Şair Ahmet Özer’den toplu şiirler; ‘Mordoğan’

Yazında elli beş yılı geride bırakan usta şair ve yazar, Türkçe ve edebiyat öğretmeni Ahmet Özer’in Toplu Şiirleri, Mordoğan (Klaros Yayınları) ismiyle kısa süre önce yayımlandı. Şairin dokuz yapıtından oluşan ve her aşaması ilmek ilmek verimle dokunmuş bir ömrün şiiri niteliğindeki Mordoğan, Ahmet Özer’in kırk birinci yapıtı. Yaşamın gerçekliğinde bir uzun yürüyüş.

Yayınlanma: 29.06.2021 - 00:05
Abone Ol google-news

Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ 

Yazında elli beş yılı geride bırakan usta şair ve yazar, Türkçe ve edebiyat öğretmeni Ahmet Özer’in Toplu Şiirleri, Mordoğan (Klaros Yayınları) ismiyle kısa süre önce yayımlandı.

Şairin dokuz yapıtından oluşan ve her aşaması ilmek ilmek verimle dokunmuş bir ömrün şiiri niteliğindeki Mordoğan, Ahmet Özer’in kırk birinci yapıtı. Yaşamın gerçekliğinde bir uzun yürüyüş.

Edebiyatçılar Derneği, PEN Yazarlar Derneği, Dil Derneği üyesi, Uğur Mumcu Vakfı’nda 17 yıldır ders veren, eğitim ve sanat alanındaki birikimini kitaplarının yanı sıra dergiler ve çeşitli etkinliklerle de okur ve dinleyenlerine ulaştıran, şiirlerle toplumsal yaşamın şaire yüklediği görev ve sorumluluğun bilincinde bir yazın insanının, dünü bugüne bağlayan emeğinin yeni bir göstergesi. Yarım yüzyıla tanıklığının da bir ifadesi.


- Mordoğan adıyla yayımlanan toplu şiirleriniz, dil, biçem ve tavrınızı dönemler arası gelişimiyle, şiir gerçekliğinin olduğu kadar şairin gelişiminin de dönemler arası farklılığını ve ivmesini nasıl ortaya koyuyor?

Toplu şiirlerimin yazılma sürecinin bir yarım yüzyılı kapsadığı düşünüldüğünde doğal olarak bu zaman dilimine bireysel, toplumsal ve evrensel yaşamın da girmesi kaçınılmazdı.

Kuşak olarak dönem gereği bireysel tarihimizden evrensele açıldığımızda yaşanılan her şeyi gözlemlediğimiz ortada. Dünyada olan her olayın, her olgunun, her anın diyalektik bir akışla birbirine eklemlendiğini iyi biliyorduk. Bu noktadan hareket ettiğimizde düşüncenin, yazılanın, yaşanılanın izlenilenin önemli bir tanığıydık.

Bu tanıklık, bizi toplumsal sorumluluğun eşiğine getirmiştir. Özellikle şiir yazmaya başladığımız 60’lı yılları düşündüğümüzde dönemin dünya halklarının büyük isyanıyla karşılaşırız. O günleri kayıt altın alan dergilerde, gazetelerde, belgesellerde anlatılanlar; bugün çoğu kişiye bir masal gibi gelir. Sanki bir başka ülkeden, bir başka dünyadan buralara gelmiş gibiyiz.

Ülkemizde 1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler, DİSK, TİP ve TÖS’ün ortaya koyduğu mücadele azmi, 68 Kuşağının dünyayı fethetme cesareti ve Nâzım Hikmet’in Yön dergisi’yle zincirlerini kırması, Ant, Türk Solu gibi dergilerle ortaya konulan siyasal bilinç ve pırıl pırıl yüreklerin attığı kimi yayın organları, bizi bu düşünsel akışın içine aldı.

Dönemin, bugün hiçbiri yaşamda olmayan değerlerinin üretimde bulunduğu yılları kapsadığını düşünelim. Şairlerin şiirleriyle yazarların değişik türdeki ürünleriyle, devrimci içerikteki oyunlarla, bir uzun yürüyüşteydik.

Bu coşku emperyalizmin gücü ve yerli işbirlikçilerinin ortaklığıyla bilindiği gibi 12 Mart’ta yerini karşı devrime bıraktı. Binlerce insanın yaşamı karartıldı. Gencecik insanlar asıldı. Toplumsal uyanışın önü kesilmeye çalışıldı.

İşte bizim kuşağımız bu yaşananların içinden hem kendini hem de sorumlu olarak duyumsadığı kesimi, sınıfsal bilinciyle aşmanın yolunu aradı. Bunun en iyi başarılacağı yöntem de şiirdi. Aşkı da ölümü de ayrılığı da hapishaneyi de doğayı da toplumu da, daha doğrusu yaşamın bütün gerçekliğini şiirle ifade etmenin yarışındaydık.

12 Mart zulmünün çarkının kırılmasında sanatın büyük ölçüde onarıcı gücünü unutmayalım. Toplumu saran bu sisin şarkılarla, şiirlerle, oyunlarla, filmlerle, yayın organlarıyla, uzun yürüyüşlerle, grevlerle dağıtılması gerekiyordu.

Dönemin edebiyatı bu heyecanı, bu coşkuyu taşır. Benim şiirimde de bu akışın belirgin izleri vardır. İnsan nasıl düşünürse öyle yaşamaz mı? Öyle yaşarsa, doğal olarak da öyle yazar. Şiirimizdeki biçim ve içeriği, sesimizi ve sözümüzü yaşamın belirlediğini vurgulamak isterim.

- Hazır yakalamışız şairi, ilk elden heyecanla burada da açmasını rica edelim; şiirlerinin temel izleklerini, önceliklerini; çağına duyarlı sesini, birey ile toplum, doğa ile kent yaşamı arasındaki karmaşık ilişkilerin işleyişini, sosyal doku kadar mimari dokuyla da bütünleşik estetik bakışını, mekânlarla kurduğu derin bağı, sanatın her dalından yapıtlara dikkat kesilerek esinlenişini...

Çok teşekkür ederim. Hani karşısındakine damardan soru sormak buna denir işte. Önce de belirttim, yazdıklarımızın yaşanılan ve yaşatılan hayata tanıklığı söz konusuydu. Divan şiirini okurken o dönemde ülkenin, imparatorluğun hiç mi sorunu yoktu diye düşünmüştüm.

Estetik olarak, sözcüğün büyüsünü eğip bükmeden sevgiliye seslenen şairin tek gündemi bireysel aşkı mıydı diye kafa yormuşumdur. Ne zaman ki halk edebiyatının ve o edebiyatın temsilcisi halk şairinin isyan tavrı öne çıktı, iş anlaşıldı. Bu şairler suç işlemişti! Hem Türkçe anlattıklarıyla, söylediklerinin anlaşılır olmasıyla hem şiirleriyle ortaya koydukları düşünceyle…

Oralardan bugüne gelindiğinde, 60’lar, 70’ler, 80’lerden 2000’lere ve 2020’lere doğru toplumun önemli bir kesiminin yer altı ve yer üstü kaynaklarını içeren doğasıyla onu var kılan yaşama kültürüyle yok edilmesi gerekiyordu! Onun köklerinden edilmesi gerekiyordu. Tarih kesintisiz süren bu büyük savaşa tanıktır.

Bu, mazlumlarla zalimlerin savaşıdır. Bu savaşta gerçek sanatçı safını seçmek zorundaydı. Yaşamın eleğinden düşenler yitip gittiler. Ayakta kalanların tavrı toplumsal yaşamı belirliyor. Bu aşamada yazdıklarımız, çağımızın duyarlı sesine akortlu ürünlerdi. Çünkü sanatçı yaşadığı çağı bütün gerçekliğiyle en iyi kavrayandır.

Bugün alt üst edilen doğa, yıkılan kentler, sefalete sürüklenen halklar, yaşanan göçler… beraberinde büyük bir yabancılaşma duygusu yaratıyor. İnsan, yaşadığı topluma da dünyaya da sıcak bakamıyor. Umutsuzluk devreye sokuluyor. Bu da yurttan kaçışları, intiharları, sevgisizliği beraberinde getiriyor.

Oysaki insan yaşadığı toplumla barışık olmalı, yaşama sevinci taşımalı, o toplumun bir bireyi olmanın mutluluğunu duyumsamalı. Bu duyguların yok olup gitmesinde günübirlik siyasetin büyük kirliliği egemen. Baskı düzenleri, dinsel kültürün dayatılması, bireyin iç dünyasını karartıyor.

Sanatçı bu olumsuzluğu, dünden bugüne halkın da, egemenlerin de gündemine oturtmuştur. Namık Kemal’de, Tevfik Fikret’te, Nâzım Hikmet’te bu belirgin bir şekilde kendini gösterir. Sabahattin Ali başta olmak üzere bunca aydınımızın öldürülmesine giden yol da bu öncülüğün ifadesidir.

Bu değerlendirmenin ışığında şair, bireye yaşadığı hayatı sevme bilincini aşılıyor. Umudunu yitirmemesini, kişi olarak dünyanın güzelleşmesinin kendi elinde olduğunu anlatıyor. Yaşamını baskılayan gücü kırmasını istiyor. Dünyaya duyarlı bir yürekle bakmasını istiyor. Yaşadığı ortamı, doğayı korumasını istiyor. Ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı savunmasını istiyor. Aşkın güzelliğini öğretiyor, değerlerine sahip çıkmasını istiyor. Bunları isterken de toplumu yönetenlerin sorumluluklarını sergiliyor, yaşanılan olumsuzluklara karşı çıkıyor. En önemlisi de kimsenin insanı olmadan muhalif kimliğini koruyarak evcilleşmiyor, teslim olmuyor.

- Hem kendi şiirinizde hem de memleket ve dünya şiirinde, “matematiksel örgü, imge varsıllığı, dilin yarattığı mimari” konusundaki hangi dönemi ve/veya dönemleri öncül görüyorsunuz? Ve dönüşüme de oldum olası nasıl dikkat kesilmiştir şair?

Gamze Hanım, öncelikle şunu belirtmek isterim. Başlangıçta şiirin en kolay yazılabilen bir tür olduğunu düşünüyor insan. Zaman içinde şiirin arka planını, onun gerektirdiği poetikayı, estetiği, imgeyi, anlamı, dizenin oluşumunu, sözcük seçimini, izleği kavrayınca iş yavaşlıyor.

Şiirin bir mimarı yapı gerektirdiğini öğreniyor. Sözcük ekonomisinin ne olduğunu anlıyor. Buna özgün bir dil, bir söylem, bir biçim gerektiğini düşünüyor. Birine öykünmeden, birine benzemeden farklı ve özgün olanı bulmayı önemsiyor.

Sizden önce yüzlerce binlerce şair gerek ülkemizde gerekse dünyada bu alanda kulaç atmış, bu denizde yüzmüş. Onlarla dirsek temasını yitirmeden ancak o kervana ben ne katarım düşüncesini ve sorumluluğunu taşıyarak bu işe girmek gerekiyor.

Şairliğin bir adanmışlık olması gerektiğini düşünüyorum. Yaşamınızı bu alana kesintisiz vereceksiniz. Şiir, sizi bırakıncaya değin onun kolunda yürüyeceksiniz…

Kurtuluş Savaşı yıllarını, bağımsız bir toplumun sanatçısı olmanın gururuyla dile getirilen şiirleri düşünün. Sonrasında devrimlerle yeni bir ülkenin var kılınması ve yeni insanın yaratılmasındaki süreci düşünün. O dönemin şair ve yazarlarının yazdıklarında büyük bir yurtseverlik bilinci vardır.

40 Kuşağıyla devrimci düşüncenin öne çıkması, II. Dünya Savaşı’yla safların belirmesi, şaire dünyaya sınıfsal bir açıdan bakmasını öğretmiştir. Bu da onun yaşamının her türlü baskıyla yüzleşmesi demektir. Bu kuşaktan hapse girmeyen bir kişi yoktur.

Nâzım Hikmet’in ve ardılı 40 Kuşağının şiirindeki sınıfsal bilinç, 68 Kuşağının dünyaya bakışının ölçütü olmuştur. Bu noktada önemli olan, sanatın siyasal bir tabana oturması ancak estetik damar taşıyarak karşısındakinin yüreğini etkileyebilmesidir.

Binlerce saz çalan var ama Veysel gibi, Neşet Ertaş gibi, Ruhi Su gibi birini bir daha bulmak olası değil. II. Yeniden günümüze 70 yıllık süreçte şiirde önemli ölçüde estetik arayışlar söz konusudur. Biçimdeki bu arayış özdeki etkileşimi toplumsaldan bireysele bir dönüşe de hazırlamıştır denilebilir.

Burada bir cümleyle şunu belirtmek isterim. Tıpta, eğitimde, mimaride, siyasette nasıl bir birikimi, deneyimi gözetiyorsak sanatçının da kültürel temelinin çok sağlam olması gerekiyor. Bu alanı iyi bilmesi, iyi tanıması gerekiyor. Yaşamı sanatsal bir bakış açısı ve duyarlı bir yürekle algılaması gerekiyor. Günümüzde dünyayı sarsan sis, beraberinde büyük bir bunalıma yol açıyor. Bunun aralanması gerekiyor.

- Şiirlerinizde mazi anımsama ve atakları, bireyselden toplumsala açılı anayol ile nasıl bütünleşmiştir / bütünleşir?

Dünü bilmezsek daha doğrusu bilip de unutursak geleceği kurmada zorluk çekeriz. Her şey yaşanmış bitmiştir, yeni şeylere bakalım denir ama durmadan da geçmişi anımsayıp onu bugünle karşılaştırma yarışına gireriz.

Dünyanın büyük atılımlarını, Fransız ve Rus devrimini, Paris Komününü, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı unutuyor muyuz? Kubilay’ın başının kesilmesini, Uğur Mumcu’nun bombayla parçalanmasını, 12 Mart’ın astığı “darağacında üç fidan”ı unutuyor muyuz?

Bedreddin’i, Pir Sultan’ı, Sivas katliamını unutuyor muyuz? Türk yazının en büyüklerinden Sabahattin Ali’nin mezarsızlığına bir yanıt bulabiliyor muyuz? Bu tür örnekler çoğaltılabilir.

Burada belirtmek istediğim yaşamımızın kilometre taşları hep düşünsel ufkumuzu beslemiştir. Salt ölümler değil, yıkılan bir tarihi bina, öğrenim gördüğünüz okul, üç yüzyıllık bir zeytin ağacının kesilmesi de bunla eklenebilir. Yaşamınıza renk katan bir film aktristinin ya da aktörünün ölümü, kitaplığınızın yanması, gencecik yaşımızda sevgilimizle yaptığınız yazışmaların bir aramada alınıp götürülmesi, günce defterlerimizin çalınması…

Burada örneklerini verdiğim kişi, mekân ve nesneler duyarlı insanın yüreğini beslemede çok önemli işleve sahiptir. Sanatçıyı besleyen düşünce kadar duygu ve duyarlığın gücü de ortadadır. Bu nedenle geçmişin verilerini değiştirip dönüştürerek sanatına destek yapan yüzlerce kişi vardır.

Bizden önce bu topraklarda yaşamını sürdüren insanların yaşamları, ağıtları, türküleri, şiirleri, oynadıkları oyunlar, filmler, yazdıkları kitaplar, söyledikleri şarkılar, yıllar yılı bizi beslemektedir. Bizden sonrakilere de onların gündemini doldurabilecek ürünler kalacaktır. Her şey yarına kalmıyor. Dünde üretilenin de çoğunu hayat eliyor. Ancak toplumu içten içe besleyen bir damarın kurumadığı ortada.

Bu yıl kuruluşunun 81. yılı kutlanan Köy Enstitüleri’yle ilgili yüzlerce etkinlik yapıldı, yapılacak da. Bunca teknoloji, bunca verinin harmanlandığı bir ortamda, özlemi çekilen nedir? İşte sorun burada: Dünde kalan insana ve emeğe verilen değerdir. Bu ölmez. Dünya klasiklerinin çekiciliği ve ölümsüzlüğü de buradadır.

İnsanı, doğayı, yaşamı ve toplumu iyi araştırmak daha özgün bir anlatımla söylersek bütünüyle kuşatmaktır önemli olan. Birey olarak yaşamımıza dokunan, ürettikleriyle bize yön veren, duygularıyla bizi yönlendiren, yüz yüze gelmesek de hep yanımızda duyumsadığımız sevgiyle bağlandığımız kişilerin yazdıklarımıza, yazacaklarımıza, anlatacaklarımıza katkısı az mıdır?

Bütün bu saydıklarım, bu alana gönül verenin yapıtına içten içe eşlik eder. Şiirlerimi ithaf ettiklerim bir yana, şiirimin içinde soluk almasını istediğim pek çok ad’a yer vermişimdir. Şairliğiyle doktorluğu yıllar boyu birlikte yürüten sevgili Celalettin Algan’a ondan izler taşıyan bir şiirimin yayımlandığı dergiyi verdiğimde, o güzelim insanın şiirimi okuduktan sonraki ilk eylemi, o sayfayı öpmek olmuştur.

Sanatın bulaşıcı, elden ele geçebilecek özelliği, yarını kurmada da varlığını koruyacaktır. Rodin’in düşünen adam heykeli, Etem Tem’in çektiği Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’ye çıkışının fotoğrafı, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosu, Che Guevera’nın kurşunlarla parçalanmış cesedi, Muğla’nın Bordum ilçesinde 14 kişinin bulunduğu teknenin batmasıyla cesedi kıyıya vuran Aylan bebeğin fotoğrafı nasıl aklımızdan çıkar?

Bütün sanatçılar daha güzel bir dünya yaratmak için görev ve sorumluluk taşırlar. Kendilerinden başlayan bir dalga zaman içinde gücü yettiğince başka alanlara dağılır gider.

- Anadolu’ya çağdaş şiiri taşımak şiirinizle gelenek arasında nasıl bir alışveriş sağlamıştır? Ve Halk Şiiri ile temasınızı açar mısınız?

Sanat ve kültürün yoğun olduğu, sosyal etkinliklerin birbirini izlediği büyük kentlerin ötesinde doğanlar için daha başlangıçta yoksunluk söz konusudur. Hem sanat alanında sizi yönlendirecek kişiyi bulmakta zorlanırsınız hem yazdıklarınızı yayımlamakta… Doğal olarak da çevrenizdekilerle yetinmenin ötesine çıkamazsınız. Gerçi günümüzde taşra - büyük kent ayrımı iletişimin getirdikleriyle ortadan kalkmıştır denebilir. Ancak teknolojinin yanında insana da büyük ölçüde gereksinim vardır. Geçmişte sanata duyarlı yürek taşıyan Anadolu’nun en ücra köşesinde yaşayan bir değer ya öğretmeni ya oranın bir aydını ya oraya dışarıdan gelen bir görevli yönlendirdiği için toplumun önüne çıkabilme gücü yakalayabilmiştir. O yetenekler dışarıdan bir etkileşim görmeselerdi solup giderlerdi. Bedri Rahmi Trabzon Lisesi’nden bir yolla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne gönderilmeseydi acaba nasıl bir yaşamı olurdu. Orhan Kemal’in, Kemal Tahir’in Balaban’ın hatta Sabahattin Ali’nin Nâzım Hikmet’le yolları kesişmeseydi, nasıl bir yaşam onları beklerdi? Rauf Mutluay’ın, Behçet Necatigil’in, Vedat Günyol’un Sabahattin Eyuboğlu’nun öğrencilerinin üzerindeki etkiyi pek çok kişiden dinlemişimdir. Bu etkileşimi tersine çevirdiğimizde bir dönemlerin ünlü ressamlarının Anadolu’nun değişik yörelerinin resmini yapıp daha sonra da bu resimleri sergilemeleri için görevlendirildiklerini biliyorum. Birçok sanatçı, bir dönemde Anadolu’da görev yapıp aydın kimliğini, sanatçı duyarlığını orada çok kişiye aşılamanın mutluluğunu duyuyordu. Örneğin Dr. Muzaffer Hacıhasanoğlu Malatya’daydı, Osman Şahin de. Dr. İlhan Demiraslan Trabzon’da, Dr. Ceyhun Atuf Kansu Turnal’da, Talip Apaydın Amasya’da, Muhtar Körükçü Bingöl Karlıova’da, Fakir Baykurt Şavşat’ta, Rauf Mutluay Kastamonu Lisesi’nde, Behçet Necatigil Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde, Cumhuriyet Savcısı şair - yazar Berin Taşar Sinop’ta… Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a sürgünlüğünün ardındaki bereketi varın siz hesap edin.

Bu sıraladıklarım bir yana küçük bir alana sıkışıp kalan şair -kendi coğrafyasında yaşamaya kararlıysa- geleneğin kuşatıcı gücünden kendini kurtaramıyor. Geleneğin durağan bir yapısı söz konusudur. Oysaki modern sanatın sürekliliği, değişkenliği ortada. Eğer bu kabuğu kıramazsanız ve sağlam bir toplumsalcı düşünce ufku geliştiremezseniz, orada kalırsınız. Kendimden örnek vererek konuyu toparlamaya çalışayım. Bir kere bizim dönemimizde mektuplaşma geleneği bütün hızıyla sürüyordu. Hasan İzzettin Dinamo, Asım Bezirci, Hasan Hüseyin, Kemal Sülker, Necati Cumalı, Cahit Külebi, Aziz Nesin, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Gülten Akın, Şükran Kurdakul, Fakir Baykurt, Naim Tirali, Fikret Otyam, Ali Yüce, Metin Demirtaş, Orhan Çubukçu, Ruşen Hakkı, Tanju Cılızoğlu vb. pek çok değerimizle yıllar boyu mektuplaştık. Onların, benim bugüne gelişimde çok kişiden farklı olarak yakaladığım büyük bir varsıllık söz konusudur.

Doğup büyüdüğüm, uzun süre yaşadığım coğrafyada halk şiiri geleneğimizin diğer yörelere göre yeterli düzeyde olmadığını belirtmek isterim. Karadeniz coğrafyasında insan, özellikle de kırsal kesimde -o da bir zamanlar- mâni / türkü eşliğinde kemençenin ritmiyle çoğu zaman soluklanmanın yollarını aramıştır. Zorlukla aşılan arazinin, durmadan yağan yağmurun, güneşe hasret toprağın ve yemyeşil kırların içinde insan doğayla olan büyük savaşımında kendine bir mutluluk aracı olarak kemençeyi seçmiştir. Bu, onun elde dolaştırılıp her ortamda rahatlıkla çalınabilmesinden gelmektedir. Karadeniz’in yaşam kültüründeki olgunun kimi şairlerin aksine, benim şiirimde çok az yer aldığını belirtebilirim. Bunda çok küçük yaşta kent kültürüyle tanışmam, orada deniz ve sinemayla iç içe geçen bir düş dünyası yakalamam, ortaokul ve lise öğrenimimi gördüğüm Trabzon Lisesi’nin geniş insan potansiyelinin etkileyici gücünün rolü olsa gerektir.

- “Şiirin ağır bir işçilikle yazıldığını biliyorum. En yalın şiirlerde bile bir kolaylığın bir basitliğin olmadığına inanıyorum. Şiiri bilmeden şiir yazmak çok insana kolay geliyor. Oysa zaman içinde şiir dünyasında bir geziye çıkıldığında önümüze nice zorluklar çıkıyor.” (Eroğlu Kasım 1987: 34). Bugün nasıl getirirsiniz bu vargınızın devamını?

Aynı kanıdayım. Aradan 34 yıl geçmiş. 3. kitabım yeni çıkmıştı. Varlık’taki söyleşi için sevgili Haydar Eroğlu’na yeniden bir sevgi selamı göndermek isterim.

Diyeceğim şu: Şiirin duygu ve düşünceyi havalandıran genel özelliği farklılıklar gösterse de temelinde mimari olgunun varlığı önemli. Şair, şiirini biçim ve içerik açısından farklı alanlara yönlendirebilir. Ancak nereye yönlendirirse yönlendirsin temel olgu şiirin sağlam bir dayanak bulmasıdır.

Bu da bildiğimiz estetik olgudur. Sözcükleri iyi tanımak, onlardaki anlam derinliğini iyi hesaplamak, fazlalığı atmak, tını denilen ses özelliğini iyi tartmak... Bu özellikler kimi şiirlerin müzikle dansını da iyi kotarır. Bu gerçeklik hesaplanmadığında şiir hem istenileni veremez hem zamana yenik düşer hem de duyarlık oluşturamaz.

Şair, şiirini kurarken tarihe meydan okuyan bir yapının gerektirdiği düşünceyi aklında tutmalı.

Bir sihirbazın elindeki 5-6 topu birden atıp tutması gibi, şair de büyük bir sözlüğün şiir suyu taşıyan sözcükleriyle soluk alıp vermelidir. Bir de Şeyh Galip’e kulak vermek gerek: Şiir alevden bir denizi mumdan kayıkla geçebilmektir.

- “60’lı yılların ikinci yarısından bugüne, çağına tanıklık eden bir şiiri kurmaya çalıştık. Yaşamın her türlü acılarına, yıkımlarına, darbelerine, yasaklarına karşı koyan bir anlayışla sürüp getirdik şiiri. Onca çelişkinin, onca kirlenmenin, onca dağılmanın ortasında ayakta kalmanın savaşıydı bu. […] Kendimizi edebiyatın nöbetini tutan kişiler olarak değerlendiriyorum. Bu alandan çıksak, büyük bir boşluk doğacak diye düşünüyorum” (Duran Kasım / Aralık 2018: 9).

Bu vargılarınız da çok önemli kuşkusuz. Devrimci 68 Kuşağı’nızın heyecanı şiirinize yansıdı elbet fakat gölgelemedi. Bunun da insan, toplum hele ki geçiş dönemleri söz konusu olunca kolay olmadığı bir gerçek. Sadece umuda ya da umutsuzluğa değil, yaşamın yitirilen, gözden kaçırılan renklerine, dokularına da yoğun şekilde temas ettiniz. Yazında bu tavırla ve iradeyle harekete geçerken dengeyi nasıl kurdunuz?

Kuşak şiirlerindeki konumunuzu, yoldaşlığınızı ilk elden değerlendirirseniz neler söylersiniz? Sizi en yalın ortaya koyan hangi dönem şiirlerinizdir denilebilir?

Şairin yaşadığı toplumla bir duygu - düşünce alışverişi olmalı diye düşünüyorum. Yazdıklarınız kimseyi ilgilendirmiyorsa onları dergilerde yayımlamanın, kitaba dönüştürmenin ne anlamı olur! İki kişi arasındaki sevgiyi, aşkı, mutluluğu, dostluğu, arkadaşlığı ele alan binlerce mektup bile üçüncü kişilerde yepyeni ufuklar açacağı, değişik dünyalar yaratacağı düşüncesiyle -dünden bugüne- pek çok kitapla okura sunulmuştur. Başlangıçta bu mektuplar iki kişiyi ilgilendirmiyor muydu?

Bu nedenle kendimizden başlayarak evrene açılan bir yürekle sanatın dağına tırmanmaya gönül verdik. Kütüphanemiz, okuduğumuz kitaplar, damarına bağlandığımız şair ve yazarlar, sevdiklerimizle, karşı durmamız gerekenler hep bu uzun yürüyüşte çıktı karşımıza.

Hasan Hüseyin’in bu konuda yanılmıyorsam şöyle bir sözü vardır: Ben saksıda buğday yetiştirmiyorum uçsuz bucaksız ovalara buğday ekiyorum…

Dünya atlasındaki uzun yürüyüşte binlerce olay, bir o kadar kişi, yenenler, yenilenler, acı çekenler, ölümler, sevgiler, aşklar, zulmün her türlüsü, göçler şairin duygu - düşünce imbiğinden süzülüp sanatın kuşatıcı gücüyle yeniden yaratılarak zaman bırakılmaktadır.

Burada kesinkes bir saf tutma söz konudur. Şairin bir çizgisi olmalıdır ve kendini çağına karşı sorumlu tutmalıdır. Yahya Kemal’i birileri büyük şair olarak niteleyebilir. Bu durumda şu soru sorulmaz mı? Yahya Kemal’in ülkemiz insanın olağanüstü bir çabayla Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla ilgili tek bir dizesine rastladınız mı? Ben söyleyeyim, rastlayamazsınız. Bu mücadelenin şiirini yazmak “vatan haini” diye yaftaladığımız Nâzım Hikmet’te anlam bulmuştur.

Kuşak konusunda söyleyeceğim şu: Kuşakları toplumsal ve siyasal koşullar belirler. Bir dönem bu konuda içten davrananlar zamanla bu sözlerini anmaz olmuşlardır. 40 Kuşağı, 50 Kuşağı, 60 Kuşağı, 70 Kuşağı üzerine onlarca yazı bulabilirsiniz.

Bu kuşakları var eden siyasal ve toplumsal koşulları iyi düşünmek gerekir. Bakın bu sayıların karşısına, II. Dünya Savaşı, DP iktidarı, 27 Mayıs ve 1961 Anayasası, 12 Mart yazabilirsiniz.

Bu tarihsel kesitler olmasaydı toplumsal yaşamda böyle bir belirleme olmayacaktı. Özellikle darbeler ve ona koşut olarak alabora olan toplumsal yapı, duyarlı bir kesimin çağına tanıklığını sanatında çok yönlü vurgulamanın da sorumluluğunu beraberinde getirir.

60’lı yılların ikinci yarısında şiirle yoğrulmama karşın 12 Mart faşizminin ezdiği toplumsal yapının içinde şiirimin filizlendiğini, boy verdiğini belirtmek isterim.

- “İşin gerçeği, anadilimiz yurdumuzdur. Yurdumuzun üzerinde yaşamamız gereken mutluluğun belirleyicisi anadilimizdir. O nedenle anadilimizi öğrenmek, onu yabancı etkilerden korumak en önemli görevimizdir. Daha doğrusu yurtseverliğimizin belirleyici ölçütüdür. Yahya Kemal’in ‘Bu dil ağzımda annemin sütüdür’, Dağlarca’nın ‘Türkçem benim ses bayrağım olarak’ nitelendirdiği Türkçemizin, kimliğini bulma konusunda Mustafa Kemal’e kulak verelim: ‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.’”

Yolcu Yolun Nereye kitabınızdaki “Dilim Vay!” başlıklı makalenizdeki bu alıntıdan hareketle açmanızı rica edersem; dilde zaman içinde gözlenen bozunuma ilişkin görüşleriniz ve önerileriniz nelerdir?

Dili salt bir iletişim, bir anlaşma aracı olarak görmemek gerek. Dil düşüncenin belirleyicisidir, kimliktir, aidiyettir, soluklanmadır, yaşama tutunmanın temel ögesidir; duygu ve duyarlığın penceresidir. Üniversitede hocalığım sırasında öğrencilerimde bu konuda tanık olduğum iki örnekten söz etmek isterim:

Biri “Hocam Türkçe bilsem bilmesem ne olur, üniversite eğitimim sonrasında yurtdışına gideceğim oradaki insanın dilini onlardan iyi biliyorum. Benim dilimi iyi bilmenin bana ne yararı olacaktır?” diyen bir öğrencime, bu konuda yaptığım uzun açıklamayı şöyle bitirmiştim: Türkçenin büyük ustası şiirimizin doruğu Nâzım Hikmet’in, sırf Türkçe konuşmak ve Türkçe dinlemek için zaman zaman Azerbaycan’a gittiğini bilir misin? Çünkü o yurdunda, “Türkçenin suyu”nu içmeden yoksun bırakılmıştı.

İkincisi de bir sayfalık bir yazısında onlarca yazım yanlışını gösterdiğim bir öğrencim “Hocam bu metni İngilizce yazsam bir yanlışım olmazdı.” deyince, “Sen yabancı dile bu yaşına kadar verdiğin emeğin onda birini anadiline vermediğin içindir bu durum.” demiştim.

Öğretmenliğimin 47 yılını geçirdiğim bu alanla ilgili çok yazılar yazdım, konferanslar verdim. Bilinen bir gerçek dilimiz bozulunca kimliğimiz de erozyona uğradı. TTK’nin, TDK’nin devlet dairesine dönüştürülmeleriyle dilde ve tarihte ikilik yaratıldı. 12 Eylül cuntası özelikle TDK’yi işlevsiz kıldı.

Bugün hangi sözcüğü nasıl yazarım diye çok kişi birbirine sorar oldu. İki sayfalık bir metinde doku bulamazsınız. Basın ve TV dünyasında doğru dürüst yazan konuşan çok az kişi kaldı. Arapça - Farsça karışımı sözcükler, batı kaynaklılar, yağmur gibi üzerimize yağıyor. Yayıncılara iş düşüyor. Dilimizi iyi bilen editörlerle çalışmalılar. Dilimizi iyi bilmeyen, onu yeterli düzeyde kullanamayan kişinin sanat alanındaki yapıtının ne değeri olur?

Dil Derneği’nin yayınlarının bizim için belirleyici olduğunu söyleyebilirim. Bu konuda Konfüçyüs’ün çağları delip gelen sözleri çok değerlidir. Dil düşüncenin aracıdır. Dilini bilmeyen düşünemez, soru soramaz, sürünün bir parçası olur ve birilerince yönetilmeye hazır bir kimlik taşır.

- Günümüz yazın coğrafyasını olanakları ve kısır döngüleriyle değerlendirirseniz neler söylersiniz?

Değişen toplumsal koşullar bu alanda da kendi insanını, kendi malzemesini yaratıyor. Üretim durmuyor. Yazın alanından çok politik alandaki üretim öne çıkarılıyor. TV’ler de bu işin reklamını yapıyor. Yolsuzluk, hırsızlık, yağma düzeni üzerine yazılan kitapların kalıcılığı yok.

Yurttaşımız birilerinden muhabbette geri kalmamak için onları taksitle alıyor, okuyor. Edebiyat alanında iletişimi yüksek birkaç yayınevi de iyi üründen çok popüler kişi ve ürüne yöneliyor. İyi yazarlar kendine çıkış yolu bulamıyor. Ödül kazansa da ürüne değil, yazanının konumuna bakılıyor.

Dergilerde ürünlerini değerlendirip ondan sonra kitap yayımlama yoluna gitme yerine hemen bir kitap sahibi olarak bu kervana katılma ağır basıyor. Yayıncıların kimileri yazarları yönlendiriyor. Yazarın yaşam karşısındaki duruşu, bilinci, kişiliği yapıtıyla ortaya koyduğu anlayış kimseyi ilgilendirmiyor.

Yaşanılan çağın, insanı yoran tarafı iyi eserler yaratmayı da engelliyor. O nedenle çoğunlukla çeviri yapıtlara el veriliyor, klasikler yeniden okunuyor. Dil - düşünce - konu, anlam bütünlüğünü gözetmeyen, toplumsal alanda bir sorunu irdelemeyi öne çıkaran yapıtlar yerine, bundan “nasıl dizi olur, nasıl film olur” anlayışıyla öne çıkarılıyor.

- Bugün sanatın ve sanatçının gündemde tuttuklarını, itiraz ile mesafelerini, toplumsal tavır ve verimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumsal yaşamda günümüzde neler daha çok karşılık buluyor? Sanatçı topluma neler taşıyor / taşıyabiliyor günümüzde?

Siyasetin itirazı gelgeçtir, edebiyatın itirazı kalıcıdır. O nedenle edebiyatın itiraz damarını canlı tutmak gerekir. Bir dönemin müziğine, sinema ve tiyatrosuna, edebiyatına baktığımızda sanatçının ürettiklerinden dolayı başının sıkıntıdan kurtulmadığını görürüz. Bu onun, bireysel ve toplumsal görevini iyi yaptığını gösterir.

Karikatürler için de aynı durum söz konusu. Mizahın ne denli etkili olduğunu kimi sanatçıların “süründürülmesi”nden biliyoruz. İktidara karşı siyasi muhalefet tek itiraz kaynağı olunca diğer alanlar baskılanıyor. Oysaki sanatın belirleyici gücü her çağda büyük önem taşır. Rus edebiyatının büyük yazarlarının Ekim Devrimi’nin hazırlayıcısı olduğunu biliyoruz.

Nice şairimiz, yazarımız hapislerde çürütülmedi mi? Nâzım’ı hapsedenler, şiirinin bedeninden daha tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Ancak o şiirlerin gücü geç de olsa onu kilit altından kurtarmıştır. Son söz olarak şunu belirtmek isterim. İktidara yaranan kişinin sanatçı kimliği erozyona uğrar; bir daha eski haline dönemez, ona yönelik sevginin yerini nefret alır.

- Trabzon’u ayırarak sormamak olmaz. Kültürel, sosyal, tarihi nasıl bir kaynak sunmuştur size?

Edip Cansever “İnsan yaşadığı yere benzer” der ya. Benim de benzediğim - benzemediğim kadarıyla o coğrafyadan aldıklarım da oldu oraya verdiklerim de. Öğrencilik, öğretmenlik, dergi yönetmenliği, konferanslar, sanat geceleri, imza günleri, gazetelerde yayımlanan yazılar, radyo ve TV programları iç içedir.

1993’te İstanbul’da aldığım Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, o kente götürdüm. Binlerce öğrencim oldu. Kentin tarihten gelen bir yapısı var, bu düşünceye yol açıcı. Ancak mimarisi son 60 yılda darmadağın edildi, kent betona dönüştürüldü. Denizi kente küstürdüler.

Orada yaşadığım yıllarda bir sanat arkeoloğu bilinciyle hareket ettiğimi belirtebilirim. Kentin pek çok değerinin bizden önce oluşturduğu bir kültür-sanat mirası vardı. Hem o birikime sahip kişilerin emeklerini çok yönlü anlatmak, tanıtmak için kolları sıvadık hem de o miras üzerine neler konulabilir diye çaba gösterdik.

Kente bir yolla gelen değerlerimize sahip çıktık. Çok kişiye sanat alanında destek olduk diyebilirim. Yüzlerce yazımı o kentteyken yazdım. Kentin değerleri üzerine yazmadığım yazı yoktur. 26 yıldır Ankara’dayım. Ankara’ya geldiğimde, 10 kitabım vardı. Üretkenlik sürüyor, şimdilerde 43. kitap basımda. Kentle ilgili çok zengin bir belgeliğim vardır. Araştırmacılara, o coğrafyayı bilen biri olarak elimden geldiğince yardımcı olmuşumdur.

- Ya şiirlerinizin diğer kentleri... İstanbul, Ankara gibi başka hangi kentler hangi yönleriyle özellikle hangi duygulara karşılık gelerek yansır şiirlerinize?

Çok yer gördüğümü, gördüğüm yerlerin tümüne yakınıyla ilgili yazılar yazdığımı belirtmek isterim. İstanbul’un, şiirimde ve yaşamımda yeri başkadır. Ankara şiirlerime bir yönüyle girivermiştir. İzmir de öyle. Zonguldak’ı unutamam. Ancak Konya’dan, Kastamonu’ya, Bursa’dan Burdur’a uzanan coğrafyada; doğusundan batısına bütün Karadeniz illerinde sesim kalmıştır diyebilirim. Çorum’da, Eskişehir’de, Antalya’da, Adana’da, Mersin’de, Osmaniye’de, Antakya’da, Malatya’da… düzenlenen etkinliklerde yer almışımdır.

Bir değerimizin anılması, bir konferans, bir imza günü beni oralara taşımıştır. 50. sanat yılımı birçok ilde kutlamanın mutluluğunu yaşamışımdır. Bir kentte yüreği, eğitim sanat ve kültürle çarpan kişilerle duygu düşünce alışverişi yapmak sanatımı beslemiştir diyebilirim.

Ülkemiz coğrafyasının herhangi bir yöresinde yaşayan bir kişinin çabasını, üretkenliğini, çilesini, heyecanını çok uzaklardan duyumsadığımı belirtebilirim. Yurt dışında da pek çok ülkeyi görme olanağı buldum. Gittiğim her yeri yazma, oraları başkalarına da anlatma sorumluluğu taşımışımdır.

- Nâzım başta olmak üzere şiirlerinizde yer verdiğiniz o ölümsüzleri uzak tarih-yakın tarih hattında başlıca kişileriyle anlatır mısınız?

Nâzım Hikmet hem şair hem düşünce insanı olarak etkilemiştir bizi. Şiirleri kadar yazılarıyla da bir zirvedir. Dünya çapında bir değerimiz olarak hepimizin onun yapıtlarıyla soluk almayı erdem bilmişizdir. Yasaklı yıllarında şiirlerini daha çok ezberlediğimiz bir gerçek.

Şiir alanında Gülten Akın’ı, Şükran Kurdakul’u, Hasan Hüseyin’i yakından tanıdım. Şiirlerim, onların üretimde bulunduğu yıllarda yer aldı dergilerde.

Kimileriyle söyleştiğim, kimileriyle yazıştığım, kimilerini uzaktan izlediğim yaşamına yakın durduğum Ömer Faruk Toprak, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Cahit Külebi, Nevzat Üstün, Metin Demirtaş, Attilâ İlhan, Arif Damar, Enver Gökçe, A. Kadir bana incelikler, duyarlıklar kazandırmıştır.

Cemal Süreya’nın, “Aşk” Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” Dağlarca’nın birçok şiiri, sesimin gücünü artırmıştır.

- Mektupların şiirinize nasıl bir etkisi olmuştur?

Yazın alanında belli bir saygınlığı olan, ürünleriyle soluk aldığım, kitapları kütüphanemde bulunan pek çok değerimizden gelen mektuplar; bana büyük sevinçler, mutluluklar, duyarlıklar kazandırmıştır.

Hasan Hüseyin’in Gülten Akın’ın, M. Sunullah Arısoy’un Orhan Çubukçu’nun, Asım Bezirci’nin, Fakir Baykurt’un, Dinamo’nun, Zihni Anadol’un, Bekir Semerci’nin, Mehmet Başaran’ın…mektuplarını bağımsız birer yapıt olarak görmüşümdür.

Onların çoğu, yetişmemizde taşımamız gereken bilinç ve duyarlığa kapı aralamıştır. Okumamız gereken kitaplar, yapmamız gereken işlerle ilgili öneriler bir yana, yaptıklarımızı önemseyen, onaylayan bir yürek de yer almıştır onlarda.

- Şiirlerinizde sıklıkla kullandığınız kelime ve kavramlar arasında hangileri başı çeker ve neden?

Yazar-şair Ramazan Teknikel arkadaşımız, bir iletisinde şiirlerimde en çok ‘ömür’ sözcüğünün geçtiğini belirtmişti. Doğrusu bu seçim, bir sözcüğü sevip sevmemekten çok dizenin akışında öne çıkan sözcükle yola devam etmek gibi bir durum yaratıyor. Birileri dışarıdan bunu daha iyi gözlüyor.

Toplu şiirlerimi yeniden okurken yağmur, göğüs, kar, martı, gökyüzü, gece, fotoğraf, çocuk, rüzgâr, zaman, deniz…sözcüklerinin ağır bastığını gördüm. Hangi sözcüğü kullanırsanız kullanın o sözcüğün dizedeki anlam bütünlüğü, diğer sözcüklerle alışverişi, ona farklı bir ivme kazandırıyor. Sözcüğün bir başına anlamı, çok kişiye göre değişmez, önemli olan, onu imgenin suyuyla yıkayarak şiirin yakasına takabilmektir.

- Kıyı Karşı Edebiyat ve Bilkent 4 Mevsim... Dergiler ve yetkin dergicilik, sanat yönetmenliği dönemlerinizi anlatır mısınız?

Kıyı, merkezde Trabzon’u; geniş çapta ülkemizi ve bir bölümüyle de dünyayı kucaklamıştır. 1961’de ilk kez yayımlanan dergi, 60. yılında. Ancak 4 yıldır yayımlanmıyor. Lise öğrenciliğimden, yakın zamana değin hep gündemimizde olmuştur Kıyı.

1981’den 2017’ye değin içerisinde yer aldım. Bu süreçte şiir, deneme, tanıtı, araştırma vb. 200-250 ürünüm burada yer almıştır. Yazmasam mutsuz olacağım birçok araştırma yazımı burada yayımladım. Orada yer almakla, yazmakla kıvanç duymuşumdur.

Derginin kimi sayıları edebiyatın nabzını çok yönlü tutmuştur diyebilirim. Yayımlandığı kentin yazın alanını belirleyen birikimi, kültür ve sanatı, çok boyutlu olarak bu dergide bulabilirsiniz.

Karşı Edebiyatı’n dört kurucusu - Burhan Günel, M. Yaşar Bilen, İbrahim Oluklu, Ahmet Özer - ancak yüzlerce omuz vereni vardı. 112 sayılık bir ömrü oldu. Bir Ankara dergisi olarak yazın tarihinde yerini aldı.

Çoğumuz yaşadığımız kentlerden Ankara’ya akıp gelerek bu dergiye güç katmışızdır. Bugün aramızda olmayan yazın dünyamızın birçok değerinin ürününe yer verdik, bizler yazdık. Çok kişinin emeğini öne çıkardık.

4 Mevsim, Bilkent Üniversitesi’nde görev yaptığım yılların bir ürünü. Dergide yer alan ürünlerin bir bölümü orada görev yapan biz öğretim görevlilerinin imzasını taşır. Dekanımız Talat Halman’ın bu aşamada büyük desteğini gördük.

Dergide, yazın alanında emek sahibi kişilerden de ürün istedik, gelen ürünlere yer verdik. Büyük bölümü yazmayı seven öğrencilerin ürünlerine ayrıldı. Derginin 14 sayılık bir ömrü oldu. Öğrencilerin orada yayımlanan çoğu ürünü, ileriki yaşamında yol gösterici oldu.

Dergicilik bir tutku. Kendi ürününüz kadar başkasının ürününe yer vermenin de coşkusu vardır. Üç dergi olmasaydı birçok şiir ve yazı yazamazdım. Dergi aynı zamanda mutfağında olanın üretkenliğini de hızlandırır.

- Cumhuriyet ile Cumhuriyet gazetesi ile güçlü bağınızı sorarak bitirelim söyleşimizi.

1967’den beri kesintisiz Cumhuriyet okuruyum. Bir yere gittiğimde ilk sorum, gazetemi yarın nerede bulabilirim olmuştur. Yurtdışına gittiğimde orada kalacağım günlerde çıkacak gazeteler için bir yakınıma gerekli notla ücreti bırakırım. Dönüşte zaman ayırır o biriken gazeteleri okurum. 50-60 yıldır kestiğim yazılar belgeliğimde durur.

1993’te Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü aldıktan sonra gazeteye gönül bağım daha da kuvvetlendi. Gazetemizin yitirdiğimiz pek çok yazarını, yazı yaşamı sürerken tanımak, okumak da bir erdemdi bizim için. Cumhuriyet Kitap’tan eksik sayım yoktur. Bir kısmında yer almışımdır.

10 Kasımlarda, ulusal bayramlarda ve önemli günlerde verilen ekler de belgeliğimdedir. Atatürk’ün ölüm günlerinde 10-15 Kasım 1938’de çıkan gazeteleri de birilerinden edinmişimdir. Ara sıra da olsa orada yazmak, binlerce yazısı yayımlanan bir kişi olarak beni sevindirir.

Özel sayılardan belirtilen günde birkaç adet alır, daha sonra okumayı seven konuklarıma, öğrencilerime armağan ederim. 97. yılı geride kalan gazetemizin 100. yılında okur ve yazarıyla büyük bir şölende buluşalım derim. Cumhuriyet’in bir aile olduğunu düşünüyorum. Okuruna karşı sorumluluğunun sürmesiyle okurunun da onu hiç bırakmaması diliyorum.

Değerli Gamze Hanım! Söyleşi için gösterdiğiniz özveri, emek verip hazırladığınız sorularınız için içten teşekkür eder, esenlikler dilerim.

- Asıl ben teşekkür ederim Ahmet Bey.

AHMET ÖZER

1946’da Trabzon / Maçka’da doğdu. Trabzon Lisesi’ni, Fatih Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimi gördü.

Değişik öğretim kurumlarında 29 yıl Türk dili öğretmenliği yaptı.

1996’dan 2015’e, 19 yıl Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı.

İlk şiiri 1966’da yayımlandı.

Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi Kıyı’nın, Bilkent Üniversitesi Kültür - Sanat-Edebiyat Dergisi 4 Mevsim’in sanat yönetmenliği yaptı. Karşı Edebiyat dergisinin kuruluşunda yer aldı. Değişik gazete ve dergilerde şiirleri, köşe yazıları, araştırma - inceleme, deneme, tanıtı, söyleşi... türlerinde yazıları yayımlandı.

11 Şubat 1999 tarihli Cumhuriyet gazetesi Cumhuriyet / Kitap eki, Eylül 2001(S.126) tarihli Damar Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Mart / Nisan 2002 (S.17) tarihli Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, Yom / Sanat, Kasım / Aralık 2016 (S.304) tarihli Kültür Sanat Dergisi Kıyı, Kasım - Aralık 2018 (S.38) tarihli YaşamSanat dergisi, Ocak-Şubat 2019 (S.20) tarihli Edebiyat Nöbeti, yaşamı ve sanatı üzerine özel sayı olarak yayımlandı.

Yurdun pek çok yerinde düzenlenen sempozyumlarda, açıkoturum ve panellerde konuşmacı oldu. Yurtdışında düzenlenen kimi edebiyat etkinliklerine katıldı.

Yüzlerce radyo programında, pek çok TV etkinliğinde yer aldı. Kıyı’nın kurucusu Ahmet Selim Teymur anısına senaryosunu yazdığı yayımlanmış bir belgeseli bulunuyor.

43 kitabının yanı sıra pek çok ortak kitapta yazılarına, yer verildi, yüzlerce dosyanın editörlüğünü yaptı.

Değişik türdeki yazıları yardımcı ders kitaplarına alındı, pek çok antolojide şiirleri yayımlandı; şairler ve yazarlar sözlüklerinin çoğunda, ansiklopedilerde adına madde açıldı.

Söke’nin Yuvaca köyündeki bir sokağa adı verildi.

2004’ten beri um:ag’da (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı) şiir üzerine dersler veriyor.

Şiirleri; değişik dillerin yanı sıra, Necdet Adabağ’ın İtalyanca yayıma hazırladığı Antologia della poesia turca contemporanea’da, Nevzat Yusuf Sarıgöl-Nermin Yusuf’un Romence çevirisiyle Romanya’da çıkan Poezie turca modernada, Gino Leineweber’in yayıma hazırladığı Leaves of Autumn (İnternational Poetry) adlı antolojide yer aldı.

50. Sanat Yılı; Ankara, İzmir, Antalya, Karaburun, Antakya, İskenderun, Adana ve Mersin’de kutlanan şairin yaşamı, şair Çiğdem Sezer’in kaleminden Akan Söz Çınlayan Zaman adıyla kitap olarak yayımlandı.

Yayıma hazır pek çok dosyası bulunuyor.

ŞİİR KİTAPLARI

Ayrı Beraberlikler, Türkiye Yazıları, 1981.

Günle Dokunan, Dayanışma Kooperatifi Yayınları, 1984.

Gecenin Kanayan Yerinden, Kerem Yayınları, 1987.

Söyle Yüzüm Tanığımsın, Cem Yayınları, 1990.

Aşklar Yedeğinde Ömrümüzün, Cem Yayınları, 1993.

Aşkın Taçyaprağı, Bilgi Yayınevi, 1998.

Sözümüz Vardı, Bilgi Yayınevi, 2001.

Bir Şehrin Boynundayız, Yapı Kredi Yayınları, 2011.

Kardeş Yağmurlar, Çocuklar İçin Şiirler, (Resimleyen: Mustafa Delioğlu) Usar Yayınları, 2018.

Suları Çekilen Nehir, Bilgi Yayınevi, 2018.

Denizin Sesiyle (Türkçe - İngilizce Şiirler. Çevirmen: Yaprak Damla Yıldırım), Artshop Yayınları, 2018.

Mordoğan, Toplu Şiirler, Klaros Yayınları, 2021.

DİĞER KİTAPLARI

* Çocuklar Varken, Öykü, Prospero Yayınları, 1995, 1996 (Resimleyen: Aşkın Bakkalcı); Kültür Bakanlığı Yayınları (Resimleyen: Yıldız Cıbıroğlu) 1998, Anadolu Sanat Yayınları, (Resimleyen: Yıldız Cıbıroğlu) 2006, Kıyı Dergisi Yayınları, (Resimleyen: Yıldız Cıbıroğlu) 2017.

* Onlarla Yaşadım, İnceleme, Prospero Yayınları, 1995.

* Yıldızlar Geceyle Gelir, İnceleme - Araştırma, Karşı Yayınları, 1996.

* Atlastan Bir Yeryüzü, Gezi Yazıları, İlkyaz Kitaplığı, 1996.

* Sordum Söylediler, Söyleşiler, Anadolu Sanat Yayınları, 1996.

* Sarkaç, Köşe Yazıları, Güldikeni Yayınları, 1998.

* Denizin Öptüğü Kent, Köşe Yazıları, Güldikeni Yayınları, 1999.

* Sesimi Rüzgâra Verdim, Köşe Yazıları, Güldikeni Yayınları, 1999.

*Cumhuriyet Şiirimizin Korkusuz ve Coşkulu Şairi Şinasi Özdenoğlu (Muzaffer Uyguner’le), Biyografi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000.

* Yüzün Yeryüzüdür, Köşe Yazıları, Güldikeni Yayınları, 2000.

* Bir Uzun Ölüm, Derleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002.

* Sözün Kanatlarında, Araştırma Yazıları- Makaleler, Tanıtmalar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002.

* Yolcu Yolun Nereye, Köşe Yazıları, Etikus Yayınları, 2004.

* Bir Düşün Ardından, Makaleler, Damar Yayınları, 2005.

* Ömer Güner’e Armağan (Hazırlayan), Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 2005.

* Kemençenin Telinden, Köşe Yazıları, Kıyı Dergisi Yayınları, 2007.

* Yer Değiştiriyoruz Hayatla, Köşe Yazıları, Sarissa Yayınları, 2008.

* Memleket Şairi Nabi Üçüncüoğlu, Biyografi, Phoenix Yayınları, 2010.

* Çığlık, Makaleler, Kıyı Dergisi Yayınları, 2011.

* Trabzon’un Kalbi Meydan, Kent Monografisi, Heyamola Yayınları, 2011.

* Ağızda Dilleri Gördüm, İnceleme, İsim Yayınları, 2012.

* Güneşi Alnında Taşıyan Gazeteci - Şair Ömer Turan Eyuboğlu, Biyografi, İsim Yayınları, 2012.

* Yazının ve Hukukun Aydınlık Penceresi Baki Akgül, Biyografi, Kıyı Dergisi Yayınları, 2012.

* Sulusepken, Denemeler - Eleştiriler, Kıyı Dergisi Yayınları, 2014.

* Sözün Nakışı, Makaleler - Denemeler - Eleştiriler, Kıyı Dergisi Yayınları, 2014.

* Sesime Ses Verenler, Söyleşiler, Panama Yayıncılık, 2015.

* Düşlerine Tutundum, Söyleşiler, Panama Yayıncılık, 2015.

* Aydınlanma Savaşçısı İsmet Kemal Karadayı (Hazırlayanlar: Ahmet Özer - Tansu Bele), Artshop Yayınları, 2016.

* Nasıl Anlatsam, Söyleşiler, Payda Yayınları, 2021.

* Tanığım Hayat, Deneme - İnceleme, Suus Kitap, 2021.

* Düşün Gerçeği, Deneme - İnceleme, Telgrafhane Yayınları, 2021(basılıyor)

ÖDÜLLERİ

* 1981 Nevzat Üstün Şiir Başarı Ödülü

* 1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Mansiyonu

* 1989 TRT İstanbul Radyosu “Gecenin İçinden” Programı Öykü Ödülü

* 1991 Kökten Kitabevi Öykü Ödülü

* 1993 Yunus Nadi Şiir Ödülü

* 1998 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü

* 2000 Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Yılın Sanat Ödülü

* 2002 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü

* 2002 Sabahattin Sağıroğlu Trabzon’a Hizmet Ödülü

* 2016 İsmet Kemal Karadayı Onur Ödülü (Şiir dalında)

Ahmet Özer’in ürünleriyle yer aldığı ve katkıda bulunduğu kitaplardan bir bölüm

• Aşk ve Sevda Şiirleri Antolojisi, Hazırlayan: Erdoğan Söyümez, Dal Yayınevi, İstanbul, 1991, 340s.

• Gök Renginde Trabzon, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti, Trabzon, Eylül 1994, 295s.

• Şiir Akşamları-1(TMMOB)Makine Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yayınları, Ankara, 1996, 208s.

• Sözden Yazıya Toplu Söyleşiler, İlkyaz Kitaplığı, Ankara, Eylül 1996, 126s.

• Cumhuriyet Dönemi Çocuk Şiirleri Seçkisi, Hazırlayanlar. Ergun Evren- Ahmet Özer, Mevlüt Kaplan- Vedat Yazıcı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998, 312s.

• Oğuz ve Türkmen Kültür Şöleni, Hazırlayan: Mehmet Aydın, Ankara, Haziran 1998

• Ankara Dostları Toplu Söyleşiler, Güldikeni Yayınları, Ankara, Haziran 1998, 171s.

• PEN’in Deprem Kitabı, Ay Sallanıyor, Cumhuriyet Kitap Kulübü, İstanbul, Kasım 1999, 384s.

• Aydınlık Adına Susmayanlar, Biyografiler, Hazırlayan: Recai Şeyhoğlu, Güldikeni Yayınları, Ankara, Mayıs 2000

Okumak mı O da Ne, Orhan Tüleylioğlu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, Kasım 2000,108s.

• Eleştirel Açılım, Tamer K. Bilgin, Damar Yayınları, Ankara, Mayıs 2000, 96s.

• Yüz Aşk Bir de Şiiri, Refik Durbaş, Kırmızı Kitaplar, İstanbul, Kasım 2001, 116s.

• Yalan Söylemez Çünkü Şairler Attila József, Sevgi Can Yağcı-Orhan Tüleylioğlu, NotaBene Yayınları, Ankara, Kasım 2001, 316s.

• Gönülden Gönüle Trabzon, Hazırlayan Ahmet Özer, Güldikeni Yayınları, Ankara, Nisan 2001, 224s.

• Unutulmayan Öğretmenler, Zeki Sarıhan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002 195s.

• TRABZON 2002, Trabzon Valiliği Yıllığı

• Kardeşim Yaralısın, Derleyen: Gönül Pultar-Selim Sünter, Tetragon İletişim Hizmetleri, İstanbul 2002, 441s.

• Posta Şiirleri, Hazırlayan: Gültekin Emre, Dünya Kitapları, İstanbul, Eylül 2003, 122s.

• 2003 Şiir Yıllığı, Hazırlayan: Veysel Çolak, Agora Yayınları, İzmir, Ocak 2004, 192s.

• Doğaya Şiirler, Derleyen: İsmet Yasal, Nedime Eğitim Vakfı (Büyük Kolej) Yayınları, Ankara, Mayıs 2003, 112s.

• Atatürk’le Aklın Aydınlığına, Güldikeni Yayınları, Ankara, Kasım 2003, 136s.

• Aşkın ve Başkaldırının Şairi Adnan Yücel, Derleyen: Mehmet Özer, Yurt-Kitap Yayınları, Ankara, Temmuz 2003, 592s.

• Trabzon’da Edebiyat-Edebiyatta Trabzon Sempozyumu(18-19 Aralık 2004), Düzenleyenler: Trabzon Belediyesi ve Ankara Üniversitesi TÖMER Trabzon Şubesi, , Yayına Hazırlayan: Veysel Usta, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, 232s.

• Toplumsal Şiirler 2004 Yıllığı, Derleyen: Özgen Seçkin, Damar Yayınları, Ankara, Nisan 2004, 184s.

• Kuşadası’nda Öykü ve Şiire Yolculuk-2, Kuşadası Belediyesi Yayınları, Aralık 2005, 367s.

• Gündağ Kayaoğlu’na Armağan: Dil ve Sanata Koşulu Bilinç, Eylül 2005

• 2004 Şiir Yıllığı, Hazırlayan: Veysel Çolak, Yom Yayın, Şanlıurfa, Ocak 2005 157s.

• Ömer Güner’e Armağan (hazırlayan Ahmet Özer) Trabzon Gazeteciler Cemiyeti, Trabzon, Şubat 2005, 238s.

• Attila Jozsef, Evrenle Ölç Kendini, Hazırlayan: Sevgi Can Aysevener-Orhan Tüleylioğlu, Edebiyatçılar Derneği Yayınları, Ankara, Nisan 2005, 215s.

• Fazıl Hüsnü Dağlarca Onur Günü, Bağımsızlıkçı, Aydınlanmacı, Halkçı Eğitim Derneği Yayını, Ankara, Ağustos 2005, 89s.

• 18.30 Söyleşileri: um:ag Yayınları, Aralık 2005, “Cumhuriyet Sürecinde Toplumsal Kesitler ve Şiir”, 136s.

• Jose Marti, Savaşçı ve Şair, Hazırlayan: Orhan Tüleylioğlu, Edebiyatçılar Derneği Yayınları, Ankara, Nisan 2006, 152s.

• Ötesi Yok II. Uluslararası İzmir Şiir Buluşması, Seçki, İzmir Konak Belediyesi Yayınları, İzmir, 2006

• Temel Kimdir, Derleme, Heyamola Yayınları, İstanbul, Ekim 2006

• 2006 Şiir Yıllığı, Hazırlayan: Veysel Çolak, İlya Yayınları, İzmir, 2007, 202s.

• Fadime Kimdir (Editörler: Leyla Çelik-Ayşenur Kolivar), Heyamola Yayınları, İstanbul, Ekim 2007

• Gürhan Uçkan’a Armağan, İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği Yayınları, Ankara, 2007

• Rıfat Ilgaz Sempozyumu, Çınar Yayınları, İstanbul, Ekim 2007

• Ankara Dostları 2007 Yıllığı, Ankara Omay Ofset, Ankara, Haziran 2007, 200s.

• Anaya Saygı (Albüm), Muzaffer Akyol, İstanbul, 2007

• Fadime Kimdir, Editörler: Leyla Çelik-Ayşenur Kolivar, Heyamola Yayınları, İstanbul, Ekim 2007

• Yazarların Ankara’sı, Hazırlayan: Murat Özsoy, Kültür-Sanat Yayın, Ankara, Kasım 2007, 144s

• Gürhan Uçkan’a Armağan, Ankara 2007

• 2007 Şiir Yıllığı, Hazırlayan: Aydın Şimşek-Ersan Erçelik, Kanguru Yayınları, Ankara 2008, 175s.

• Şair Vur Kendini (2007 Şiir Yıllığı) Hazırlayan: Veysel Çolak, İstanbul, Şubat 2008, 184s.

• Ne Yazsam Eksik, Sevda Yüksel, Öğretmen Dünyası Yayınları, Ankara, 2008 160s.

• Talip Apaydın’a Armağan, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, İzmir, Kasım 2009, 254s.

• Yokuşta Yürüyen Adam, Şıhca Yavuz, Karınca Yayınları, Ankara, Haziran 2009, 408s.

• Düşler ve Düşünceler, (Hazırlayan Ahmet Özer) Trabzon Gazeteciler Cemiyeti, Trabzon, Haziran 2009. 240s.

• Fazıl Hüsnü Dağlarca, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2009, 432s.

• Cemal Süreya 20 Yaşında, Hazırlayanlar: Vedat Akdamar-Zühal Tekkanat, Artshop, İstanbul, Mayıs 2010, 175s

• Yıllıklar Yıllığı (Şiirimizde 17 Yıl), Hazırlayan: Fuat Çiftçi, Şiiri Özlüyorum Kitaplığı, Kayseri, Ekim 2010. 160s

• 12 Eylül Sabahı, Yayın Yönetmeni: Ömer Asan, Heyemola Yayınları, İstanbul, Ağustos 2010, 333s.

• Kadınlar İçin Söylenmiştir (Anadolu’da Kadınların Şiirli Tarihi), Gülsüm Cengiz, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Ekim 2011, 648s.

• Mahmut Makal’a Armağan, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, İzmir 2011, 375s.

• Yıllıklar Yıllığı (Şiirimizde 18 Yıl), Hazırlayan: Fuat Çiftçi, Şiiri Özlüyorum Kitaplığı, Kayseri, Mayıs 2011, 235s.

• Yazarların Ankara’sı, Derleyen: Işık Kansu, Çankaya Belediyesi Yayınları, Ankara, Etim 2011, 174s.

• Geçmişi Silinen Kentler, Yayına Hazırlayan: Işık Kansu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, Şubat 2011, 123s

• Sonsuza Rüzgârdı 68, Ozan Yayıncılık, İstanbul, Ekim 2012, 232s.

• Merdivende Üç Şair, Hazırlayan: Orhan Tüleylioğlu, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, 2012, 248s.

• Karardı Karadeniz, Derleyen: Uğur Biryol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, 518s.

• Şimşiir 2012 Ağacı (Hazırlayan: Mustafa Ergin Kılıç) Şiir ve Şiir Kitaplığı Yıllığı, İzmir, Şubat 2013, 367s.

• Şimşiir 2013 Ağacı, (Hazırlayan: Mustafa Ergin Kılıç) Zen Yayınları Reklamcılık, İstanbul, 2014, 283s.

• Şairin Günah Defteri, Hazırlayan: Tozan Alkan-Şeref Bilsel, İkaros Yayınları, İstanbul, Haziran, 2002, 295s.

• Şiir Defteri 2006, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, Toroslu Kitaplığı, İstanbul, Nisan 2006, 328s.

• Şiir Defteri 2007, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, Toroslu Kitaplığı, İstanbul, Nisan 2007, 234s.

• Şiir Defteri 2008, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul, Mayıs 2008, 334s.

• Şiir Defteri 2009, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul, Nisan 2009, 342s.

• Şiir Defteri 2010, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul, Mart 2010, 408s.

• Şiir Defteri 2011, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul, Mayıs 2011, 384s.

• Şiir Defteri 2012, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul, Mayıs 2012, 317s.

• Şiir Defteri 2013, Hazırlayan: Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu, İkaros Yayınları, İstanbul Mayıs 2013, 332s.

• Şiir Coğrafyamız, Damar Yayınları, Ankara, 1997 / Antoloji

• Şiir Coğrafyamız, Damar Yayınları, Ankara, 1998 / Antoloji

• Şiir Coğrafyamız, Damar Yayınları, Ankara, 1999 / Antoloji

• Şiir Coğrafyamız, Damar Yayınları, Ankara, 2000 / Antoloji

• Şiir Yıllığı 2009, Hazırlayan Baki Asiltürk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Şubat 2010, 263s.

• Şiir Yıllığı 2011, Hazırlayan: Baki Asiltürk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Şubat 2012, 347s.

• Güngör Gençay’ın Ardından, Hazırlayan: Osman Bozkurt-Kadir İncesi, Usar Yayınları, İstanbul, Mayıs 2013, 208s.

• Kültür Ötesi Bir Gezgin, Derleyen-Editör: Mustafa Pultar, Tetragon İletişim Hizmetleri A.Ş. İstanbul, 2014, 686s.

• Şair Dağın Doruğunda, Hazırlayan: Mustafa Fırat, Mühür Kitaplığı, İstanbul, Mart 2014, 253s.

• Mustafa Aydoğan’a Armağan Kitabı, Erdal Atıcı-Mutahhar Aksarı-Zarife Sakarya-Gül Günönü, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Ankara, Haziran 2014, 286s.

• Karadeniz Kitabı (Yağmurlar Ülkesinde Çocuk Olmak) Hazırlayan: Şeref Bilsel, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, Şubat 2015, 406s.

• Edebiyatta Hatay, Derleyen: Müslüm Kabadayı, Defne Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara, Nisan 2017, 186s

• 12’den Söyleşiler, Nuray Salman-Haydar Eroğlu, Klasör Yayınları, Ankara 2018, 160s.

• Mehmet Karasu’ya Armağan, Hazırlayan: H. Haluk Erdem, Hatipoğlu ve Selvi Yayınevi, Ankara, Kasım 2019, 407s.

• Şair ve Yazar Mektupları, Ahmet Köklügiller, Baygenç Yayınları, Antalya / Alanya Ağustos 2020, 128s.

****

• Yaşadım Ankara’m Şahidimdir, Feyha Özsoy, Asmedya Yayınları, Ankara, 2012 (Büyük Kararın Alevi ve Onun Küllerinden Doğan Aydınlık)

• Antakya Masallarda Gizliydi, (Derleme), Burhan Günel’le Bir Dergiyi Paylaşmak, Hazırlayanlar: Mehmet Karasu-Nebihe Karasu, Selvi Yayınları, Ankara, Haziran 2013

• Şairlerden İzler, Yaşama Soluk Katan Şiirler, (İnceleme-Eleştiri) Mehmet Aydın, Ekin/Sanat Ankara (2013?)

• * “ Büyük Eğitimci Tonguç’a Göre Aydın”, Kuruluşunun 70. Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, 14-17 Nisan 2010, Kastamonu Üniversitesi Yayını

• Dünyanın Bütün Çiçekleri/Öğretmenlik Şiirleri(Derleyen: Zeki Sarıhan), “Öğretmen”(Şiir) Öğretmen Dünyası, 3. Baskı, Ankara, Ekim, 2007, s.79

• “Denizin Öptüğü Kenti Boşuna Aramayın”, Geçmişi Silinen Kentler, Hazırlayan: Işık Kansu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, Şubat 2011

• Ganita Kitabının Düşündürdükleri, “Ganita Kitabı”: Hazırlayan: Ali Mustafa, Kıyı Dergisi Yayınları, Trabzon, Ağustos 2011

• Ganita’da Akşam Güneşi, “Ganita Kitabı”: Hazırlayan: Ali Mustafa, Kıyı Dergisi Yayınları, Trabzon, Ağustos 2011

• Kültür Dünyamızın Seçkin Değeri: Vecihi Timuroğlu, “Promete’nin Işığında Bir Ömür: Vecihi Timuroğlu” Armağan Kitap, Ali Ekber Ataş, Artshop Yayıncılık, İstanbul, 2011

• Nâzım Sen Gittin Gideli, Ölümünün 50. Yılında Nâzım Hikmet’e Mektuplar, BRT Yayınları, İstanbul, Mayıs 2014

• Ruhi Su Sen Gittin Gideli, Ölümünün 30. Yılında Ruhi Su’ya Mektuplar, BRT Yayınları, İstanbul, Ağustos 2016 Ataşehir /İstanbul

• Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Trabzon Liseli Simalar Ve Trabzon Lisesi’nden Hatıralar, Mehmet Akif Bal, Trabzon Kitaplığı VIII: Trabzon Lisesi/ Bütün Mevsimler Kıştı.

• Hey Gidi Karadeniz / Kitap (Özcan Temel’in Kitabı benim iki kitabıma (Kardeş Yağmurlar-Suları Çekilen Nehir) yer verilmiş.

• Abdullah Özkucur’a Armağan(Yayın Yönetmeni: Zeliha Kanalıcı), Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Şubat 2020)

• Enver Gökçe’ye Armağan, (Derleyen: Ali Ekber Ataş (2021)

• Bir Şehrin Günlüğü, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yayını, Mart 2000

• Aydınlık Adına Susmayanlar, Recai Şeyhoğlu, Güldikeni Yayınları, Mayıs 2000

• Güzel Konuşma ve Yazma / Yaşar Yörük, Eğitim Yayınları, 1978

• Uygulamalı Kompozisyon / Halil Özdaş, Yıldırım Yayınları, 1980

• Türkçe ve Dil Yeteneği Testleri, Halil Özdaş

• 70 Kuşağı Şiirimizi Tartışıyor/ Mehmet Yaşar Bilen, Yaba Yayınları, 1985

• Trabzon Kültür Sanat yıllığı, Trabzonlular Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yayınları, İstanbul, 1987

• Trabzon Kültür Sanat Yıllığı, Trabzonlular Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yayınları, İstanbul, 1988 /89

• Devrek Postası, Mithat Yaban 28 Nisan 1988

• Okuma Tadı, Hessen Eğitim Bakanlığı-Eğitim Danışmanları Merkezi”nin hazırladığı yardımcı ders kitabı, Önel-Verlag,Köln 1998

• Gündoğan Edebiyat, YIL:6, Sayı: 21,1998

• Erguvan Bayramı, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yayını, Mart 1998

• Uludağ”ın Etekleri Gümüşten, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yayını, Mart 1999

Ahmet Özer’in sanatından söz eden kimi yapıtlar

• Edebiyatın İzinde, Mehmet Yaşar Bilen, Prespero Yayınları, 1995

• Yarımağız Anılar, Murat Tuncel, Pencere Yayınları, 1996

• Sözümüz Şairlerden Şiirlerden, Vedat Yazıcı, Prespero Yayınları, 1997

• İzler Silinmeden, Vedat Yazıcı, Ürün Yayınları, Mart 1999

• Kapı Aralığından, Doğan Akın, “Kemençenin Telinden Hafızamızı Titretiyor” Dünya / Kitap, Yıl: 16, 7 Eylül 2007 S. 191

• Şairlerden İzler, Mehmet Aydın, İnceleme-Araştırma, Repta Yayınları, Şubat 1993

• Güle Dil Verenler, Asım Bezirci, Çınar Yayınları, Kasım 1993


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler