Şu Vesayet Rejimi Dedikleri...
Yıllar önce iki yabancı bilim adamı ‘vesayet’ kavramıyla modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını ve kuruluş felsefesini açıklarken bir babanın çocuğunun elinden tutup ona rehberlik etmesine benzeterek bu kavrama olumlu bir anlam yüklemişlerdi. Bu görüşlere katılabilirsiniz, katılmayabilirsiniz. Ama aradan kırk-elli yıl geçtikten sonra kimi yerli ‘aydın’larımız aynı kavramı tersyüz edip bugün cumhuriyetin temellerini aşındıranlara payanda olduklarının farkında değiller mi?
Bir öbek ‘aydın’ımız ıspazmoz nöbetine tutulmuşçasına ortalığı velveleye veriyor:
“Vesayet rejimine son! Vesayet rejiminden bir an önce kurtulmalıyız!”
Vesayet rejimine son derken amaçları nedir? Silahlı kuvvetlerin demokratik denetim altına alınmasıysa, kim buna itiraz edebilir?
Ama ya orduyu iktidardaki partinin tahakkümü altına alacak bir girişime payanda oluyorlarsa? Üstelik bu parti cumhuriyetin kuruluş felsefesini özümseme konusunda geçmişi oldukça gölgeli, geleceği derin kaygılar uyandıran bir siyasal kuruluş ise...
Köklü bir yargı reformunu kim istemez? Peki ya çoğunluk partisi kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel direği olan bağımsız yargı organlarını kıskacı altına almayı hedefliyorsa, şöyle bir durup iki kere düşünmeleri gerekmez mi?
Ne yazık ki ‘aydın’larımızın bugünlerde sesi çok çıkan bir bölümü, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulusal kurtuluş devrimiyle kurulduğunun pek farkında değiller... Böyle olduğu için de gericiliğin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini hedef aldığını göremeyecek kadar aymazlar.
Cumhuriyetimizin başka ülkelere örnek olan değerlerini bakarkör bir nihilistlikle hiçe sayacak kadar kendilerinden geçmişler...
“Vesayet rejimine son!” teraneleri ardında, eldeki kırılgan demokrasinin temelinin gitgide aşındırıldığını göremiyorlar mı?
Dinci bir despotluk rejimi peşinde koşanlara gerekçe hazırladıklarını anlayamıyorlar mı? Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan da olacaklarının farkında değiller mi?
Çorak topraktaki nazik bitki
Oysa vesayet (tutelage) deyimini Türkiye bağlamında ve olumlu anlamda ilk ortaya atan Fransız siyaset bilimcisi Maurice Duverger’dir. Duverger, Fransızcası 1951 yılında yayımlanan kitabında şöyle yazıyordu: “ ... Türkiye örneği, engin bir uzgörü, derin bir sezgiyle uygulanan bir tek parti yönetiminin, ileride gerçek bir demokrasinin kurulmasını olanaklı kılacak tek unsur olan yeni bir yönetici sınıfın ve bağımsız bir siyasal elitin yavaş yavaş ortaya çıkmasına yol açabileceğini göstermektedir.”
Duverger böyle yazdıktan sonra haklı olarak şu soruyu soruyordu: “Acaba Türkiye örneğini genelleştirerek, tek partinin, nazik demokrasi bitkisinin henüz bunu almaya hazır olmayan çorak bir toprakta büyümesini sağlayacak geçici bir vâsi işlevi görebileceğini kabul edebilir miyiz?” (Maurice Duverger, Political Parties, New York, Wiley, 1954, İngilizce baskı, sayfa 280)
Bugünkü yerli ‘aydın’larımız devrimci Cumhuriyet Türkiyesi’ni vesayet rejimi diye aşağılarken, Duverger ‘Acaba bu cumhuriyet başka ülkelere örnek olabilir miydi’ diye soruyordu.
Bir başka siyaset bilimci ABD’li Profesör Walter F. Weiker, Duverger’in ‘geçici bir vâsi ya da veli’ kavramından hareketle daha sonra ‘siyasal vesayet’ terimini kullanmıştır.
Ancak hem Duverger hem de Weiker, bizimkilerin tersine, vesayet kavramına Türk modernleşmesinin temeli olarak olumlu anlamda yaklaşmışlardır.
Siyasal vesayetin dört aşaması
Prof. Weiker Türkiye’nin siyasal gelişimini dört ana aşamada inceler:
Birinci aşama, 1800’lü yıllardan başlayan ve yaklaşık yüz yıl süren ‘devrimci cumhuriyet öncesi modernleşme’ aşamasıdır.
Daha sonra cumhuriyetle meyvesini verecek olan birçok yeni düşünce ve siyasal hareket bu dönemde filizlenmiştir. Siyasal partiler kurulmuş, çağdaş eğitim gelişmiş, yetenekli bir yönetici elit bu dönemde yetişmiştir. (Walter F. Weiker, Political Tutelage and Democracy in Turkey: The Free Party and its Aftermath, Leiden, E.J. Brill, 1973, sayfa 262)
İkinci aşama, 1923 ile 1930 arası ‘katı tek parti yönetimi’dir. Bu dönemde bir dizi reform ödün vermeden hızla uygulanmıştır. Hilafet gibi laikliğe aykırı yapılar ortadan kaldırılmış, şeriye mahkemeleri, tekke, zaviye ve türbeler kapatılmış, Medeni Kanun kabul edilmiştir. Genç cumhuriyete yönelik dış kışkırtmalara, eşkıyalığa, keyfi yerel despotluklara karşı merkezi hükümetin otoritesi ülkenin her yanına ulaştırılmaya çalışılmıştır.
Üçüncü aşama, 1931 ile 1946 arası ‘esnek tek parti yönetimi’dir. Ülke yöneticileri bu dönemde ana ağırlığı modernleşme, eğitim seferberliği ve demok-ratikleşmeye vermişler, 21 Köy Enstitüsü, 478 Halkevi, 4322 Halkodası açılmıştır. Buralarda halkın siyasal ve kültürel eğitimi için demokratik katılımın yolları döşenmiştir. Nazilerin zulmünden kaçan 190 dolayında Alman bilim adamına üniversitelerimiz kucak açmıştır.
Batılı devletlerin kabul etmekten ısrarla kaçındığı Sovyet devriminin liderlerinden Leon Troçki 1929 ile 1933 yılları arasında güvenliğine büyük özen gösterilerek Büyükada’da dört yıl konuk edilmiştir.
Bütün bu git-gelli, inişli-çıkışlı aşamaların dördüncüsü, 1946’dan sonraki ‘çok partili dönem’dir.
Özetlersek, yıllar önce iki yabancı bilim adamı ‘vesayet’ kavramıyla modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını ve kuruluş felsefesini açıklarken bir babanın çocuğunun elinden tutup ona rehberlik etmesine benzeterek bu kavrama olumlu bir anlam yüklemişlerdi.
Bu görüşlere katılabilirsiniz, katılmayabilirsiniz. Ama aradan kırk-elli yıl geçtikten sonra kimi yerli ‘aydın’larımız aynı kavramı tersyüz edip bugün cumhuriyetin temellerini aşındıranlara payanda olduklarının farkında değiller mi?
Biraz düşündürücü, epeyce de acı olan bizce budur.
Cavlı Çulfaz Siyasal Bilimci - Londra
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke