‘Özgür iradeyle gelinen nokta hiç de parlak değil!’
Bir yanda Gezi direnişinin son günlerinde fiziksel bir travma yaşayıp yaşamı altüst olan aktivist bir avukat; diğer yanda 12 Mart’ın karanlık günlerinde cuntanın gazabından kurtulmak için ülke dışına kaçmaya çalışan bir gerilla... Ve onları birleştiren bir günlük... Tüm bunların ötesinde, bir kıyı kasabasında kendini ele vermeye başlayan, yaşama ve evrene dair kadim bir gizem... Burak Eldem’in Tavuskuşu Güncesi (Doğan Kitap), ürpertici labirentleriyle “gerçeklik” kavramını sorgulatan sarsıcı bir roman.
‘MİTOLOJİ VE JUNG FELSEFESİ TUTKUM’
- Romanlarınızda efsanelerden, dinlerden, mitolojiden yararlanıyorsunuz. Onları eksene alıyorsunuz. Tavuskuşu Güncesi’nde yine aynı kaynaklardan beslenseniz de olay örgüsünde ağırlıklı olarak 12 Mart dönemi, Fatsa direnişi, Gezi direnişi gibi yakın tarihimizin politik olaylarından yararlanıyorsunuz.
Hafızalarda bu kadar taze olayları bilimkurgu ya da fantastik sayılabilecek bir roman örgüsüne oturtmak sizin için zor oldu mu?
Mit, sembol ve arketipler, insanoğlunun kolektif bilinçdışında binlerce yıldır birikmiş, paylaşılan kültürün belki de en çarpıcı unsurlarını içeriyor ve bu anlamda uçsuz bucaksız bir derya.
Kendimi bildim bileli hem bu deryayla, hem de onunla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu düşündüğüm Jung psikolojisiyle yakından ilgileniyorum.
Bu nedenle, romanlarıma o kaynaktan su taşımayı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Diğer romanlarım Seni Tılsımlar Korur ve Günbatımı Fandango’da da aynı esintilerden yararlanmıştım. Elbette bu bana özgü bir durum değil; günümüz yazarlarının bir çoğu aynı deryadan farklı biçimlerde destek alıyor anlatılarını oluştururken.
Tavuskuşu Güncesi’nde böylesi renkler taşıyan bir hikâyeyi anlatırken, bunun zeminine yakın geçmişin "reel" kesitlerini içeren bir doku yerleştirdim.
12 Mart, Fatsa ve Gezi, geçen elli yılın belirleyici kırılma noktaları olmakla kalmıyor. Toplumsal bellek ve yaşadığımız dönemin resmi üzerinde bugün hâlâ süreğen durumdaki güçlü etkilere sahip. Bu dokudan oluşan zeminle, onun üzerinde akıp giden fantastik hikâyeyi kaynaştırmakta hiç zorlanmadım. Umarım, okurlar da keyif alırlar.
- Metin karakteri hepimizin çok yakından tanıdığı insanlardan izler taşıyor. Bir karakteri yaratırken çevrenizdekilerden, tanıdığınız insanlardan esinlendiğiniz oluyor mu?
Roman karakterleri genellikle bellekte kalmış anı ve gözlemlerden de belli oranda beslenerek biçimlenirler ve yazarın düşgücüyle son biçimini alan kurmaca figürleridir. Benim romanlarım için de geçerli bu durum.
Tavuskuşu Güncesi’nin ana karakteri avukat Metin, tanıdığım birkaç avukat dostumun her birinden küçük kesitlerin bir araya gelmesiyle iskeleti oluşmuş, kompozit bir kahraman. Ama elbette o iskeletin üzerinde bütünüyle benim kurguladığım bir özgeçmiş ve kişilik var.
İlk romanım Seni Tılsımlar Korur’daki Eser'le birlikte, oluştururken en çok heyecanlandığım ve keyif aldığım karakter diyebilirim Metin için.
‘KARŞITLIKLAR KESKİNLEŞECEK!’
- İnsanları gerektiğinde koruyup kollayan, onlara kadim bilgileri öğreten Gözcüler gerçekten var olsaydı bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?
Muhtemelen böyle bir dünya olmazdı, içinde yaşadığımız. Ama Tavuskuşu Güncesi’ndeki dünya, başlangıcıyla ilgili fantastik spekülasyon dışında, tümüyle içinde yaşadığımız ve "bildiğimiz dünya". İnsanlarıyla, kurumlarıyla, siyasi otoriteleriyle, yaşanan acılarıyla...
Yani pek de öyle insanlara bilgi aktaran ya da koruyup kollayan Gözcü'ler yok. Tam tersine, doğal akışın sürmesi ve hayatın akışını insanların "özgür irade"sinin belirlemesi gibi bir eğilim var. Zaten romanda sorgulanan da, bu özgür iradeyle binlerce yıllık tarih içinde gelinen noktanın pek de parlak olmaması.
- Tavuskuşu Güncesi’ndeki gibi iki karşıt grubun varlığı gerçekte de sürüyor aslında. Mesela iyiler-kötüler gibi. Siz bu grupları ne olarak tanımlardınız?
Mevcut resmin böylesi bir çift kutupluluktan daha karmaşık olduğunu düşünüyorum ama bir yönüyle haklısınız, bunu çağrıştıran bir gerilim ve çekişmeye de indirgenebilir durum.
En azından, belli insani değerler üzerinden bakarak ayrışmanın taraflarını belirleme ihtiyacı duyuyoruz hepimiz zaman zaman. Ben buna vicdanlılar - vicdansızlar eksenini önerebilirim belki. Adalet ve sağduyu kavramlarını yitirmiş olanlarla, bu değerleri yaşatmaya çalışanların gerilimi gibi.
Ya da bireysel çıkarları her şeyin üzerinde tutup, onları korumak için her türlü zorbalığa başvurabilecek olanlarla, bireyin mutluluğuna engel getirmeyen kolektif çıkarları gözetenler arasındaki gerilim de diyebiliriz. Bakış açısına ve durduğumuz noktaya göre farklı eksenlerdeki çift kutupluluklara işaret edebiliriz.
Ama sonuçta bir şey çok net: Dünya artık böyle devam edebilecek gibi değil ve bu yüzden karşıtlıklar daha da keskinleşecek. Nereye kadar? Hiçbir fikrim yok.
- Ezoterik metinleri, kadim bilgileri, sembolleri seviyorsunuz ve onlardan ilham alıyorsunuz. Nasıl başladı bu merakınız?
Mitoloji benim çok eski tutkum. Aslına bakarsanız, erozyona uğrayıp izleri büyük oranda silinmiş kadim kültürlerden kalan tortuları kurcalamaya, kendimi bildim bileli ilgi duyuyorum.
Diğer yandan, Jung'un dediği gibi, mit ve sembol külliyatındaki unsurların birçoğunun ortak bilinçaltımızı oluşturduğuna ve hepimizin farkında bile olmaksızın zaman zaman o kaynaktan güçlü etkiler aldığımıza inanıyorum.
Hiçbiri boş yere, laf olsun diye üretilmemiş; her birinin altında farklı anlam ve yorumların bulunabileceği, son derece zengin bir kaynaktan söz ediyoruz. Bir yazar için görmezden gelinemeyecek kadar güçlü ve ışıltılı malzeme içeriyor yani. Bu nedenle benim için de çok değerli.
‘MESAJ KAYGIM HİÇ OLMADI’
- Tavuskuşu Güncesi’yle vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
"Mesaj" gibi bir kaygım hiç olmadı. Kurmaca yapıtların birincil ve vazgeçilmez işlevinin okura güzel zaman geçirtmek olduğuna inanıyor ve öncelikle onu sağlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken, eğer her bir okurun kafasında bazı soru işaretleri yaratmayı ve meraklandırmayı da başarabilmişsem, ne mutlu bana.
Elbette belli bir dünya görüşüm var, "taraf" olduğum eksenler var. Bunlar ister istemez anlatının içinde kendini hissettirebiliyor bazen ama "mesaj" gibi bir amaç asla yok. Asıl mesaj, okurun kitabı bitirdikten sonra hissettikleridir diye düşünüyorum. Umarım bu anlamda okurun zihninde iz bırakmayı becerebilmişimdir.
Burak Eldem / Tavuskuşu Güncesi / Doğan Kitap / 512 s. / 2021.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke