'Polisiye sosyolojik tespitçidir! Ama çaktırmaz!'
Remzi Ünal, yaratıcısı polisiye edebiyatın usta isimlerinden Celil Oker'in deyişiyle "şu Hava Kuvvetleri'nden müstafi, THY'den kovulma, kendine saygısı olan hiçbir 'frequent flyer'ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, MS Flight Simulator'ın Chessna'sına aylardır elini sürmekten uzak, yeniden damat adayı, ex-kaptan, nevzuhur" özel dedektif.
“Ateş Etme İstanbul”da yeni bir düğümü çözüyor şimdilerde. Karşısında sıradan bir kayıp vakasını planlı bir cinayet davasına dönüştüren alışılmadık bir manzara vardır: Kalbinden tek kurşunla vurularak öldürülmüş genç bir adamın cesedi. Gördüğü bu manzaradan daha da şaşırtıcı olan şey ise maktulün kimliğidir... Celil Oker’le yeni romanı “Ateş Etme İstanbul”u konuştuk.
-Remzi Ünal... İstanbul ekol bir dedektif... Fosur fosur sigara içiyor... Kahvesiz kafayı toparlayamıyor... Kebap, ciğer ve rakıyla besleniyor. Sigara paketini avucunda sıkıp buruşturup fırlatan, dilinin ucuna gelen küfrü kolay kolay döndürmeyen bir adam. Kafasına göre takılan, gerekirse basıp giden... Eserekli, Muzip, munis, alaycı, boşvermiş, bezgin görünen çok da bilmiş ve görmüş-geçirmiş... Klişelerle kimi bezeli ama özgün ve yaşayan bir “tip”!
- Yanılmadınız. “Özgün ve yaşayan” tespitiniz benim için iltifat. Teşekkür ederim. Roman karakterlerinin hem son derece tanıdık hem de ve aynı zamanda son derece aykırı olması gerektiğine -teorik olarak- inanan birisiyim. Bir ölçüde başarabildiysem keyiflenirim. Söylediklerinize belki şunu ekleyebiliriz: Yakındaki kuşu kaçırmamak için zaman zaman ürkek davranan, daldaki kuşu indirmek için zaman zaman sapanını geren bir çocuk.
- Bu dedektifin mizahi yönü ve bir de her olayda en az iki kez tufaya düşürülebilmesi de onu sahici kılan özelliklerinden. Öyle ikonik, sibernetik, süpermen bir adam değil hani... Hepimiz kadar arızalı ve tıkalı trafikte sıklıkla esir bir adam değil mi?
- Aman Süpermen olmasın da, Spiderman’e daha yakın dursun istedim hep. Öyle de oldu galiba. Hem akıllı hem salak, hem cesur hem korkak, hem bana yakın hem uzak, hem yenen hem yenilen, hem yalnız hem birileriyle, hem Türk hem Avrupalı, adalet duygusunu yüceleştirmeyen ama bir biçimde adaleti sağlayan, hem pilot hem yerden ayağını kesmeyen.
“Hardboiled polisiyenin gururla bir parçasıyım”
- Polisiyenin güçlü sosyolojik yönünü, halkla temasını, nasıl yorumluyor ve kuruyorsunuz?
- Sadece polisiyenin değil, tüm popüler kültür ürünlerinin içinden çıktıkları toplumla ilgili çaktırmadan sıkı tespitler yaptığına inanırım. Çaktırmadan ama. Sanki farkında değilmiş gibi.Örnek; Star Trek dizisi ilk yayınlandığında yönetim katındaki tek kadın olan Uhura’nın görevi iletişim subayı olmaktı. Kaptan Kirk’ün sekreteri yani. Dizinin otuz küsür yıl sonraki versiyonlarının birinde geminin kaptanının kendisi kadındı. Bu bize batı toplumlarında kadının rolünün nereden nereye geldiğini göstermiyor mu?Benim yazdıklarımın bizim toplumumuzun nelerini çaktırmadan ifade ediyor, ben söyleyebilme durumunda değilim. Umarım kayda değer bir şeyler ifade ediyordur.
- Ülkemizde polisiyenin sokağın ve suçun kalbi dolayısıyla aksiyonunun daha bol olması anlamında daha çok kent yazınına müsait bir tür olduğu söylenebilir mi veya belki de tersi?
- Geleneğinin bir parçası olmaktan gurur duyduğum “hardboiled” polisiyenin Amerika’daki ilk çıkışında yaptığı en önemli şey buydu. Cinayetleri oturma odalarından, malikane kütüphanelerinden sokağa taşımak. Dolayısıyla metropoller polisiyenin temel çevrelerinden biri haline geldiler.İstanbul’un ise dünyanın öteki metropollerinden geri kalır hali yok hiç bir alanda. Şehirleşmenin sağladığı rantın her zaman yasal yollarla paylaşılmıyor olması taraflar arasında itiş kakışa, dolayısıyla aksiyona yol açar her zaman. Kalabalık içinde anonimleşme, dolayısıyla vicdanın çevre tarafından beslenmesinin yavaş yavaş ortadan kalkması bu durumu kronikleştirir. Trafikte alan kapmak için bile sertleşiriz kornalarımızla. Devletin düzen sağlayıcı güçlerinin yetersiz kalması, giderek yasa dışı gelir paylaşımlarından bizzat pay alır duruma gelmesi işleri daha karışık duruma getirir. Türkiye’ye özgü bir durum olarak, şehre önceki kuşaklar zamanında göç edilmiş olsa bile, bir türlü esas memleket olarak benimsenmemesi her şeyin üzerine tüy diker. Polisiye için daha uygun ortam olabilir mi?
'Katatonik tipler bunlar'
- Kullandığınız dil öyle “dayı, dayı” değil... Türkçeyi kullanımınızda imtinasız ve racon kesen bir kent dili hüküm sürüyor denilebilir mi? Tehditlerle bezeli diyaloglar mesela... Abartılı değil hiç, kimin dilinden sarfolursa sarfolsun net. Sonra küfür yok gibi... Diğer tiplemeler için de aynısı geçerli. Kötü adamlar, mafya tiplemeleri özellikle... Bir “Ayakçı Burhan”, bir “Deli” mesela... Katatonikler adeta... Asgari haraket, asgari cümle... Ağır ağır “ağır abiler” bunlar...
- Katatonik ilginç ve doğru bir niteleme. Niyetim o dolaylardaydı, adını koydunuz. Çok gençken o tiplerden bir kaçını tanımıştım. Bugünkü dizilerdeki ağır abiler gibi peşpeşe aforizmatik cümleler etmezlerdi. Dışardan baktığınızda iyi insanlar gibi dururlardı, eyleme gelince iş değişirdi. Küfüre gelince, “bipleme” tehdidinin olmamasını sömürmek hiç akıllıca değil. Peşpeşe küfürler, kimi ergenlerin konuşmalarındaki gibi, yazıya dökülüp okununca gerçekten çirkin bir manzara çıkar ortaya. Üstelik eşim de hoşlanmıyor. Bir iki yerli yerinde küfür, o kimsenin küfürlü konuştuğunu okura iletmekte yeterli. Aslında aldığım temel eleştirilerden biri insanların konuşmalarının fazla birbirine benzemesi. Bu konuda daha dikkatli olmalıyım.
- Taksici Mahir Salman da süper ama... Siniri tepesine her an vurabilme kapasitesine sahip ama bir “lütfen”e kul kurban olacak denli “insancıl” da olabilen bir mahalle çocuğu... Romanın bu en tumturaklı tiplemesi belki de Remzi Ünal’a sadık bir yoldaş olacak yeni bir roman kahramanının habercisi midir düpedüz?
- Taksiciler, birbirlerinden çok farklı tutumlar sergileseler de, aslında kentin dipten akan akıntısını iyi temsil ederler. Gezi direnişinde buna işaret eden çok haber okuduk, twit gördük. Mahir de yeterince temsil edici birisi bence. Arkadaşlarıyla. Remzi Ünal’ın bir “sidekick”e sahip olmasını hiç düşünmedim temelde, ancak gerektiğinde, olaylar ekip gücü gerektiren bir hale dönüştüğünde, sahneye girip çıkan bir eleman olması hoş olabilir. Bakalım.
'Kadınlar sıkı polisiye okurudur'
- Gözlerdeki ifadeler, o bakışlar... Bana mı öyle geliyor yoksa kimi durgun, kimi kuyu gibi, kimi art niyetli, kimi saf bakışlar bu romanda daha bir önem mi arz ediyor?
- Genel olarak özellikle diyaloglarda, konuşanın karşısındakinin tepkilerini vermeye özen gösteririm. Sinemacıların bu iş için özel çekim teknikleri vardır, bilirsiniz. Aslında birisinin söylediği bir şey kadar, karşısındakinin söylenene nasıl yaklaştığını göstermek roman tekniğinin önemlilerinden biridir. Ateş Etme İstanbul’da bu yaklaşımımı daha etkin, ne bileyim daha bilinçli, daha vurgulu kullanmış olabilirim. İnsan çalıştıkça daha çok öğreniyor.
- Roman kişilerinden Kemal Arsan’dan yola çıkarak bu yapıtınızı “hainlik eşiği” anlamında nasıl değerlendirirsiniz?
- “Düşmenin sınırı yok” diye bir laf vardır, bir şarkıya da ana fikir olmuştu, inanırım. Zaten gazetelerin üçüncü sayfalarına göz gezdirdikçe bunun Türkiye’deki örneklerini de her gün şaşırarak görebiliyoruz. Çok mutlu edici bir şey değil ama öyle. Kemal Arsan da, metropolün kendi donanımı karşılığında verdikleriyle yetinmeyen sayısız insanımızdan biri. İnsan yapma, adam gibi yaşa demek istiyor ama... Bunları yazarken günün gazetesinin üçüncü sayfasında eşini domuz sanıp vuran adamın haberi vardı. Buyrun; gerçekten öyle mi oldu, yoksa adam zaten bir şekilde hesaplaşmak istediği karısına biraz da bilerek mi ateş etti? Tam taammüdle mi ateş etti, gizli dürtülerinin anlık egemenliğiyle mi? Sınır nerede? Adam olan adam, bir derdi varsa eşiyle konuşur, hadi bilemediniz, bu durumlarda çoğu kez olduğu gibi, işin içine biraz şiddet karışır belki, olmadı evden ayrılır, boşanma için başvurur. Eğer bilerek vurduysa sorumluluğunu üstlenir. Burada o da yok. Sınır karışık.
- Yapıtlarınızda gizem tek kişi üzerinden yürümüyor, çeşitli kişi ve kanallardan birbirlerine epeyce rol devrederek ilerliyor. Hemen herkes an geliyor zanlı oluyor.
- Hemen herkesin suçlu olabileceği vurgusu, klasik polisiye edebiyatın temeltaşlarından birisidir. Başka türlüsü kitabı okumak için gerekçe oluşturamaz. Suçlunun beklenmedik kimselerden biri olması da bu tür romanların, deyim yerindeyse, cilasıdır. Okura kitabın sonunda hem şaşırtıcı, hem de, duruma göre çok makul bir katil sunmalısınız. Umarım bu kez de başarabilmişimdir bunu.
- Begüm Kalyon... Yıldız Turanlı... Firdevs Işın... Ayla Duman... Sinem Akalın... Neriman Akalın... Sultan Karakum... Neriman Teyze... Nasıl kadınları var bu romanın?
- Kadınların hep daha akıllı olduğuna inandım. Daha cesur. İstanbul kadınları ise bu özellikleri kat kat ileriye taşırlar. Bakınız Gezi. Umarım yazdıklarımla İstanbul, Türkiye, dünya, hiç bir kadına haksızlık etmemişimdir. Arada kötü şeyler yapsalar da, yazdığım türün cilvelerinden biri bu. Kadınlar genel olarak daha çok okudukları, bu arada sıkı polisiye okurları da oldukları için, kusuruma bakmazlar, biliyorum.
Ateş Etme İstanbul/ Celil Oker/ Altın Kitaplar/ 454 s.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği