Ötekileştiren zihniyet muhafazakarlık- 3

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Toker: Riyakâr bir toplumun devlet eli ile ön oluşumunu izlemekteyiz

Ötekileştiren zihniyet muhafazakarlık- 3
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.08.2012 - 10:34

Mavi Marmara olayı sonrası Musevi bir esnaf arkadaşım, kendisine olan borcunun tamamını ödeyeceğini söyleyen bir Müslüman alacaklısına tahsildar elemanını gönderiyor. Borçlu ödemenin yarısını yapmış. “Borcunun diğer yarısını neden ödemedin” diye sorunca “diğer yarısını senin adına Gazze’ye bağış yaptım” yanıtı alıyor.

- Siz bir liberal olarak nasıl değerlendiriyorsunuz muhafazakârlığı?

Muhafazakâr olduğunu iddia eden parti, bölücü ve kutuplaştırıcı politikaları ile toplumu dindarlaştıracağı yerde yobazlaştırıyor. Farklı inançlara, fikirlere olan hoşgörü ve anlayış her geçen gün azalıyor. Dindarlık ile yobazlık arasında çok ince bir çizgi vardır. Dindarlık ne kadar saygı duyulması gereken bir olgu ise yobazlık da o kadar karşı çıkılması gereken tehlikeli bir olgudur. Ülkeyi 10 senedir yönetenler maalesef bu farka hassasiyet göstermeden söylem ve icraatlarda bulunuyor. Mavi Marmara olayı sonrası Musevi bir esnaf arkadaşım, kendisine olan borcunun tamamını ödeyeceğini söyleyen bir Müslüman alacaklısına tahsildarını gönderiyor. Borçlu ödemenin yarısını yapmış. “Borcunun diğer yarısını neden ödemedin” diye sorunca “diğer yarısını senin adına Gazze’ye bağış yaptım” yanıtı alıyor.

İsmi Vahan olan bir arkadaşım ehliyetini yenilerken yeni ehliyete ismi Vahap dini İslam olarak yazılıyor. Yanlış yazmışsınız diye itiraz edince “Hadi canım bak böyle daha güzel oldu” yanıtı alıyor. Süryani kilisesinin önde gelenleri iktidardan 10 senedir İstanbul’da tek bir kiliseye sığmadıklarından 2. bir kilise için arazi talep ediyor. 10 senedir aldıkları yanıt “sabırlı olun”.

Azınlıklar, ilkokul çağında çocukları için, okullarda o yaşta ayrımcılığa uğramasınlar diye resmi olmasa da, ikinci bir Müslüman Türk ismi kullanıyorlar. 5-6 yaşında yavrular bunun nedenini bir türlü anlayamıyor. Hocalı katliamının yıldönümü anma töreninde “Hepiniz Ermenisiniz hepiniz piçsiniz” pankartı hiçbir yaptırıma uğramadan ülkenin bir bakanının önünde açılmıştır. O gün yeni bir 6-7 Eylül endişesi taşıyan binlerce azınlık vatandaşımız evlerinden çıkmamıştır.

Değişime direnç

-Muhafazakârlaşma dendiğinde sizi en çok rahatsız eden nokta nedir?

Geçmişe saplanıp kalmak ve değişime körü körüne direnç göstermek beni çok rahatsız ediyor. Elbette toplumun gelenek ve göreneklerine saygı gösterilecektir ama hükümetin savunduğu muhafazakârlık çok farklı bir şey.

Ben bir liberal olarak sürekli değişen dünyaya derhal ayak uydurmanın bir şart olduğuna inanıyorum. Türk insanı maalesef bu değişime “muhafazakârlık” gerekçesi ile kendini kapatmış ve ağır faturalar ödemiştir ve ödemeye devam etmektedir. Matbaa, haklar bildirgeleri, Miranda hakları, CMUK, özelleştirme, küreselleşme gibi değerleri daima çok arkadan takip edebilmişiz. İran İslam devriminden sonra sormuşlar, “Yaşamınız nasıl değişti” diye. “Devrimden önce evimizde ibadetimiz yapar, dışarıda içkimizi içerdik. Devrimden sonra dışarıda ibadetimizi yapıp evimizde içiyoruz” yanıtı verilmiş. Sanırım bunun örneklerini toplumda her geçen gün daha fazla hepimiz yaşıyor ve görüyoruz. Riyakâr, çifte standartlı bir toplumun devlet eli ile ön oluşumunu izlemekteyiz.

‘Biz hep ötekiydik’


Azınlık olmak kuşkusuz, Türkiye’de hep zor. Peki ya muhafazakârlığın yükselişte olduğu şu günlerde. Yanıtı Apoyevmatini gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis veriyor.

- Sizce Türkiye’de muhafazakârlaşma hayatta nasıl tezahür ediyor?

Türkiye’de muhafazakârlık her zaman vardı. “Dindar gençlik yetiştireceğiz” söylemi ne kadar muhafazakârsa, “Milliyetçi gençlik yetiştireceğiz” ya da “Atatürkçü gençlik yetiştireceğiz” “Komünist gençlik yetiştireceğiz” söylemleri de aynı şekilde muhafazakâr. İlericilik, çağdaşlık, yukarıdan aşağıya emirlerle olacak şeyler değil. Örneğin Türkiye’de 1930 yılında kadınlara oy hakkı verildi. Ancak uygulamada o kadınların kocalarına ya da babalarına ikinci oy hakkı verilmiş oldu. Çünkü ilericilik serbest düşünmeyi öğretmek ve sağlamakla olur. Verilen değil, kazanılan hakları kullananlar ilerici toplum yaratır. Türkiye’de muhafazakârlığın tezahürü bunun tam aksidir.

- Muhafazakârlaşma en çok da “öteki”ler için tehlike yaratıyor; Türk, erkek, Sünni olmayanlar için. Bu durum azınlıkların yaşamına nasıl yansıyor? Nelerle karşılaşılıyor mesela? Bunlara karşı nasıl bir varlık sürdürme yöntemleri geliştiriliyor?

Benim mensubu olduğum toplum her zaman “öteki” sayılmıştır. Eskiden dinsel açıdan, son yüz yıllık dönemde ise ulusal açıdan. Ancak dinsel kriterlerle “öteki” olmak ehveni şer olarak kabul edilebilir çünkü. Ortodokslar ve Müslümanlar, Osmanlı ve Bizans dönemleri dahil, 1500 yıla yakın yan yana yaşamışlar, birbirlerine tahammül etmeye alışmıştır. Oysa milliyetçi açıdan dışlananlara acımasız davranılmıştır. Milliyetçiler, mütedeyyin kişilere nazaran daha katıdır. Konuştuğun dile varıncaya dek her şeyinden rahatsız olurlar.

- Muhafazakârlaşma dendiğinde sizi en çok rahatsız eden nokta nedir?

Çocuklarımızı illa ki “biz”e benzetme çabası. Onlara eğitim vererek serbestçe karar almalarını sağlamak yerine, ezberlerimizi onlara da mal etme inadı.

- Sizin yaşamda muhafazakârlığa çarptığınız, tanık olduğunuz anlar var mı?


Hayatım bununla geçti -ve geçiyor- diyebilirim.


Çağdaş kölelik, tek tip insan


Yüksek sınıf zevkine yönelik olarak adlandırılacak bir sektörün, moda sektörünün ülkemizdeki öncülerinden Yıldırım Mayruk muhafazakârlaşmaktan bambaşka bir anlam çıkarıyor. Ona göre, Türkiye Cumhuriyeti’nde hukuk siyasallaştıkça, güvenlik sistemleri kadrolaştıkça ve eğitim erozyona uğradıkça kâbus olarak ortaya çıkan bir olgu “muhafazakârlaşma”. Yani muhafazakârlık, sıraladığı bu olumsuz nitelikleri değil, bu olumsuz nitelikler muhafazakârlaşmayı doğuruyor. Bir saptaması da şu: “Gelişim derken değişim, evrim derken ihmal edilen iletişim bunların temel kaynağı. Maalesef niteliksiz ama nicelikli ve birtakım kişi ya da kurumlarca görevlendirilmiş uzmanların şahsi görüşlerinin yanı sıra batıl inançları ya da kanaatları ile şekillenen bu tartışma, farklılık ve çeşitliliğe tahammül edemediğinden muhafazakâr, yani tutucu kavramı tamamen içi boş bir kavram haline geliyor. Bu da günlük yaşama kavram kargaşası olarak yansıyor.”

Mayruk’a göre, “baskın rol modelleri tek tip insan arayan çağdaş kölelik sistemlerinden başka bir şey değil” ve onu en çok, muhafazakârlığın doğal sonucu olarak yaşanan “kültürel zenginlik” kaybı kaygılandırıyor. “Yıllar öncesinin kibar Rumları, nazik Ermenileri, hoşgörlü Alevileri ve keyifli Musevileri bu yüzden gittikçe azalarak yurdumuzu kültürel zenginliğinde geri dönülmez bir fakirliğe itiyor” diyor ve ekliyor: “Bu durumda, bahse konu grup ya da zümreler de kendi aralarında toplumdan soyutlanmış ve korku duvarlarının ördüğü bir saklı bahçede yaşamak zorunda kalıyor.”

Örgütlü cehalet

Bu muhafazakârlığın onun kişisel payına düşen en büyük rahatsızlığa gelince: “Muhakazakârlaşma adı altında yaşanan örgütlü cehalet, gösteriş merakı, savurganlık, hadsizlik ve terbiye yoksunluğu ve önyargılı yaklaşımlar... Gelenek ve göreneklerdeki deformasyon ise en acı yanı. Elbette sosyal hayat ve toplum içinde güya muhafazakârlığın ardına saklanmış ve kendi gibi düşünmeyen herkesi aşağılayan, nezaketsiz davranan ve yalanla kandıranlara her ne kadar istemesek de zorunlu olarak zaman zaman katlanmak zorunda kalıyoruz. Çünkü sosyal ve kütürel hatta kentsel ve kırsal toplum artık homojen değil. Üstüne üstlük bir de imtiyaz ve yetki kullanımının şahsi çıkarlara dönüşmesi meselesi var ki o akıllara zarar!”

SÜRECEK


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon