne zaman yürürlüğe kondu, ilk ve son somut işaretleri olarak belirtilse bunlar neler olurdu? Ve bu bağlamda bugün ülkemizde en çok ne/neler içinize sinmiyor, sizi derinden kaygılandırıyor?

Anayasa değişikliği heves ve arayışları, başlangıç noktasıdır. Her türlü ideolojiden uzak, Atatürk ilke ve devrimlerini yadsıyan söylemlerden sonra kurulan, aynı düşünce yapısındaki bir komisyon tarafından sipariş üzerine hazırlanan taslak, karşı çıkmalar sonucu şimdilik rafa kaldırıldı. Ancak yerel seçimlerden sonra ısıtılarak gündeme getirilecektir. Siyasi iktidar yerel seçimlerde oy artırsa veya kaybetse dahi bu denemeye girişecektir.

Açıkça görülmektedir ki istenen, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın yapısının ve çalışma yöntemlerinin değiştirilmesidir. Böylece dinin siyasete alet edilmesi kolaylaştırılacak ve laiklik ilkesi sulandırılıp yozlaştırılacaktır.

Unuttukları, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'nın 10 ve 42. maddesinde yapılan değişiklikleri, Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez 2 ve 4. maddelerine dayanarak iptal etmiştir. Yargıyı siyasallaştırma çabaları da kuşkusuz 2. madde de yer alan Cumhuriyetimizin 'hukuk devleti' temel ilkesi karşısında başarısız kalacaktır.

Ülkemizde içi boş kavramlar olarak kalan ilkeleri anımsatır mısınız? Mesela 'Devlet adamı olabilmek' başlıkla yazınızda diyorsunuz ki 'Günümüzde ise üzülerek belirtmek gerekir, artık Türkiye'nin ulusal saydığı kırmızı çizgileri kalmamıştır.' Açar mısınız bu durumu?

Devlet adamı, doğruları ve karşılaşılması olası güçlükleri halkına anlatan, gücünü bu nedenle halktan alan ve ulusal yararı her türlü kişisel veya siyasal yarardan üstün tutan ve sözüne inanılan, güvenilen, amaçlarından kuşku duyulmayan politikacıdır.

Kıbrıs konusunda TBMM'nin 6 Mart 2003, 21 Ocak 1997 ve 15 Temmuz 1993 kararlarında konulan kırmızı çizgiler, siyasi iktidar tarafından yok sayılabilmişse, Türkiye'nin inandırıcılığı ve kararlılığı, üzülerek söylemek gerekirse büyük yara almıştır.

Başkanlık rejimi' Rutin aralıklarla nabız yoklamak için ortaya sürülen 'Padişahım çok yaşa!'cı fikriyat' En azından bizim ülkemizde bilmiyorum belki de coğrafyamızda dönüşeceği yapı bu' Malum lider sultası konusunda sicilimiz pek temiz değil' Ama henüz başarılamadığı düşünülürse düşmeyen kalelerden biri de bu değil mi?

Siyasi partilerde katı disiplin geçerli ve parti içi demokrasi yoksa, sivil toplum örgütleri yetersiz ve etkisiz ise; yandaş medya ticari çıkarlarını koruma yolunu siyasi iktidarla uzlaşarak, gerçekleri çarpıtma pahasına onu desteklemekte bulmuşsa; yargı bağımsız, güçlü ve etkin değilse; çağdaş demokrasiden nasibini almamış ortamlarda 'başkanlık rejimi' kolayca 'başkancı rejime' dönüşür. Bu tehlikeye karşı uyanık olmakta yarar vardır.

Bugün Cumhurbaşkanı olmak Türkiye'de ziyadesiyle avantajlı mıdır? Yasa bütünüyle Cumhurbaşkanını adeta tek taraflı koruma altına alıyor' Suç falan kalmıyor, Cumhurbaşkanı 'aklanıyor' önceki suç sayılı fiillerinden' Ve hukuksal zeminde dominoda devrilen ilk taş hangisiydi bu konuda?

Anayasa ve ceza hukuku öğretisinde Cumhurbaşkanı'nın kişisel suç işlemesi durumunda sorumlu tutulacağı yolunda açık ve kesin bir görüş birliği vardır. Bu nedenle görev öncesi ve sonrası işlediği suçlardan sorumsuz olacağı kabul edilemez. Hukuksal süreç devam etmektedir. Sonucu beklenmelidir.

 

Dinin kötüye kullanılması hükmü!

Anayasamızın 24/son maddesinde yer alan 'dinin kötüye kullanılmasını önleyen' düzenlemeyi de koruyan ceza yaptırımının, 12 nisan 1991 gün ve 3713 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılması, Anayasa'ya aykırı bir çıkarmanın sonucudur. (') 1991 yılında yapılan bu hatanın bedeli acı bir biçimde ödenmiştir ve ödenmeye devam edilmektedir' diyorsunuz (sayfa 102) 'Laiklik yasal koruma altındadır' başlıklı yazınızda. Bu aykırılık nasıl giderilebilir, metne uygun düzenleme hangi cümleyle yapılmalıdır?

Anayasanın 24/son maddesinde yer alan ve 'dinin kötüye kullanılmasını önleyen' düzenlemenin ceza yaptırımını, yeniden TCY'de hükme bağlayacak çoğunluk bulununcaya kadar beklemek gereklidir.

Kuran kurslarıyla ilgili son gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ceza yaptırımlarının azaltılması ya da çoğaltılması yönündeki ceza siyaseti, TBMM'ye ait olup, Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz.

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara ve Ayvalık'taki evinizde arama yapılması olayı' Yapılanları 'sonun başlangıcı' olarak nitelendirdiniz ve 'Türkiye hiçbir zaman bir dinci diktanın veyahut akla gelebilecek her türlü diktanın yerleşemeyeceği özgür bir ülke olarak kalacaktır' dediniz. 'Dışarıdan müdahale edilmezse, yargı kendine yardım edecek' dediniz.. Dışarıdan müdahale dinecek gibi görünmüyor, sizce daha neler beklenebilir bu süreçte böyle giderse?

Yargı bağımsızlığının önemi, her geçen gün ve olayda daha açık ve kesin olarak ortaya çıkmaktadır. Müdahale, etkileme ve yönlendirme çabaları artarak süregelmektedir. Yasadışı yolla elde edilen bilgilerin, belirli amaçlarla bilinen medya organlarına ulaştırılmasının ve yayımlanmasının mutlaka önüne geçilmelidir.

 

Mustafa Balbay ve Neriman Aydın

Ergenekon soruşturması kapsamında daha önce ifadelerine başvurulan Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay ve yazar Neriman Aydın'ın ek ifadeleri alınmak üzere polis nezaretinde apar topar Ankara'dan İstanbul'a getirilmeleri ve ifadeleri alındıktan sonra nöbetçi mahkemeye sevk edilip tutuklanmaları konusundaki görüşlerinizi sorarak bitirelim söyleşimizi.

Hakkında CMK'nin 145 ve 146. maddeleri uyarınca tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenler bulunmayan şüpheli zorla getirilemez, davetiye ile çağrılması gerekir. Var ise bu zorla getirilme nedenlerinin de zorla getirme kararında, açıkça yer alması zorunludur.Kaldı ki CMK'nin 251. maddesinin 3. fıkrasına göre, suçun ağır ceza mahkemesinin yetki alanı dışında işlenmesi halinde, Cumhuriyet savcısı, o yer ağır ceza mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet savcısından soruşturma yapılmasını isteyebilir. Yasa, yetkisi bulunduğu yerle sınırlı görev yapan Cumhuriyet savcısına, Türkiye'nin her yerinde soruşturma ile ilgili yetki ve görev vermemiştir.Ayrıca Yasa'nın 148. maddesinde 'ifade ve sorguda yasak yöntemler' başlığı altında, şüphelinin beyanının özgür iradesine dayanması koşul sayılmış ve 'yorma' gibi bedensel ve ruhsal müdahalelerin yapılması yasaklanmıştır. Aynı maddeye göre yasak yöntemlerle elde edilen ifadeleri rıza ile verilmiş olsa bile, delil olarak değerlendirilemez. Bir şüphelinin 23 saat süre ile uyutulmadan ifade vermeye zorlanması, kuşkusuz ifade almada yasak yöntemlerdendir. Usule uyulmaması halinde maddi gerçeğin bulunması olanaksızdır.

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Unuttuk / Sabih Kanadoğlu / Doğan Kitap / 182 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler