Tarihi Çevre Koruma Kurulu, Bilim ve Bürokrasi

1951’de Gayrimenkul (taşınmaz) Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu bir yasa ile kuruldu. Kurulun üyeleri tarihçi, arkeolog, mimar, genelde Türkiye’nin en ünlü ve saygın üniversite hocalarından ve Topkapı Müzesi müdüründen oluşuyordu.

Yayınlanma: 08.02.2013 - 08:26
Abone Ol google-news

Yüksek Kurul başkanını seçiyor, üyeler bir bilim akademisi gibi ölene kadar hizmet ediyor, ölünce kurul üyeleri yeni bir üye seçiyordu. Gerçi o kurulun üyeleri koruma uzmanı değillerdi fakat aydın, dil bilen, dünya görmüş saygın bilim adamlarıydı.

1983’e kadar 32 yıl bu tek Yüksek Kurul hem karar verdi, hem öğrendi. O sırada Türkiye’de çevre koruma ve restorasyon öğretimi yoktu. Restorasyon dersleri ilk kez Teknik Üniversite’de 1951’de İtalyan Profesör Paolo Verzone tarafından verilmeye başlanmıştı. Üniversitelerde restorasyon bölümleri arttıkça aralarına daha çok uzman katıldı. Kurul restorasyon projesi hazırlama, kentsel koruma kriterlerini geliştirdi. Kent koruma planlarının yapılması yolunu açtı. Tarihi çevreye zarar verecek spekülatif hareketleri engelledi. Bürokrasi kurula karışamadı. Koruma çabalarının zayıf tarafı belediyelerin bu konuda bilgisiz ve duyarsızlığı, toprak ve yapı spekülasyonunun kentleşme ile orantılı olarak artması, kente göç eden fakir halkın toprak açlığı idi. Kentleşme toprak yağması ile eşdeşleşti. Politika da bunun aracı oldu.

1983’ten sonra kurullar çoğalınca, restorasyon, kent koruma gibi disiplinlerle ilgisi olmayan arkeologlar, sanat tarihçileri, bürokratlar, avukatlar kurullara tayinle üye oldular. Bilim adamlarının seçtiği üyeler yerine, belediye başkanları ve bakanlık yetkililerinin seçtikleri üyeler geldi. Böylece Kurulların bilimsel niteliği giderek zayıfladı, bazen de yok oldu. Bilim politikaya feda edildi. İçerde azınlıkta kalan bilimsel güvenilirliği tartışılamayacak değerli üyeler kurumsal ve bilimsel çöküntüyü önleyemediler.

GÜVENİLİR KARAR TESADÜFE KALDI

Sevgili Okuyucular ve Sayın Sorumlular,

Bugünkü kurullardan güvenilir kararlar çıkması sadece bir tesadüftür. Restorasyon bilimsel ve teknik nitelikle fiziksel bir müdahaledir. Mimaride malzeme ve yapı teknikleri, kent korumada planlama teknikleri ve kentsel tasarım, mimari bezemede malzeme ve malzeme kimyası, bunlara ilişkin gelişmiş teknolojik yöntemleri içerir. Restorasyon ve kentsel koruma bu teknik bilgilerin yanı sıra uzun bir deneyim gerektirir. Bunlar özel bir öğretim ve uygulama üzerinde temellenirler. Sanat tarihçisi, arkeolog özel olarak eğitilmemişlerse bunları bilemez. Mimar, iç mimar, planlama diplomaları alanlar da bilemezler. Deneyimsiz restoratörler de zorluk çekerler.

Hiçbir diploma koruma için icazet vermez. Tıp fakültesi mezununa ciğer kanseri ameliyatı yaptırmakla; arkeolog, sanat tarihçisi ya da herhangi bir mimara restorasyon ya da kent koruma kararı aldırmak aynı şeydir. Öğretim geçirerek araştırarak, yayın yaparak ve uygulamaya yıllarca katılarak uzmanlaşmadan, sadece diplomaya bağlı onaylarla restorasyon, kent koruma gibi konularda uzman olunamaz. Her sanat tarihçisi, arkeolog, belediye mimarı, avukat, bir 14 yüzyıl camisinin restorasyonunu, bir kent koruma planını irdeleyemez ve onaylayamaz. Gerçi her zaman bilinçli ve bilgili bir tarihçi, sanat tarihçisi, arkeolog, sıradan mimar ya da plancı sağduyulu davranabilirler. Fakat sağduyu ve olumlu düşünme bilgi ve deneyimin yerine geçemez.

Bu konuyu gerçekten bilen herkes koruma kurullarının işlevini de bilir. Bu kurulların tek görevi tarihi çevreyi korumaktır. Tarihi çevre, insan yapısı çevredir. Yani yapı (İnşaat) ve kenttir. Kurullar korumak için karar alırlar. Bir şeyin korunmaması kurulun görevi değildir. Yok olmuş, tarihi değeri olmayan, belgesel olarak (Reconstitution) da kuşkulu bir yapının yeniden yapılması da kurulun sorumluluğu içinde değildir. Bunları onaylayan kurullar görevlerini anlamamış kurullardır.

DİPLOMALI RESTORATÖRLER ARTTI, AMA...

Bugün restorasyon bölümleri ve diplomalı restoratörlerin sayısı arttı. Fakat mimarlık tarihi, kent tarihi öğretimi eskisinin yarısından daha az. Mevcut yasal ve politik ekonomik durum da, yetişenlerin sağlıklı bir deneyim yaspmalarına olanak vermiyor. Kaldı ki koruma en üst derecede bir kültürel duyarlılık gerektirir. Bu tarih bilgisi dışında gerçek bir tarih sevgisi, bir bakıma romantik bir tutku gerektirir. Kuru bir bilgi konusu değildir.

Kent nüfuslarının çılgınca büyümesi, arsa ve inşaat spekülasyonun toplum ekonomisinin en ağırlıklı bölümü haline gelmesi, yetişmiş restorasyon şirketlerinin yokluğu, halkta ve politikacılarda kentsel koruma konusunda herhangi bir bilgi ve kültürel motivasyon olmaması, her an değişen kurallar, kentlerimizin tarihi dokularını yok eden ve tarihi yapı restorasyonunu da adi tamir düzeyine düşüren uygulamalara yol açmıştır. Kurulların gündemine Doğal sit ve Turistik sit gibi konular da girince koruma sorunu kesin bir kargaşaya dönüştü.

Turizm endüstrisi yani otelcilik, marinacılık gibi etkinlikler sonucunda koruma bir para kazanma aracı olarak görülmeye başlandı. Böylece doğal sit olan bir kayalık ve kumsal tatil sitelerine, otel ve marinalara tahsis edilirken, bir portakal ve zeytin çiftliği doğal sit ilan edildi ya da koruma kararı sorumlusu olan kurullar, korunmama kararı (Ankara Atatürk Orman ve Çiftliği gibi) almağa karar verdiler. (Ankara’da Ortadoğu ve Atatürk ormanları, İstanbul’da Yıldız ve Emirgan koruları gibi hem hem peyzaj, hem tarihi anlam açısından koruma alanlarıdır.)

Spekülasyonla ehliyetsizlik bir araya gelince ne doğal sit ne kentsel sit kaldı. Restorasyonlar en ucuz fiyat veren ehliyetsiz müteahhitlere veriliyor. Bu ortamda restorasyon teknolojisini doğru dürüst bilen ve uygulayan uzman yetişmiyor.

Gelişmiş ülkelerde bütün kuralları çoktan saptanmış olan koruma alanı Türkiye’de geri kalmışlık simgesidir. Bu tablonun eğitimde, kentleşmede, trafikte, yapılaşmada, sağlıkta paralelleri var.

Kuşkusuz bir etkinlik alanında her şey kötü olmaz. Arada bir, güzel bir uygulama, hoşa giden bir yapı, bilinçli bir idareci, bilgili bir uzman, bir arkeolog çıkıyor. Özellikle arkeolojinin özel bir durumu var: Dünyanın gözü üzerimizde olduğu için, fedakâr ve bilinçli arkeologlar kent spekülasyonundan uzak olan sitlerin bir ölçüde kurtulmasına göz kulak olabiliyor. Fakat turizm ve kentsel dönüşüm gibi afetler ve ehliyetsiz restorasyonlar arkeolojik sitlerin geleceğini de, kentler ver doğa gibi tehdit ediyorlar.

Oysa Türkiye gibi dünya tarihinin odağı ve İstanbul gibi bir hazinesi olan bir ülke turizm adı altında geçmişini daha iyi koruyabilir. Ekonomisine birkaç kat daha fazla para kazandırabilir. Çabuk para kazanma hırsı, bu en hassas kültür alanını cahil yağmacıların eline düşürüyor ve ülkeye milyarlar kaybettiriyor. Bir az daha uzun bir vadede hem daha korumacı hem daha sağlıklı bir kültürel turizm programı yapılabilir. Bu Türkiyenin kültürel prestijini arttıran bir davranış olur.

Sayın Sorumlular,

Tarih bir kez üretir. Tarihi yapıtlar da tektir. Koruma da bir kez yapılabilir. Bu, paraya feda edilmeyecek bir değerdir. Tarihi kimliğini yok etmeden, ülkenin itibarını arttıracak koruma ve kullanma yöntemleri var. Bunu cahiller, tayinle gelen kurullar yapamaz.

Tarihi yapıtı seçen, koruyan, tamir eden, kontrol edenler tarihe en saygılı, en bilgili, en deneyimli uzmanlar olmak zorundadır. Ya onları bulacağız, ya her şey yok olacak.

Hem de büyük bir hızla.




 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler