Silindir şapkanın önemi
Enver Aysever
Bilerek, isteyerek yaşamın kıyısında duran yazardan söz ediyoruz. O haklı soru düştü aklıma, hangi hekim yazarlık hastalığının tedavisini bilir?
1-Daniil Harms’ın “Bugün Hiçbir Şey Yazmadım” adlı kitabı rastlantısal olarak elime geçti. Başarılı bir seriyi incelerken, birkaç başka kitap arasından bu başlığı çekip aldım aklıma. Hemen edindim kitabı. Kitap kapaklarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha kavradım. Gerçi kapak mı demek doğru bilemedim, yazarın fotoğrafıydı dikkattimi çeken. Deli, keskin bakışlı, karşısındakini suçlayan ifadesiyle tedirginlik veriyordu Harms.
2-“Harms’ın Bavulu” adlı önsözü okudum. Yazarın SSCB’de doğduğu, dalgalı yaşamında farklı ürünler verdiği ve akıl hastanesinde öldüğü yazıyordu. Leningrad Kuşatması sırasında hastanede kalıyor ve orada, anlaşılan ağır koşullar altında ölüyor. Bir de uydurma haberler yapılmış yazar hakkında, bir dönem Nazi işbirlikçisi olduğu yönünde. Türlü kehanetleri varmış Harms’ın, yıllar sonra karısının eline geçen notlarda, başından çıkarmadığı silindir şapkasının “kafasında uçuşan düşüncelerin uçup gitmemesini sağladığı” yazıyormuş. Bu cümle yeterli aslında karşılaşmanın gerekçesini anlamak için.
3-Yorgun bir gece aldım elime kitabı, seçki olunca “bırakırım nasılsa” diye avuttum kendimi. Uyku galip gelinceye dek okudum inatla. Bölük pörçük, iletisi belirsiz, “saçma” metinlerin nasıl bir zihinden çıktığını kavramaya çalıştım. Belli ki yaşam canını sıkıyor yazarın, tanı konuyor ve tedavi oluyor sonra! Bilerek, isteyerek yaşamın kıyısında duran yazardan söz ediyoruz. O haklı soru düştü aklıma, hangi hekim yazarlık hastalığının tedavisini bilir? Şiileri var, oyunları –oynanması olanaksız-, öyküleri… -ya da hiçbiri yok- Beni o doğruluyor; “Dün akşam masada oturup bir sürü sigara içtim. Önümde bir şeyler yazmak için duran bir kâğıt vardı. Ama ne yazmam gerektiğini bilmiyordum. Daha bunun bir şiir mi, bir öykü mü, yoksa bir yorum mu dahi olacağını bilmiyordum. Hiçbir şey yazmayıp yattım. Ama uzun süre uyku tutmadı. Ne yazmam gerektiğini bilmek istedim. Edebiyat sanatının tüm türlerini aklımdan geçirdim, ama kafamdakini bir türlü bulamadım. Bu belki bir kelimeydi, belki de benim enikonu bir kitap yazmamı gerektirecek bir şeydi. Tanrı’dan ne yazmam gerektiğini bulmamı sağlayacak bir mucize diledim. Canım sigara çekmeye başladı. Hepi topu dört sigaram kaldı. İkisini, yok, üçünü sabaha bırakmak iyi olurdu.
4-Bu satırlar neyin nesi? Adı “Sabah” olan bir öykü mü, günce mi, uçuşan düşüncelerin rastlantıyla bir araya geldiği sıradan satırlar mı yoksa… Devam edelim; “Zaten odamdaki hiçbir şeyin değişmesine de gerek yoktu. İçimde bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Saate baktım. Üçü yedi geçiyor. Demek ki, en geç on bir buçuğa kadar uyuyabilirim. Hemen yatmak lazım! Lambayı söndürüp yattım. Hayır, sol tarafıma yatmalıyım. Sol tarafıma yattım ve uyumaya çalıştım. Pencereye bakıyorum ve çöpçünün sokağı süpürdüğünü görüyorum. Çöpçünün yanında durup ona bir şeyler yazmadan önce yazman gereken kelimeli bilmelisin diyorum”
5-Kelimeler dar geliyor, türler ve belki ne anlatacağını bilmek zorunda olmak da yük oluyor Harms’a. Herhangi bir metni kurmaya başlarken ilk maddenin “içtenlik” olması gerektiğini anlıyor insan, ikinci madde “yalınlık” olsa gerek. (Yer değiştirebilirler, hiyerarşi söz konusu değil.) Yazarı ikna etmeyen, o yalancı cümleler gelip üşüşür masa başına, tam bir felakettir bu. Darmadağın zihin, aklımda -ya da cebimde- Beckett “tutarlılık” ve “anlam” aradığımı fark ettim. Üstelik bu dayatmaya başkaldırma arzum her dakika artarken. Şöyle bir adamdan söz ediyoruz, diyor ki: “Adamın biri inançlı biri olarak yatağa yatmış, inançsız olarak uyanmış. Şans eseri bu adamın odasında her sabah ve akşam kullanmayı âdet edindiği tıbbi tartılardan varmış. Yatmadan önce bu adam tartılmış ve 72 kilo 400 gram çıkmış. Ertesi sabah ise artık inançsız biri olarak tartılmış ve 69 kilo 200 grama düştüğünü görmüş. “Demek ki” demiş adam, “inancım aşağı yukarı 3 kilo 200 gram geliyor.”
6-Delilik sınırında dolaşan çok yazar biliyoruz; kaldı ki bu bir tercih olabilir, “dil” yetersiz kalır, “anlam” silinir gider. İfade özgürlüğü tartışmaları düşüyor aklıma. Birinin bu türden gereksinimi olması için, ilkin ifade etmeye değer düşünceleri, kaygıları, sorunları, rahatsızlıkları ve evet hastalıkları, takıntıları olmalıdır. Yoksa, tüm bunların ayırdında olmayan, gülünesi halini kavramaktan uzak biri için özgürlük olsa olsa yüktür! Harms şöyle diyor mesela; “Çiçek nedir yahu? Kadınların bacak aralarında çok daha güzelleri açıyor. O da, bu doğadan işte, bu yüzden kimse sözlerimden utanmayı aklından bile geçirmesin.” Bu satırların edepsizce olduğunu kim iddia edebilir? Doğa üstüne yalın ifade, bana kalırsa şiire dahil!
7-Aklın Gözü, şahane bir sosyal medya hesabı, şöyle bir alıntı paylaşmış Thomas Szasz’tan; “Eğer siz Tanrı’yla konuşuyorsanız dua ediyorsunuz demektir ama Tanrı sizle konuşuyorsa şizofrensiniz.” Harms’ın yazdıklarını okurken her iki durumu da görür insan. Hadi bahsi kapamadan şunu da ekleyelim; zaman zaman Tanrılaşır, kendine dua etmeye de başlar yazar. Gerçi bu salt Harms için mi geçerlidir, yazarlar hallerini bilir de, kolay kolay kimseyle paylaşmazlar..
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık
- 6 asker şehit olmuştu