Sıvas'tan Öte Politika ve Askere Sataşmanın Geçmişi
Kendi askerine böylesine düşman medya acaba dünyanın neresinde var? Genelkurmay Başkanı’nın 17 Aralık 2009 günü Trabzon’da yaptığı konuşmada uyarmaya çalışması bazılarının avuçlarını kaşındırıyor ve yazmaktan vazgeçemiyor, yazıyor ve de Taraf’ın dediğini çok beğenmiş ve Paşa, sen bize kafes’i anlat demiyor mu? Anlaşılan bazılarına kırk yıl yetmiyor!.
Sayın Başbakan, muhalefete sesleniyor: Sıvas’tan öte neden gidemiyorsunuz? Siyasal hayatımızı merak edip incelediğimizde görülen o ki:
1950 yılına kadar Doğu ve Güneydoğu illerimizde, CHP’nin tartışılmaz egemenliği, günümüze gelinceye kadar azalarak, son genel seçimlerde (2007) nerdeyse, tamamen tükeniyor.
Başbakan’ın biraz alaycı, biraz küçültücü üslupla muhalefete yönelttiği bu soruyla ne CHP ve ne de MHP ilgileniyor; adeta duymazdan geliyorlar…
Oysa sormak gerekmez mi?
1950’ye kadar yapılan seçimlerde bölge oylarının tek hâkimi CHP neden yok oluyor!.
Bölgede seçimleri, önce liberal sağcı, sonra da liberal-dinci politikalar kazanıyor.
Ve 2007 seçimleri gösteriyor ki, muhalefet bölgede gerçekten yok.
Neden?
Yöre halkının, etnik kökeninden siyasal çıkar sağlama hareketleri iki noktada odaklanıyor.
Ayrılıkçı Kürt politikaları
Osmanlı’dan beri dış çıkar çevrelerinin kışkırtması sonucu yaşanan Kürt isyanları ve bugün terör örgütü PKK’nin sahiplendiği ayrılıkçı Kürt oyları.
2007 seçimlerine bağımsız aday olarak girdikten sonra partileşen DTP yöneticileri, İmralı’dan yönetildiklerini açıklamadılar mı?
Bu hareketin yaratacağı hukuksal sorunu hukukçulara bırakarak, birlikte yaşamamızın iki taraf için de daha akıllıca olduğuna inananların oluşturduğu oylar...
Ayrılıkçılığı kabullenmeyen oylar
Demokrasi tarihimiz içerisinde bu oyları kazanma yarışının açtığı derin yarayı görmeden geçemeyiz.
1 Kasım 1945’te Cumhurbaşkanı İnönü, çok partili rejime geçileceğini açıklamış ve CHP’den ayrılan bir grup milletvekili Demokrat Parti’yi kurmuştu.(7 Ocak 1946)
1946 yılındaki seçimlerde DP, Doğu ve Güneydoğu’da tam bir başarısızlığa uğramıştı.
Halktan gördüğü büyük ilgi karşısında, uğranılan bu yenilgi, DP’yi sert politikalara yöneltti.
Kürt oyları için devlet hayatımızda bir büyük yarayı, hiç çekinmeden, ateşlediler.
İddia büyük: Halk Partisi Kürtleri öldürtmüştü!.
Orgeneral Mustafa Muğlalı mahkemeye veriliyor.
Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın, 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesi İran sınırında 33 Kürt’ün jandarma tarafından öldürülmesinin sorumlusu olduğu iddia edilerek, tam yedi yıl sonra, DP tarafından, yeniden yargılanması sağlanıp, yirmi yıla mahkûm edilmişti...
Siyasi tartışmaların, devletin temelini tehdit eder hale gelmesi üzerine, Muğlalı Paşa olayın tüm sorunluluğu nu tek başına üstlenmişti…
Mustafa Muğlalı (1882-1951) tüm askerlik hayatı boyunca, ulusu için hiçbir hizmetten kaçmamış, İstanbul’un işgal yıllarında “Yavuz Grubu” olarak adlandırılan gizli örgütü yöneterek Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı girişimine silah ve asker geçişlerini sağladıktan sonra, kendisi de Anadolu’ya geçerek savaşta çeşitli görevler almış, 1930 yılında Menemen’de ayaklanan gericiler tarafından öldürülen Kubilay olayı sanıklarının idam kararı veren mahkemenin başkanlığını yapmıştır.
Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerine yürekten bağlı olan Muğlalı, bu yanı ile, Atatürk karşıtlarının ve özellikle gerici çevrelerin düşmanca davranışlarının hedefi olmuştur.
Ve siyasi iktidar 1950’de, bir taşla iki kuş vurma hesabıyla Kürt oylarını kandırarak kazanmış, Menemen olaylarının intikamı alındı diyerek, gericilere ödün vermeye başlamıştı. 1946 seçimlerinde aday bile gösteremeyen Demokrat Parti, 1950 seçimlerinde, Doğu ve Güneydoğu’da da seçimin galibi olmuştu.
1950’lerde Mustafa Muğlalı olayından yararlanılma kurnazlığıyla başlatılan çekişmeler ister istemez, demokrasimizde onulmaz bir büyük yara açmış, aşiretler ve tarikat bağlarını siyasal çıkar uğruna kullanma hırsı, ordu ile siyaseti de karşı karşıya getirmişti.
O kadar ki, seçimlerde aldığı güçlü sonuçların yıkılmaz olduğunu sanan aşırılar, zamanın başbakanını, belki de istemeyerek, telafisi imkânsız demeçlere sürüklemiş ve Menderes pek coşkulu bir anında, “ben bu orduyu yedek subaylarla idare ederim” diyebilmişti. Yanlışlığı tüm kamuoyu tarafından kabul edilmiş olsa da, Menderes, bu kontrolsüz davranışının bedelini trajik bir şekilde ödemişti.
Oysa tüm ordu karşısındaki tavrı bile ölümü hak ettiremezdi…
Günümüzde asker siyaset ilişkilerine kısaca göz atarsak:
Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt oylarını kazanma hamlesinin arkasındaki iç ve dış desteklerin faaliyetlerini dikkatlice izlemek gerekir.
Sayın Başbakan’a yandaş medya,
Ülkenin bölünmezliğini sananlar ya da bunu önemsemeyenler,
Tüm Atatürk karşıtları,
Liberalizmi anlayamamış liberaller,
Kendini aydın sananlar,
Ferah fahur yaşamayı hayat tarzı olarak seçenler, kisveleri makamları ne olursa olsun, ister sanatçı, ister yazar, ister profesör, ister doçent olup ortalığa dökülenler…
Başta Fethullahçılar olmak üzere, çeşitli ehli tarikat ve ehli din.
Başta Kürt açılımını desteklemediler mi? Başbakan değiştirince, demokratik açılım demeye başlamadılar mı?
Hani dürüstlük, hani içtenlik bunlarda?..
Dışardan, büyük akıl hocalarından gelen açık politika planı, şu değil miydi?
1- Demokratik açılımın Kürt ayağıyla devam edin.
2- Demokratik açılımın Alevi ayağını en kısa zamanda sonuçlandırın.
3- Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için işleyebilir bir formül sunun.
4- Yeni bir anayasa hazırlamaya başlayın.
İki ve üç sakız gibi çiğnenip duracak.
Dördüncü maddenin adını bile ağza alamıyorlar!.
Konumuz Kürt ayağı, dış destekçilerin, ülke bütünlüğü kaygısı olur mu?
Onların beklediği özgür Büyük Kürdistan değil mi?
Kürdistanlı haritalar dışarıda basılmıyor mu?
AKP ve Sayın Başbakan’ın izlemek istediği ve bir türlü içeriğini açıklamaya cesaret edemediği politikayı kim nasıl savunacak?
İçeriği belirsiz bir politika, Büyük Millet Meclisi’ne getirilip savunulabilir mi?
Millet Meclisi’ne getirilemeyen politikanın, sindire sindire kamuoyuna kabul ettirilmesi görevini kim savunacak?
Mütareke basınından hiç farkı olmayan destekçi takımı, var gücüyle çalışıyor.
Ülke bütünlüğünü savunmak parlamentoda CHP ve MHP’ye kalırken, Başbakan tek başına çıkıp onları sindirebilmeyi başaracağını hesaplıyor.
Tarihsel olaylarda yaşandığı gibi nedensellik bağlantısı kaçınılmaz olarak devreye giriyor ve
Ordu, muhalefet partileri yanında, ülke bütünlüğünü koruma görevini hatırlatıyor.
Böylece içerisine girdiğimiz durum, neredeyse 1950’lerin bire bir kopyasına dönüşüyor.
Her ne kadar Başbakan, TSK ile doğrudan tartışmalardan özenle uzak dursa, Genelkurmay Başkanı ile görüşmelerinde hiç açık vermese de…
Genelkurmay Başkanı’nın, Kürt meselesine yaklaşım konusunda, sergilediği gerçekçi ve iyi niyetli görüşlerini dikkate almadan, sanki yapılmamış gibi davranan AKP’li milletvekili, parti yöneticisi, hatta bakan düzeyinde bazı iktidar mensupları, yandaş ve yalaka basın desteğini de arkalarına alarak TSK ile kora kor tartışmaya girmekte hiç beis görmüyorlar.
Yine Genelkurmay’ın ısrarla sürdürülen asimetrik savaş iddiaları karşısında hükümet hiçbir harekete geçmediği gibi duymazdan geliyor. Ve…
Üstelik şimdi, Silahlı Kuvvetler’le hesaplaşma konusunda, tüm iktidarın kullandığı yeni bir mekanizma var.
Balbay’ın güzel yakıştırması ile her yere konan Ergenekon davası!..
Taraf olduğunu ilan edenler, açık, açık yandaşlık yapanlar ve lüks hayat sürmeye alışmış yalakalıkla geçinen yazarlar...
O kadar ki, aklı başında olanlar isyan ediyor…
Kendi askerine böylesine düşman medya acaba dünyanın neresinde var?
Genelkurmay Başkanı’nın 17 Aralık 2009 günü Trabzon’da yaptığı konuşmada uyarmaya çalışması bazılarının avuçlarını kaşındırıyor ve yazmaktan vazgeçemiyor, yazıyor ve de Taraf’ın dediğini çok beğenmiş ve Paşa, sen bize kafes’i anlat demiyor mu?
Anlaşılan bazılarına kırk yıl yetmiyor!.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke