Star olmak beni hiç kesmedi

Henüz çocuk yaşta rol aldığı Susuz Yaz'daki performansıyla akıllara kazınmıştı Hülya Koçyiğit. Sonra hep toplumsal gerçekliklerden bahseden filmlerin peşinden koştu. Yıldız olmak onu tatmin etmedi, iyi bir oyuncu olmaya gayret etti. Bugün aklı hâlâ sinemada. Çağı ve bugünü anlatacak bir proje bulduğu anda kendini yeniden beyazperdeye atacak. Kim bilir, belki de bu kez yönetmen olarak!

Star olmak beni hiç kesmedi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.03.2010 - 11:07

Sadece rol aldığı iki yüze yakın yapım, aldığı ödüller ve onun deyimiyle “star” olmak yetmemiş Hülya Koçyiğit’e. Hep daha iyi bir oyuncu olmaya çalışırken diğer yandan ‘insan’ olduğunu unutmadan bakmış hayata. Tam da bu yüzden pek çok sosyal sorumluluk projesinin içinde buluyor kendini. Koçyiğit sanatçıların topluma karşı sorumlulukları olduğuna inanıyor. En son TOÇEV’in “İyi Beslenmek, İyi Gelecek” isimli projesinde Çağan Irmak’la beraber gönüllü olarak çalıştı. Depremin ardından da Elazığ’a koştu. Sinema ise hiç aklından çıkmıyor. Okuduğu her kitap onu “Acaba bu bir film olur mu?”, “Bu karakteri ben oynayabilir miyim?” diye düşündürtüyor. Onca filmin ardından yine bir söz söylemek ve insanları etkilemek istiyor. Yönetmenlikte de gözü var aslında. Derdi çağı, günü, bugünkü insani olayları yarına aktarmak. Zaten sinema da bu ya.

- TOÇEV’in “İyi Beslenmek, İyi Gelecek” isimli projesine nasıl dahil oldunuz?

- Kendimi bildim bileli, sadece sanatçı ya da kadın olduğum için değil, insan olarak duyarlı yönüm var. Bir başka insana el uzatmak, hatır sormak ve mümkünse en az benim kadar şanslı olmadığını bildiğim insanlara destek olabilmek isterim. Bu benim yaşam felsefem. Bu anlamda birçok defalar kendimi kampanyalarda önlerde buldum. Özellikle de eğitim, çocuk ve kadınlarla ilgili konularda... Bu sefer iyi beslenmekten bahsediyorum. Başarılı ya da okumaya istekli ancak imkânları beslenmeye yeterli olmayan, maalesef duyduğum zamandan beri inanmıyorum ama gerçek, 5 milyon çocuk var. 5 milyon çocuk dengesiz besleniyor! En azından bu konuda bir farkındalık yaratabilmek için yola çıktık. Çağan da bu konuda, benim gibi gönüllü bir şekilde “Ben de katkıda bulunayım” diyerek çalıştı. Kampanya Sinop’tan başladı ve aşağıya doğru tüm Türkiye’ye iniyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tespit ettiği çocuklara ve ailelerine her ay beslenme paketi gidiyor. Bunun içinde dengeli beslenmeyi sağlayacak gıdalar var. Evlerine kadar gidip beslenmenin niçin bu kadar önemli olduğunu anlatıyoruz. O evlerin coşkusunu, minnetini, o evlerden yükselen teşekkür seslerini anlatamam.

- Depremden sonra da Elazığ’a gittiniz...

- Evet. Demin evlerdeki mutluluk çığlıkları dedim ya, orada da evlerden acı çığlıklar yükseliyordu. İnsanlar ağıtlar yakıyordu, yürekleri yanıyordu. Biz oraya Beşiktaşlı kadınlar olarak gittik. Eşim Fenerbahçeli olduğu için herkes beni Fenerbahçeli zannedebilir ama aslında ben Beşiktaşlıyım ve ilk kez Beşiktaş için çalıştım. Daha önce çalışamadım çünkü Selim Bey pek oralı olmuyordu. Bu sefer anlayış gösterdi. Bir okul yaptırmak üzere gittik oraya. 12 derslikli, 300 talebenin okuyabileceği Beşiktaş İlköğretim Okulu’nu ekimde teslim edeceğiz umarım.

- “Sadece sanatçı ya da kadın olduğum için değil, insan olarak duyarlı yönüm var” dediniz.

- Evet, insan olmaya çalışıyorum aslında. Çünkü her şey olabilirsiniz ama esas olan insan olmak. Sanatçılar toplumda halk için önemli bir yer tutuyorsa, onları örnek alıyor ve onlar gibi olmayı düşünüyorlarsa, o zaman doğru örnekler olmalıyız. Bu anlamda sanatçının bir sorumluluğu da olmalı. “Ben sadece perdede ya da ekranda varım. Onun dışında benim ne yaşadığım kimseyi ilgilendirmez” diye bir şey diyemem. Bu bana göre değil, çünkü sanatçı bir bütündür. Bu ülkede insanın takdirini almış, güvenini kazanmış, izlenmiş bir insansam, o zaman benim görevlerim var.

- Biraz da Türk sinemasından bahsedelim çünkü Türk sinemasıyla özdeş isimlerdensiniz. O yılların sinemasıyla bugünün sineması arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

- O yıllardaki Türk sineması çok üreten, çok izlenen, halk için bire bir hayatın olmazsa olmazı değerinde bir olguydu. Sonra toplumsal olaylar, siyasi gidişat, anarşi, seks filmleri furyası gibi nedenlerle bir dönem seyircisini kaybetti. Ama üretenler film yapmadan yaşayamadılar ve bir çıkış yolu bulabilmek için çeşitli arayışlara girdiler. O zaman daha az bir kitlenin izlediği, daha elit ve seçkin grupların ilgi gösterdiği bir sinema haline dönüştü. Bir yandan birçok kişi sinema bölümü mezunu oldu ve yeni bir sinema seyircisi ve sinema üretmek isteyen gençler ortaya çıktı. İmece usulü emeklerini ve paralarını birleştirerek bir şeyler yaratmaya çalıştılar ve çok saygın çabalardı bunlar. Festivalllerde gösterilme imkânı buldu bu filmler ve dolayısıyla halkın haberi oldu. Türk sineması tekrar gündeme geldi ve halkla buluştu. Bugün Türk sineması tekrar üretken ve ben de bugünden memnunum.

- Bugünkü yönetmenleri nasıl görüyorsunuz?

- Nuri Bilge Ceylan’ın geçen sene Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünü alması çok değerli ve anlamlıydı. Bu yıl da Semih Kaplanoğlu’nun... Onlarınki gibi eserler şekil ve anlatım dili olarak farklıdır. O tarz bir arayış içinde farklı bir şeyler yakalamaya çalışan filmler yapılmazsa sinema tek boyutlu kalır. Sadece size hoş vakit geçirtir. Oysa sirke gitseniz de hoş vakit geçirirsiniz. Bu anlamda sinemanın eğitici, entelektüel ve felsefik yönü mutlaka olmalı. Zaten tam da ona sinema diyoruz ya.

- Sizin çok küçük yaşlarda rol aldığınız “Susuz Yaz” filmi de Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü almıştı.

- Ben zaten sanatı meslek olarak seçmiş, oyuncu olmak isteyen ve bu konuda eğitim almakta olan biriydim. Ailem de destekliyordu beni ve bu anlamda önüm açıktı. Çok büyük bir şansla 15 buçuk yaşımda Susuz Yaz’a dahil oldum. Açıkcası Susuz Yaz’ın ardından, toplumsal gerçekçilik diyebileceğimiz türdeki hikâyeleri bulmam kolay olmadı. Hep peşinden koştum, yakaladığım anda zaten içinde oldum. Sinema zaten yönetmen işi. Türk sinemasını kuran Lütfü Akad, Metin Erksan, Memduh Ün, Atıf Yılmaz gibi önemli yönetmenler var. Onların en iyi hikâyelerinde, en iddialı filmlerinde oldum. Sadece şans değildi bu, çünkü ben bunu talep ettim, arzuladım. Bir anda “star” olunca bunu pekiştiren popüler filmler yapınca sıkıldım. Daha gerçek insanları, gerçek hikâyeleri anlatmak istedim. Galiba ben iyi bir oyuncu olmaya çalıştım. “Star” olmak beni kesmedi, tatmin etmedi. Biraz zorlamak ve hak etmek istedim galiba. Çünkü iyi bir oyuncu olmak ancak uğraş ve emek vererek, sabrederek oluyor. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler