Söze Su Verenler...
Çeliğe su verilir de söze verilmez mi? Neden olmasın? Bu, sözü sulandırmak anlamına gelmiyor. O ayrı. Suyunu alan çeliğin niteliği yükselir. Söze su verildiğinde ise, söz kıvamını alır, güzelliğin kapısını açar. İnce anlatımın örneği olur. Bir dilin derinliği, söze su verildiği oranda artar, sulandırılırsa sığlığa dönüşür.
Her sözcüğün doğal bir ısısı vardır. O ısıyı arttırmak da azaltmak da elimizde.
Emekli ilköğretim müfettişi Cavit Alpaslan anlatmıştı. Denetimini yaptığı ilçede seksenlik bir amca, ilçeye atanan her memura bir ad takarmış. Yeni gelen kaymakam da dedenin bu özelliğini öğrenmiş. Sokakta ilk karşılaştığında kaymakam dedeye takılır: “Siz, ilçenize gelene bir ad takıyormuşsunuz. Bakalım bana ne ad vereceksiniz?” Dede, kaymakam beye bakar bakar, derin derin düşünür. Ardından yanıtlar: “Kaymakam Bey, sana ne diyeyim? Orman tosunu gibisin!”
Kimileri de söze su katar. Söze su vermenin tam karşıtı, çiğlik, ilkellikle eş. 1950’de yönetim değişmişti.
O yıllarda sokağa tüküren birisini uyarmışlar: “Beyefendi, yaptığın yasaktır” diyecek olmuşlar. Adamdan özür dileme beklenirken üste çıkmış: “Artık yasak yok! Memlekette demokrasi var!” karşılığını vermiş. O günden sonra, düzeysiz siyasilerden benzeri örneklere bol bol tanık oluyoruz. Anılan yıllarda yöneticilerden, “İsmet Paşa asker kaçağıdır!” sözünü sık sık duyduk. Geçen yıl bir vali bey, çağdaşlığın ‘saçmalık’ olduğunu söyledi de nereye geldiğimizi gözümüze soktu! Her gün sayısız benzerleri...
Söze su vermede Karadenizlilerin hakkını yemeyelim. Fadime’ye, “Senin Temel kadınlarla dolaşıyormuş. Haberin var mı” diye sorarlar. Fadime hiç oralı değildir: “Eee, ne olmuş kadınlarla gezmişse? Benim Temel sadık köpek gibidir; dışarıda et kokusunu alınca dolaşır dolaşır da gelir yemeğini evde yer!”
Kadının adı imamla söylenmeye başlayınca, oğlu bundan son derece rahatsız olur. Babasına konuyu açar. Babası işi ağırdan alır; “Tanrı cezasını verir!” der. Bir, iki, üç... Hep aynı yanıt. Oğlunun burasına gelmiş. Bir sabah, ezan okuyacak imamın arkasından minareye çıkmış. İmam, ezana başlar başlamaz, oğul imamı minareden aşağı atmış. Kimselere görünmeden oğul evine dönmüş. Çevre ışıklanınca haber yayılmış, hocanın minareden düştüğü duyulmuş. Baba, sevinç içinde oğluna: “Ben sana dememiş miydim? Tanrı cezasını verir diye...”
Oğlu, ötede kendi kendine mırıldanmış: “İşi Tanrı’ya bıraksaydım...”
Parmak uçurumu gösterirken, budala parmağa bakarmış...
Aziz Nesin, bizim ‘fıkra’ dediğimize ‘güldüşün’ derdi. Onlar okunurken, dinlenirken sadece gülünürse, eksik kalır. Düşünmeyle, söze verilen su beynimize ulaşır...
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli'nin açıklamaları sahaya nasıl yansıdı?
- Cinsel içerikli videolar çeken karı-koca tutuklandı
- PKK Suriye’nin Silahlı Kuvvetleri Oluyor
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- CHP ne yapmalı?
- Özgür Özel, Erdoğan'a seslendi
- Ölü ve yaralılar var!
- Erdoğan'dan Özel'in 'savaş ilanı' sözlerine yanıt
- Anlattığı anlar ortaya çıktı!