‘Tesadüf değildir’
TMMOB ve odalarımıza yönelik saldırılar başarısızlığa uğramaya mahkûm!
GAZİ İPEK
ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU BAŞKANI
Ülkemizin uzun bir dönemden beri içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, 2020 yılı başından beri yaşadığımız Covid-19 salgınıyla birleşerek bir sağlık krizi ve dahası derin ve öngörülemez bir ekonomik ve siyasal kriz haline gelmiştir.
Dünyada tüm ülkelerin ve devletlerin önünü göremediği ve çaresiz kaldığı, yüzyılda bir yaşanan böylesine bir kriz ortamında; sosyal devlet anlayışına sahip birçok ülke yönetimi, halkını koruma altına alarak “yaşam hakkı”nı her şeyin merkezine koyarak “Sen sağlığını düşün, gerisi benim işim” diyerek güven vermiş ve gerekli ekonomik ve toplumsal destekleri sağlamıştır. Bizde ise siyasi iktidar, toplumun beklentisinden uzak tamamen sermayeden yana ekonomik paketler açıklamış, bununla da kalmamış, Kanal İstanbul Projesi ihalesi gerçekleştirilmiş, sit alanları ve tarımsal alanlarda yapılaşmaya geçit veren düzenlemeler yapmıştır.
‘AHLAKİ BULMUYORUZ’
En son da, Diyanet ile Ankara Barosu arasındaki tartışmayı bahane ederek meslek örgütlerinin ve baroların kuruluş yasasını değiştirmek istemektedir. Yıllardan beri, ikide bir gündeme getirilmesine ve denemeler yapılmasına alıştık. İnsanların evlerine kapatıldığı, birliğe ve dayanışmaya ihtiyaç duyulan böylesine olağanüstü bir dönemde, bu girişimi her şeyden önce ahlaki bulmuyoruz.
Sermayenin ve egemenlerin isteği doğrultusunda, bu ülkenin geleceğini temsil eden yüz binlerce üyeye sahip, 66 yıllık bir kurumsal yapının kuruluş yasalarının oldubittiye getirilerek değiştirilmek istenmesi, kurumlardan görüş almak yerine yandaş mühendis, mimar ve şehir plancılarından görüş alarak, önce etkisizleştirme ve giderek tasfiye etme çabalarının bedelini ağır biçimde ödeyeceklerdir. Bu toplum ve ülke, bu tür ihanet girişimlerini karşılıksız bırakmayacaktır.
ODALARI ELE GEÇİRME PLANI
Siyasal iktidar bugüne dek genel kurullarda demokratik yollarla ele geçiremediği, azınlıkta kaldığı meslek odalarını, yasal düzenlemelerle parçalamayı, dağıtmayı ve sonuçta ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla hazırlanan yasa değişikliğinin haziran ayında Meclis gündemine gelmesi beklenmektedir.
Ülkeler ve toplumların üzerinde birleştiği nokta, “Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğidir.”
Emperyalizm tüm dünyayı, doğayı, çevreyi ve insanlığın geleceğini yok etme noktasına taşımıştır. Ekonomik sömürü; talan, rant ve bunun siyasal ve askeri mekanizmalarının da desteğiyle dünyayı yaşanamaz hale getirmiştir. Kapitalizmin tek ve mutlak yönetim anlayışı olduğuna insanlığı ikna etmek istemektedirler. Bu konuda ilk kırılma, 2008’deki küresel ekonomik krizle yaşanmıştır. Bugün yaşadığımız kriz ise sınır ötesi olup herkesin kaderini ortaklaştırmıştır. Küresel ortak bir sorunla karşı karşıyayız.
ADIM ADIM...
Ülkemiz açısından da kısa bir tarihsel araştırma yaptığımızda bugün, güçsüz ve güçsüzleştikçe saldırganlaşan siyasal yapının davranışlarının nedenlerini anlayabiliriz.
Emperyalizm çağında kapitalizmin tekelci karakteri, 20. yüzyılın başından itibaren ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası, siyasal, ekonomik, askeri olarak tüm dünyayı sarmalamış ve denetim altına almaya başlamıştır. Ülkemiz de bu gelişmelerden nasibini almıştır. BM, NATO, Dünya Bankası, IMF üyelikleri ile entegre olmuştur.
Özellikle küreselleşmenin başlamasıyla birlikte, insanlığın gelecek umutlarının yeşerdiği sosyalist uygulamaların da başarısızlıkla sonuçlanması, emperyalist kapitalistlerin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırdıkları inancını doğurmuştur.
BAĞIMLI TOPLUM
Ülkemizde de 12 Eylül faşist askeri darbesi, kapitalist dünya ile bütünleşmesi için yapılmıştır. Türkiye, “Dışa Açık Ekonomik Büyüme Modeli” ile dışa bağımlı bir tüketim toplumuna dönüştürülmek istenmiştir. Özelleştirme girişimleri ve sonraki gelişmelerde adım adım amaçlarını gerçekleştirdiklerini görüyoruz.
1990’lı yıllarda Türkiye-AB görüşmeleri, 1994 ekonomik krizinin baskısı altında, Türkiye’nin Gümrük Birliği Antlaşması ile tek taraflı bir bağımlılıkla sonuçlanmıştır. Amaç da budur. Ülkemizin askeri, ekonomik ve siyasal bağımlılığı, kültür emperyalizmi ile de birleşmiştir. GATS ve MAI antlaşmaları da bu sürecin başka bir ayağını oluşturmuştur.
2001 ekonomik krizini de ustaca kullanan uluslararası sermaye ve Türkiye sermayesi, 1980’lerden beri uygulana gelen özelleştirme çabalarını, serbestleşme politikalarıyla ustaca birleştirmiş, anayasa ve yasalar değiştirilerek ülkemizdeki her türlü ulusal ve toplumsal kurumun tasfiyesi ile sonlandırılmıştır. Bu tasfiye görevi için, 100 yıldır cumhuriyet ve laiklikle hesaplaşmak isteyen siyasal İslam kadrolarının seçilmesi tesadüf değil.
NEOLİBERAL SALDIRILAR
İlginçtir ki, Cumhuriyeti kuran kadroların, çağdaş medeniyet olarak Batı medeniyetini hedef göstermesi ve birçok temel kanunları Batı’dan almasına rağmen, Batı yönetimleri, ülkemizdeki Kemalist ve ulusalcı kadrolar yerine, sağcı - muhafazakâr kadroları tercih etmişler ve onlarla iş tutmuşlardır.
Tüm kurumları dizayn etmek isteyen egemenler ve tekelciler, hizmet alanında var olan kurumları da hedef tahtasına koymuşlardır. 1950’li yıllarda ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişmelerine paralel olarak kurulan ve kalkınmanın ana dinamiklerinden birisi olan bu kurumlar, 2000’li yıllarda, bugün bu sermayenin önündeki engel olarak görülmektedir.
Günümüzde yeni liberal düzen, plansız, piyasa ekonomisine endeksli ve sermayenin önündeki bütün engelleri temizlemek istemektedir. Her alanda plansızlık hâkim kılınmak istenmekte, meslek örgütlerinin yürüttüğü kamusal hizmetlerin de serbestleştirilerek piyasaya sunulması ve rant alanlarına dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Siyasal iktidarın işbaşında olduğu son 18 yılda neoliberal saldırılar tepe noktasına ulaşmıştır.
Bu nedenle, 20 yıldır TMMOB ile ilgili denenmeyen yöntem kalmamıştır. Anayasal olarak “Meslek Alanını Düzenleme ve Denetleme” görevini yerine getirirken mesleki görevlerini, ülke çıkarları ile birleştirerek yerine getirmektedir. Bunlarla uğraşmasını engellemek, asli görevlerini yapmak yerine ticari bir müesseseye dönüştürmek ve muhalif kimliklerinin tasfiyesi planlanmaktadır.
ACİLEN YENİDEN KAMULAŞTIRMA
Mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak, enerjiden sanayileşmeye, bilim ve teknolojiye, tarımdan kentleşmeye, madencilikten ulaşıma ve çevreye kadar uzanan geniş bir alanda üretim, planlama ve hizmetler alanında görev yapılmakta ve bu alanda izlenen politikalar ile ilgili görüşlerini söylemekte ve takipçisi olmaktadır.
TMMOB ve bağlı odalarıyla Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) bugüne dek, kamu varlıkları, doğal ve tarihi alanlar, tarım arazileri, ormanlar, su kaynakları, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin korunmasında mesleki açıdan gerekli değerlendirmeyi yaparak kamu yararına uyarıcı işlev görmüş, kamu zararını önleyici adımlar atmıştır.
REHİNLİ HİSSELER
Bu alanda en önemli örneklerden biri Türk Telekom özelleştirmesidir. 2005 yılında Türk Telekom’un yüzde 55 hissesini 21 yıl 2.5 aylığına 6.5 milyar dolara devralan OTAŞ, bu parayı yine Türk Telekom’un hisselerini rehin ederek aldığı krediyle ödemiştir. Ancak aradan geçen sürede şirket kredi borcunu kapatmadığı için rehinli hale gelen Türk Telekom hisseleri, 2018 yılında krediyi veren 3 banka tarafından kurulan ortak girişim şirketine devredilmiştir. Yaşanan süreç, EMO’nun gerek dava açarak hukuki platformlarda, gerekse basın açıklamaları ve raporlar hazırlayarak yürüttüğü mücadeleye rağmen yapılan özelleştirmenin yanlışlığını kanıtlamış ancak kaybeden ülkemiz olmuştur. Türk Telekom’un özelleştirilmesi, kamunun gelir kaybına, yurttaşların işsiz kalmasına, yönetim ve altyapı zafiyetine yol açmıştır.
Enerji alanında 20 yıldır uygulanan serbestleştirme politikaları nedeniyle her isteyene lisans verildiği, doğal ve kültürel ortamı yok sayan, can suyunu bile gözetmeyen, sonra da üretim yapamayan HES’lerin yapıldığı bir dönem yaşanmıştır.
ALIM GARANTİSİ...
Sermaye grupları için kamu gücü devreye sokulmuş, nükleer ve kömür santrallarına alım garantisi sağlanmıştır. Ancak şişirilmiş tüketim ve ihtiyaç tahminleri üzerinden siyasi tercihlerle gerçekleştirilen yatırımlar nedeniyle arz fazlası oluşmuş, bu kez de satış yapamayan santrallara kapasite mekanizmasıyla bir nevi alım garantisi sağlanmıştır.
Enerji temel bir insan hakkıdır, bu nedenle ucuz, kesintisiz ve kaliteli bir şekilde kamu tarafından sunulmalıdır. Bunu sağlamanın tek yolu da enerji alanının, kâr hırsı ile hareket eden şirketlerce değil, kamu yararını hedef alan politikalarla yönetilmesidir.
Ülkemizin daha büyük açmazlarla karşılaşmaması için özelleştirme uygulamalarına son verilerek acilen yeniden kamulaştırmalar yapılmalıdır.
Bir kez daha altını çiziyoruz: Ülkemizin Akkuyu’da yapımı süren nükleer santrala, Ilısu gibi Hasankeyf tarihini yok eden barajlara, Karadeniz’in doğal dengesini bozan HES’lere, Ege Bölgesi’nde incir, zeytin gibi tarımsal ürünleri tehdit eden plansız jeotermal santrallara ya da Alpu’da verimli araziler üzerinde kurulmak istenen kömür yakıtlı termik santrallara ihtiyacı yoktur...
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke