Paketteki Anayasa Mahkemesi ve HSYK - I-
Taslağın yasalaşması halinde ortaya çıkabilecek sonuçları doğru olarak saptayabilmek için; bugünkü devlet yapısı içinde yer alan ve taslakta kendisine yetki verilen kurum, kuruluş, makam ve mercilerin özelliklerini ve öznel durumlarını da dikkate almak gerekir.
AKP’nin hazırladığı anayasa değişikliği paketi nihayet açıklandı. İşin trajikomik yanı açıklamayı, yaklaşık iki ay önce “Anayasa değişikliği şu anda gündemimizde yok; reel-politik buna izin vermiyor. Biz bunu geniş bir mutabakatla yapacağız” diyen Başbakan Yardımcısı yaptı; uzlaşma görüşmelerini de o yürütüyor.
Medya, özellikle Cumhuriyet gazetesi, değişiklik paketinin içeriğini, sakıncalarına ve muhtemel sonuçlarına da kısaca değinerek özetledi. Dolayısıyla okuyucu paketin kapsamını ana hatlarıyla biliyor.
Ben bu yazıda, tüketici olmamak kaydıyla, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşuna ve işleyişine ilişkin düzenlemeleri değerlendireceğim; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili birkaç konuya kısaca değineceğim. Bu değerlendirmede, sadece öngörülen statüyü açıklamakla yetinmek yeterli değildir. Taslağın yasalaşması halinde ortaya çıkabilecek sonuçları doğru olarak saptayabilmek için; bugünkü devlet yapısı içinde yer alan ve taslakta kendisine yetki verilen kurum, kuruluş, makam ve mercilerin özelliklerini ve öznel durumlarını da dikkate almak gerekir. Çünkü paketteki Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili düzenlemeler, bu öznel durumlar gözetilerek ve sonuçlarından hemen yararlanılmak amacı ile getirilmiştir. Bu nedenle değerlendirmeleri yaparken açık sözlü ve cesur olmak; ayrıntıları ve muhtemel de olsa bazı sonuçları göz ardı etmemek gerekir.
Anayasa Mahkemesi
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunda hemen göze çarpan husus, üyelerin seçilmesinde Cumhurbaşkanı’na tanınan çok geniş yetkilerdir. Mahkemenin on dokuz üyesinden on altısını gösterilen adaylar arasından veya doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı belirleyecektir. Bu düzenlemelere göre Cumhurbaşkanı; beş üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar ve Anayasa Mahkemesi raportörleri, iki üyeyi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından, takdir yetkisi içinde doğrudan doğruya atayacaktır. “Atama” sözcüğünü kullanıyorum; çünkü ortada önceden belirlenmiş adaylar arasından bir seçim söz konusu değildir.
Taslakta öngörülen yaş, öğrenim derecesi, belli bir meslekte belli bir süre çalışmak gibi nesnel niteliklere sahip olan herkes üye olarak atanma ehliyetine sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları içinden atanacaklarda ise kırk beş yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim görmüş olmak yeterli görüldüğünden, takdir yetkisi daha da genişleyen Cumhurbaşkanı, hiç kamu hizmeti yapmamış bir kimseyi, örneğin bir din adamı veya tarikat mensubunu da üyeliğe atayabilecektir. Başbakan’ın, yanılmıyorsam Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararına karşı kullandığı “....Ulemaya sordunuz mu?” sözcükleri böyle bir atamanın gerçekleşmesinin ihtimal dahilinde olduğunu göstermektedir.
Yedi üyenin atanmasında çok geniş bir takdir yetkisine sahip olan Cumhurbaşkanı’nın yargı ve Anayasa Mahkemesi hakkındaki görüş, düşünce ve değer yargıları ve mahkemeden beklentileri atama işlemlerinde belirleyici rol oynayacaktır. Cumhurbaşkanı’nın bu yetkiyi kullanmasındaki takdirini yönlendirecek iki etken daha vardır: Cumhurbaşkanı bu göreve, seçilmeden önce üst yönetiminde görev aldığı bir partiden gelmiştir; bu partinin iktidarında başbakan ve bakan olarak görev yapmıştır.
Cumhurbaşkanı’nın görev süresi
Cumhurbaşkanı’nın atama işlemlerinde, eski partisinin program ve hedeflerini, duyarlılıklarını dikkate alması doğaldır. Kaldı ki Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ile ilgili tartışmalar halen devam etmekte, belirsizliğini korumaktadır. Görev süresinin ve ikinci kez Cumhurbaşkanlığı seçimine katılıp katılamayacağı hususlarının açıklığa kavuşmasında, Başbakan’ın geleceğe yönelik istek ve niyetleri doğrultusunda, AKP’nin etkili olacağı açıktır. Görevi yönünden ortaya çıkan böyle bir bağımlılık, Cumhurbaşkanı’nın tüm tasarruflarında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’ne üye atanmasında da kendisini hissettirecektir.
Cumhurbaşkanı üç üyeyi, YÖK’ün öğretim üyeleri arasından göstereceği adaylar içinden seçecektir. YÖK’ün son zamanlarda Cumhurbaşkanı ile tam bir uyum içinde çalıştığı, onu hiç zorlamadığı, Anayasa Mahkemesi için göstereceği adaylar yönünden de kendisinden bekleneni yerine getireceği şüphesizdir.
İki üye Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri içinden göstereceği adaylar arasından TBMM tarafından seçilecektir. Sayıştay Genel Kurulu’nu oluşturan sayın başkan ve üyeler, esasen TBMM’nin çoğunluğu tarafından, sıkı bir eleme sonucunda bu göreve getirildiklerinden, TBMM birinci turda olmasa bile ikinci turda, uygun adayları Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak göndermekte zorlanmayacaktır.
Böylece Cumhurbaşkanı’nın tamamen takdir yetkisi içinde seçeceği yedi üyeye, YÖK tarafından gönderilen listeden seçeceği üç ve TBMM’nin doğrudan seçeceği iki üyenin de katılımı ile Anayasa Mahkemesi’nde on iki kişilik bir blok oluşacak; bu blok dairelerin ve genel kurulun alacağı kararlarda, mahkeme başkanının ve daire başkanlarının seçiminde aranan salt çoğunluğu sağlayarak belirleyici olabilecektir.
Taslağa göre siyasi partilere ilişkin dava ve başvurular, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalar genel kurulun görevleri içindedir.
Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için üye tam sayısının üçte iki oyçokluğu aranmakta ise de, sözü edilen blok öngörülen nitelikli çoğunluğu da sağlayabilecek güçtedir. Bu yapı karşısında, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve baro başkanları tarafından gösterilecek adaylar içinden seçilecek toplam yedi üyenin Anayasa Mahkemesi kararlarında hukukun temsilcisi olarak etkili olmaları mümkün değildir.
Bloklaşmanın bir varsayım olduğu, seçilenlerin göreve başladıktan sonra seçenlere bağlı kalmayacakları ileri sürülebilir. Ancak, taslakta yetki verilenler kendileri ile aynı görüş ve düşüncede olanları seçmekte mutlaka gerekli titizliği göstereceklerdir. Bugünkü yapıda dahi, siyasi niteliği ağır basan kimi davalarda, blok oylardan söz edilmektedir.
Yapısı yukarıda açıklanan Anayasa Mahkemesi Genel Kurul olarak Yüce Divan sıfatıyla ceza yargılaması da yapacaktır. Görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı’nı, Bakanlar Kurulu üyelerini, yüksek mahkeme başkan ve üyelerini yargılama görevini üstlenmiş olan bu mahkemeye, kanunla ve mahkeme içtüzüğü ile yapılacak düzenlemelere bağlı olarak, en fazla altı yargıç kökenli üye katılabilecektir. Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmeden önce yargı ile, ceza yargılaması ile hiç ilgisi olmayan üyeler, mahkemenin toplanma nisabı ne olursa olsun her durumda çoğunlukta olacaktır. Yargı ile yeni tanışmış, yargının ana kavramlarından habersiz, yargılama usulünü ve icrasını bilmeyen, yargı etiğine yabancı kişilerin çoğunlukta olacağı bir Yüce Divan kurmak, tek kelime ile Türk yargısına saygısızlıktır. Yüksek mahkemelerden gelen yargıç üyelerin çoğunlukta olduğu bugünkü yapıda bile Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan olarak ceza yargılaması yapması, kurulduğu günden itibaren yoğun biçimde eleştirilirken, taslaktaki Anayasa Mahkemesi’ne bu görevin verilmesini nasıl yorumlamak gerekir?
Taslağın içeriği
Taslağa göre genel kurul, mahkeme başkanının başkanlığında en az on dört üye ile toplanacaktır. Aynı zamanda Yüce Divan görevi de yapacak olan genel kurulun toplanma nisabını sabit bir sayıya bağlamak yerine, en az toplanma sayısı ile ifade etmek Yüce Divan’ın yargılama süreci içinde farklı sayılarla toplanmasına ve karar almasına olanak sağlar. Değişebilen bir toplanma nisabı ceza yargılamasında kabul edilemez ve uygulanamaz.
Bunların dışında, kuruluşla ilgili düzenlemelerde eleştirilecek başka noktalar da bulunmaktadır. Askeri Yargıtay’ın statüsü mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı yönünden güçlendirilmekte; ancak bu mahkemeden Anayasa Mahkemesi’ne üye alınmamaktadır.
Öte yandan siyasi partilerin mali denetim yetkisi Anayasa Mahkemesi’nden alınıp Sayıştay’a verilirken, Sayıştay’ın Anayasa Mahkemesi’ndeki üye sayısı birden ikiye çıkarılmaktadır.
Baro başkanlarının göstereceği üç adayın seçim usulünde, toplanma ve seçilme yeter sayısı ile ilgili herhangi bir kural konulmamış olması bu konuda boşluk yaratmıştır. Kaldı ki, kayıtlı üye sayısı çok farklı olan baroların başkanlarının birer oyla seçime katılmaları haksız ve siyasal sonuç almaya yönelik bir düzenlemedir.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği