Tepeden dereye inip tekrar tepeye çıkarılan tarlalar
Yaşar Kemal'in 18 Şubat 1960 tarihinde Cumhuriyet'te çıkan 'Neden Geliyorlar' röportajını yeniden yayımlıyoruz
İstanbul koyakları, tepeleri, sırtları gecekonduyla dolmuş. Yurdundan kopup gelenlerle dolmuş. Birer gözcük sandıklardan, tenekelerden, topraktan, kerpiçten, kırık tuğladan yapılmış evler. Bir adamın yarı beline gelen evler. Çarpık, yamrılmış, penceresiz bir tuhaf evler. Çamurlu, tozlu, yokuş yukarı, lâğım kokan, lâğımı akmış sokaklar.. Ve pisliğin içinde yarı bellerine kadar debelenen yüzlerce çocuk. Çocuklar, çocuklar, çocuklar... Kirli, paslı, kirden renklerini yitirmiş çocuklar.
Gecekondular da bölge bölge kurulmuş. Karadenizliler çoğunluk buradaysa, Kastamonulular, Bayburtlular, Erzurumlular şurada.
Örneğin Esentepede çoğunluk Karadenizliler oturuyor. Gültepenin bir kısmında Erzurumluları, bir kısmında Kastamonuluları buldum. Esentepede bu kadar Karadenizli arasında bir de Vanlı gördüm. Daha yeni gelmiş. Bir de bakkal dükkânı açmış.
Gecekondu mahallelerinde küçücük gecekondu kahveleri. Peykeler. Kirli kağıtlarla oyun oynıyan gecekonducular.
Esenttepedeki kahvede kahveci Ömer konuşuyor. Oflu Ömer. Buraya gelinciye kadar çok çekmiş Ömer. Bileğine kuvvetli Ömer. İlkin Tophanedekilerin, o korkunç serserilerin arasına düşmüş. Ekmeğini oradan, yani taştan da beter bir yerden çıkarmış.
Zor iştir Karadeniz toprağı
Macerası beter. Köyleri Ofun o kıraç, kayalıklı dağlarında.
-“Bizim köylerdeki halimiz beterin beteri,” diyor. Sana bir macera söyleyim ki, dillere destan olsun, yaz da.. Bu bizim işlerimiz görülmüş değildir. Zor iştir. Karadeniz toprağı. Bir yıl, bizim bir dönümlük tarlanın bütün toprağını bir kış yağmur aldı, aşağıya bir dereye indirdi. Kupkuru kaya kaldı bayırın yüzünde. Tohum ekecek, ilaç için arasan, tek bir toprak parçası kalmadı. Çok yıl böyle eder sel bize. Kayalar mosmor. Yıkanmış gibi kayalar. Işıl ışıl. Bal dök yala, bizim bir dönüm tarlanın yerine. Bizimkiler bana dediler ki, vazgeç, dediler. Vazgeç Ömer. Bu bir dönümlük tarlanın toprağını sen bir yılda yukarı, tarlanın yerine çıkaramazsın. Çıkaramaz mıyım, görürsünüz. Aldım çuvalı, aldım sepeti sırtıma. Bayır dik. Bayır bıçak sırtı gibi. Başladım sepeti ağzına kadar dereden toprakla doldurmağa. Doldurup taşımağa. Sabahtan öğleye kadar ancak iki yük götürebiliyorum tarlaya... Taşıya taşıya sırtım yaraya kesti. Cılk yara oldu. Tam dört ayda bir dönümlük tarlanın toprağını taşıdım, serdim kayaların üstüne. Sonra da gübreyi taşıdım, iyice karıştırdım. Bir mısır ektim ki... Dört ay da mısır tarlasının başını bekledim. Sonra mahsulü kaldırdım. Elime ne geçti bilir misiniz? İki teneke mısır. Öteki yıl, gene yağmur geldi, tarlamı aldı dereye indirdi. Gene kayalar çırılçıplak, ışıl ışıl kaldı. Bal dök yala. Ben de başımı aldım, ver elini İstanbul, dedim ama, İstanbul’da iş yok, güç yok. Tophane serserilerinin arasına düştük mü? Bileğimiz de kuvvetli... Fakat pis iş orası. Bize göre değil... Uzun zaman orada burada çalıştıktan sonra buraya geldim, bu kahveyi tuttum. Geçen yıl da karımı getirdim. Şimdi rahatım. Havası, suyu iyi ya bizim memleketin, neylersin ki, geçim yok. Yaşamak cehennem. Dönüp bakmak istemiyorum. Görmek istemiyorum. Ama bizim memleketin havası, suyu, adamı gibi yok.”
Küçücük kahve ağzına kadar dolu. Ömeri herkes bir kulak olmuş dinliyor. Hepsi de Ömerin anlattıklarını onaylıyor. Fırsatını bulan da kendi toprak macerasını anlatıyor.
Ötede bir yaşlı adam var. Memet Ağa. Elli yaşlarında olduğunu söyledi. Burada, gecekondularda kardeşleri varmış. Burada oğlu varmış. İşte bu Memet Ağa, hiç ağzını açmıyor, hiç bir söze varmıyordu. Millet elinden geldiğince derdini anlatıyor o susuyor, dinliyordu. Birden ne oldu, ne olmadı, patlayıverdi. Sırtını döndü:
-“İşte bu sırtta deri kalmamış sıyrılmıştır. Otuz yıldır sırtımda sellerin götürdüğü toprakları, taşıdım. Bir teneke mısır için.”
Buna talih mi denir ola? Şu talihe bakın. Şimdi hepsinin de birer gözcük gecekonduları bayırın üstünde... Duvar gibi bir bayıra aşağı sıralanmış evleri. Karadeniz yağmurları gibi bir yağmur yağsa hepsini alıp götürecek. Ama, küçücük bir işi olan buradan, şehirden memnun. İşi olmayanların hali tabii köydekinden de daha beter. Duman. |
‘Yirmi evin tarlasını bütün köy, bir buçuk yılda taşıdık’
Zayıf, incecik, avurdu avurduna geçmiş bir adamdı Mehmet Ağa. Gene sustu. Bütün bedeni bir öfke, bir hınç kesildi. Başka birisi aldı:
-“Üç yıl önceydi,” dedi. “Böyük bir sel geldi. Bizim köyden yirmi evin tarlasını aldı dereye doldurdu. Tekmil toprağını sildi süpürdü dereye doldurdu. Böyle zamanlarda köylü imece yapar. İmece demek, toprağı gidenlerin hepsinin bir araya gelip, bir arada, çalışması demektir. Meselâ tarlalar sıraya konur. Birinci gün Ahmedin tarlasına toprak taşınacak, denir. Bütün köylü, çoluk çocuk, kadın erkek başlarlar. Ahmedin tarlasına.. Onu bitirince Memedin tarlasına geçerler. Onu bitirince de ötekine. Benim tarlam on ikinci idi o yıl. Biz o zaman, yirmi evin tarlasını bütün köy, bir buçuk yılda taşıdık, bitirdik.”
Yıl, 1953 yılyıdı. Ben Sürmenedeydim. Bu toprak taşıyarak tarla yapma olayını duymuş, inanmamıştım. Bunu söyliyen Trabzonlu arkadaş kızmış, beni aldığı gibi bir Sürmene köyüne götürmüştü. Kayalıktı. Bayır duvar gibi aşağılara iniyordu. Ve safi kayalıktı. Kayalığın günden yanına dönünce yirmi otuz kadar kadının sırtlarında küfeleri, bir kayalığın, düzcene bir kayalığın üstüne toprak serdiğini görmüştüm.
-“Bu ne olacak?”
-“Tarla.”
Sonra bu tarlaya mahsul ekecekler. Oradan kaldırdıkları mahsulü de yeyip iflâh olacaklar. Güle damdan gel!
O gün bugündür bu olay gözümün önünden gitmedi.
Sırtlarında küfeleri, ter içinde, yalınayak, boyunları uzamış babam uzamış, uzamış, gerilmiş. Gözleri dışarı uğramış, pörtlemiş. Kadınlar...
Buna talih mi denir ola?
-“Olmaz olsun böyle dirlik..”
Başka biri. Bu çok genç. Çocuk denecek kadar genç.
-“Ya bizim başımıza geleni anlatsam. Bir anlatsam... Çok beter bizimkisi... Bunlardan beter. Bizim köyün tüm köyünün tarlasını geçen kış sel aldı da gitti. Bir tek zerre toprak bırakmamacasına toprağın hepsini topladı topladı da aldı gitti. Biz gene her zamanki gibi, imeceye toplandık. Sel toprağı almış da çok uzaklara götürmüş. Sürüklemiş ki, tâ denize götüre mübarek. Öyle uzak. Başladık bir uçtan toprağı bayıra tışamağa. Anan yahşi, baban yahşi bir buçuk, iki ayda bütün köy ancak bir evin tarlasını yapabildik. Bir buçuk iki ayda bir evin tarlası yapılırsa var altmış ev köyde. Yıllarca sürecek bu iş. Köylü bunun üstüne büyük bir müsavereye topladı. Uzun uzun konuştular, tartıştılar. Dediler ki, haydi on yıl çalıştık, bu toprakları gene yerlerine götürdük, ikinci, bundan beter bir selin gelmiyeceği ne belli. Karar verdik ki, aç da kalsak, sefil de kalsak, gurbetten başka çaresi yok. Geldik İstanbula ki, işler duman. Bir köy nereye sığar ki... Ev yok, bark yok.. Boşalmış köyün kimsesiz insanı..”
Buna talih mi denir ola? Şu talihe bakın. Şimdi hepsinin de birer gözcük gecekonduları bayırın üstünde... Duvar gibi bir bayıra aşağı sıralanmış evleri. Karadeniz yağmurları gibi bir yağmur yağsa hepsini alıp götürecek.
Ama, küçücük bir işi olan buradan, şehirden memnun. İşi olmayanların hali tabii köydekinden de daha beter. Duman.
-“Köyde kalsaydık ne geçerdi elimize? Bir ömür boyu toprağı, yağmur alsın götürsün, sen sırtında taşı. Sırtının yarası bir ömür boyu iyi olmasın. Burası.. Bu şehir hiç olmazsa bir umut kapısı... Belki çocuklar büyür. Belki iş güç sahibi olurlar.”
Ve çocuklar, çocuklar, çocuklar.. Sokaklar, caddeler, gecekondular dolusu çocuklar...
YARIN: TRAKTÖR YÜZÜNDEN...
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke