"TSK ve yargı hedef alınıyor"

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "Bu mücadelenin tarafları ne? Mücadelenin nedeni belli. Bazen TSK. TSK’nın tümünü hedef alana bir söyleme doğru taşınmak isteniyor mücadele. Hedef yargı. Yargıyı hedef alan kampanya götürülüyor" dedi.

Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.12.2009 - 10:24

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Hükümet'in, TSK'ye karşı yürütülen asimetrik psikolojik savaşın bir parçası olduğundan hiçbir kuşkusu olmadığını belirterek "Benim şahsen hiçbir tereddüdüm yoktur ki, böyle bir kampanya iktidarın himayesi olmadan hiçbir şekilde götürülemez. Bunu düşünmek safdilliğin ötesinde aptallıktır" dedi.

Baykal, "Çok açık, böyle bir şey olamaz. Hükümet'in bu asimetrik psikolojik savaşın bir parçası olduğundan benim şahsen hiçbir şekilde kuşkum yoktur. Kendi kendini aldatmadan ibarettir. Bunu böyle bir platformda dile getirenler bu tespiti yaptılar mı yapmadılar mı bilmiyorum. Belki nezaketlerinden, böyle bir tespit yapmanın çok ağır sonuçlar doğurabileceğini gördüklerinden, belki yüz yüze bakar diye bunu ifade etmemiş olabilirler. Ama benim şahsen hiçbir tereddüdüm yoktur ki, böyle bir kampanya iktidarın himayesi olmadan hiçbir şekilde götürülemez. Bunu düşünmek safdilliğin ötesinde aptallıktır. Çok açıktır, çok nettir." dedi.

"Olay Öcalan'ı meşru, muteber siyasi şahsiyet haline dönüştürme mücadelesidir"

Türkiye'de bir süredir sokaklarda asayiş kalmadığını belirten Baykal, "Ne ilginç çelişkidir ki; bu süreç Türkiye'de asayişi tesis etmekle görevli polisin akademisinde başladı. Polis Akademisi'nde bir süreç başladı, geldiğimiz noktada karakollar taşlanıyor, polis hedef oluyor, polise saldırılıyor" dedi. Sokaklarda yaşananların Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki şartlarından kaynaklandığının öne sürüldüğünü anımsatan Baykal şunları söyledi:
"Buna inanan var mı Allah aşkına? Olay İmralı'daki şartlar meselesi değil. İmralı'yı meşru, muteber bir siyasi şahsiyet haline dönüştürme mücadelesidir. Bunun bazen bahanesi şu olacaktır, bazen bu olacaktır. Hedef bellidir. Siz bunu içinize sindiriyorsanız, açılım dediğiniz İmralı'yı aklama, İmralı'yı meşrulaştırma, ona bir siyasi şahsiyet, siyasi kimlik kazandırma, bir mahkum olmaktan çıkarma, bir suçlu olmaktan, onbinlerce insanın kanı parmaklarında bir suçlu olmaktan çıkarıp bir siyasi şahsiyet haline dönüştürmek olunca, bunun yolunu siz açınca o yoldan yürüyorlar.

Siz de o yoldan yürüyenlere 'Çok hızlı gidiyorsunuz, bu yanlış oldu, öyle yapmayın' diye diye ama bir yandan 'Anayasa'yı değiştirelim, Anayasa'dan Türklüğü de çıkaralım, eğitim dilini değiştirelim' mesajlarını vere vere Türkiye'yi çıkmaza soruyorsunuz. Çok açık. Bunun altında Hükümet'in anlayışı, zihniyeti yatmaktadır. Türkiye'yi bu noktaya getiren odur. Haziran'dan bu yana Türkiye nereden nereye geldi. Kendiliğinden mi geldi? Politika bu. Bu politikadaki tutarsızlıklar, çelişkiler Türkiye'yi bu noktaya taşımıştır. Bir yandan bu yaşanıyor, bir yandan Silahlı Kuvvetler ile Hükümet, iktidar elindeki imkanları binbir yöntemle seferber ederek mücadelesini sürdürüyor, öbür yandan yargıyı sindirme mücadelesi götürülüyor. Ergenekon diye bir dava çıkarıldı, dünya bir yandan fantezi bu, suç örgütlerini kullanarak başka amaca yönelik bir çalışmanın davası haline geldi, bu siyasal bir davadır diyor, biz de bunu seyrediyoruz."

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 3 eski kuvvet komutanının darbe girişimleriyle ilgili ifade vermelerine ilişkin Türkiye'de herkesin yargıya hesap vermesi gerektiğini daha önce de belirttiğini ifade ederek "Böyle bir tablo karşısında bu sorgulamanın doğal olarak anlaşılması gerektiğine prensip olarak inanıyorum. Tabii bu, Türkiye'de yargının ne durumda olduğu konusundaki düşüncemizi, kaygılarımızı korumamıza hiçbir şekilde engel değil. Maalesef Türkiye'de yargı çok ciddi bir şekilde tahrip edilmiştir, ayrıştırılmıştır. Bugün hukukun güven verici bir şekilde işleyeceği konusunda kamuoyunda anlayış çok büyük ölçüde ortadan kalkmıştır ve bunun çok haklı nedenleri vardır" dedi.

Baykal, CHP Parti Meclisi toplantısı öncesi düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı. 3 eski kuvvet komutanının darbe girişimlerine ilişkin ifade vermesini değerlendiren Baykal, "Bu konuda Türkiye'de herkesin yargıya hesap vermesinin zorunlu olduğunu, bu konuda kimsenin yargı dışında özel bir himaye altında tutulamayacağını söylemiştik, aynı noktadayız. Söz konusu olan tartışmalarla ilgili olarak da çok ciddi iddialar ortaya atılmıştır. Söylentiler yaygınlaşmıştır, eski Genelkurmay Başkanı ifade vermiştir. Böyle bir tablo karşısında bu sorgulamanın doğal olarak anlaşılması gerektiğine prensip olarak inanıyorum. Tabii bu, Türkiye'de yargının ne durumda olduğu konusundaki düşüncemizi, kaygılarımızı korumamıza hiçbir şekilde engel değil. Maalesef Türkiye'de yargı çok ciddi bir şekilde tahrip edilmiştir, ayrıştırılmıştır. Bugün hukukun güven verici bir şekilde işleyeceği konusunda kamuoyunda anlayış çok büyük ölçüde ortadan kalkmıştır ve bunun çok haklı nedenleri vardır. Çok önemli iddialar ortaya atıldı ama bu iddialarla ilgili gerekenler maalesef yapılmadı, yapılamadı" diye konuştu.

Daha önce Albay Dursun Çiçek'in hazırladığı ve altında ıslak imzası olduğu öne sürülen belge ile Türkiye'de tartışmalar yaşandığını, ancak soruşturmada somut bir gelişme olmadığını ifade eden Baykal, şöyle konuştu:
"Türkiye'de öyle bir manzara var ki iddialar ortaya atılıyor, belgeler çıkarılıyor, o belgelerle ilgili yazılar yazılıyor. Belge tüketiliyor, belge sindiriliyor. Topluma belge ile belli kanaatler aktarılıyor, mahkeme kararıyla değil, yargı kararıyla değil, polemikle, karalamayla, suçlamayla toplumun vicdanı etki altına alınmak isteniyor. Bu, hukuki bir süreç değil, başka bir süreç. Totaliter toplumlarda geçmişte yaşanmış olan bir süreç bu. Toplumsal mahkum etme, karalama, susturma, itibarsızlaştırma mücadelesi götürülüyor. Bunun da araçları belge olarak çıkıyor, gizli tanık olarak çıkıyor, ifşaat yapan insanlar olarak çıkıyor ama hiçbirisinin sonu gelmiyor. Ortada bu kadar laf var, bir mahkeme kararı yok."

Türkiye'de bir süredir örtülü bir mücadele yürütüldüğünü, mücadelenin hedeflerinin Silahlı Kuvvetler ile yargı olduğunu ifade eden Baykal, "Bu mücadeleyi götüren öbür taraf ne? Kim götürüyor, ne adına götürüyor? Parti midir, devletin bir organı mıdır, yoksa devletin içinde yeni, gizli, derin bir devlet oluşumu mudur, bir karargah mıdır? Eğer böyle bir karargah varsa bu karargahı kimler besliyor, ne için besliyor? Hükümet'in konumu nedir, Başbakan'ın konumu nedir?" diye sordu.

"Hükümet terör karşısında zihin karışıklığı yaşıyor"

Terörün daha önce dağda olduğunu, şimdi ovaya indiğini söyleyen Baykal, toplumun çok ciddi bir şekilde bu terör konusu etrafında kamplaştırılmaya başlandığını ifade etti. Baykal, Türkiye'de terörle mücadelenin sürdüğü son 25 yıl boyunca böyle bir ayrışmayı yaşamadığını, halkın teröre tepki gösterdiğini ancak etnik bir çatışma olmadığını, ancak son günlerde ciddi şiddet olaylarının yaşanmaya başladığını dile getirerek şöyle konuştu:
"Böyle hukuk olur mu, böyle devlet olur mu, böyle iktidar olur mu, böyle düzen olur mu? Türkiye'de artık herkes devleti arar hale gelmeye başladı, hukuku arar hale gelmeye başladı. Çünkü devlet şiddet karşısında boyun eğmeyecek, şiddeti etkisiz kılacak bütün insanların adına can güvenliğini, mal güvenliğini, hukukun üstünlüğünü güvence altına alacak bir kurum. İşliyor mu, böyle bir kurumun var olduğunu giderek söylemek güçleşiyor. Lime lime ayrışıyor, parçalanıyor Türkiye.

Fevkalade tehlikeli bir tablo. Bunun altında terör karşısında takınılması gereken tavırla ilgili Hükümet'in zihni karışıklığı yatıyor. Dünyada teröre maruz kalan ülkelerin hiçbirisi terör devam ederken elinde silah bulunduranlarla müzakere ederek, işbirliği yaparak, bir yandan onun teröre devam etmesini mazur görerek, onunla geleceğe yönelik anlaşma arayışına girmiş değildir. Böyle bir yaklaşımla bu konularda herhangi bir ülkede herhangi bir somut sonuç alınmış değildir. Terör devam ederken siz onun elinde silah olmasını mazur görüp, bunu bir mesele yapmayıp onunla anlaşmaya çalışırsanız hiçbir zaman ona tam teslim olmadan anlaşamazsınız. Ona tam teslim olmak da sizin gücünüzde değil. Belki size bırakılsa teslim olacaksınız ama bu sizi aşan bir iş. Teslim olamazsınız, sizi teslim ettirmezler. Teslim olmayınca da o mücadele devam eder."

"Apo'ya meselesi Türkiye'de iradeye bağlı"

Adalet Bakanlığı'nın yalanladığı Abdullah Öcalan'a af getirileceği iddialarını nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine Baykal, daha önce çıkarılan Terörle Mücadele Yasası'nın 6. maddesinin çok açık bir biçimde Öcalan'ın tahliyesini öngören bir hukuk mekanizmasını yerleştirdiğini, tekrar bir hukuki ciddi tartışmanın söz konusu olduğunu söyledi. "Bu konudaki iddiaları şu andaki tabloyu esas alarak değerlendirmek ne ölçüde gerçekçidir, bilemiyorum" diyen Baykal, şunları söyledi:
"Olayın bir tarafında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve onun aldığı karar var. Ama bilin ki AİHM kararı Türkiye'nin tercihiyle gerçekleştirilen bir düzenlemenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olup olmadığıyla ilgili bir değerlendirmedir. Eğer Türkiye'nin iradesi farklı bir şekilde tecelli etmiş olursa AİHM'in 'Sakın ha, bırakamazsınız' diye müdahale edeceğini düşünmek gerçekçilikten tamamen uzaktır, AİHM'in böyle bir yetkisi de yoktur."

Bu konudaki bütün meselenin Türkiye'deki iradenin gelecekte nasıl ortaya çıkacağıyla ilgili olduğunu vurgulayan Baykal, "Şu andaki hukuki mevzuat değiştirilerek yeniden yargılanma talebini belli bir tarihten eski yargılamalarla ilgili olarak da genişleterek düzenlemeyi öngörmektedir. Yani geçmişte Öcalan'ın mahkumiyeti sırasında hükme bağlanmış olan davalar dahil olmak üzere çeşitli davalara ilişkin böyle bir talep yapmaya imkan vermektedir. Bu imkan önleyen bir madde de vardır. Esastan reddedilmişse bu söz konusu olmaz denilmektedir. Ama esastan reddetme nedir, her an bir esastan değerlendirme talebi yapılabilir mi? Yarın gerçekleştirilecek hukuki değişikliklerle ne olur? Bunlar hassas meseleler. Ortada da güven vermeyen bir iktidar var. Elbette Türkiye bu tablo içinde bu konuyu tartışıyor" diye konuştu.

Baykal, Avrupa İşkenceyi Önleme Komisyonu'nun İmralı'ya davet edilip burada incelemelerde bulunacak olmasının da olayı uluslararası çerçeveye taşıma ve bir suçludan bir siyasi şahsiyet üretme arayışının içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunarak "Zaten birileri oraya doğru işi götürmeye çalışıyor. Bizim hükümet de öyle anlaşılıyor ki bunu oraya doğru taşıma, bir uluslararası değerlendirmeyi talep etme noktasına gelmiştir" dedi.

"Hukuk ve siyaset kendi alanlarında işlemeli"

DTP hakkındaki kapatma davası konusundaki kararı mahkemenin vereceğini, bu konuda bir değerlendirme yapamayacağını söyleyen Baykal, şöyle konuştu:
"Türkiye'de önemli olan hukukun ve siyasetin kendi alanlarında işlemesidir. Hukuk kendi alanında işleyecektir, siyaset kendi alanında işleyecektir. Terör siyasetin bir parçası olamaz. Terörü himaye etmek, teröre sahip çıkmak siyasetin bir parçası olamaz. Eğer hukuk siyaset yapmaya başlar, şu mülahazayla, bu mülahazayla hukuk ötesi değerlendirmeler yaparsa hukuk çıkmaza girer. Hukuk çıkmaza girince siyaset de çığırından çıkar. Türkiye'de bir süredir zaten bu süreci yaşıyoruz. Hukukun ne olduğunu da tabii ilgili mahkeme takdir edecektir. Bizim herhangi bir şekilde ona yön vermemiz söz konusu değildir. Türkiye'de yaşanan gerginlikler hukukun gereğinin yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Hukukun gereğini yerine getirme konusunda bir siyasi iradenin, kararlılığın yeterince ortaya konulamamış olmasından dolayı Türkiye sıkıntılı bir döneme girmiştir. Buradan çıkışın yolu da hukuka saygı göstermektir, temel ilkeleri korumaktır. Temel ilkelerin başında da terörle siyasetin hiçbir şekilde karıştırılmasına göz yummamak, mazur görmemek, hiçbir şekilde teröre dayalı siyasetin kapısını açmamak ilkesi yatmaktadır."

Baykal, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün, DTP'nin kapatılması durumunda sine-i millete gidecekleri yönündeki açıklamalarını ise "Biz onlar ne yaparlar, ne karar alırlar onlarla meşgul değiliz. Biz Türkiye'de hukuk işlesin, yasalar işlesin, anayasa işlesin bunun peşindeyiz. Bunun dışında hiçbir arayışımız, düşüncemiz yoktur. Türkiye'de herkesin hukuka saygı göstermesini sağlamak hepimizin temel hedefidir" sözleriyle değerlendirdi.

"Kurumsal siyasal çekişmenin parçası haline getirilmemeli"

Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz ile MİT arasındaki karşılıklı açıklamalar ve suç duyurusunu da değerlendiren Baykal, "Türkiye'deki gelişmelerin bizi nereye getirdiği ortada. Bu da o çerçevede bir tablo. Türkiye'de bazı kurumların siyasetin dışında tutulması büyük önem taşıyor. Ama Türkiye'de bütün kurumların ve iktidarın herkesi kendi yerinde tutmaya, siyasetin dışında tutması gerekiyorsa siyasetin dışında tutmaya özen göstermesine de şiddetle ihtiyaç var. Hükümet bu açılım politikası dolayısıyla tehlikeli sulara açılacağını değerlendirerek ta işin başından beri kendisine yandaş üretmeye çalışmıştır. Bu yandaş üretme arayışını siyaset platformunda da sürdürmüştür, devlet kurumları içinde de bu açılımı kendi yetkilerinin ötesinde işlevler yükleyerek devlet kurumlarına da taşımayı bir politika olarak götürmüştür" dedi.

Baykal, "Öyle anlaşılıyor ki bu destek ihtiyacını sadece siyaset zemininde değil devletin kendi içinde de gerçekleştirmeye yönelmiştir. Bu açılım ne ilgisi varsa Polis Akademisi'nde başlamıştır. Polis Akademisi birden bu açılımın karargahı haline dönüştürülmüştür. Bu bir tesadüf müdür?" diye sorarak şöyle konuştu:
"Bu çerçevede Hükümet'in devlet kurumlarını sakınması lazımdır. Çok fazla bu süreçlerin içine bulaştırmaması lazımdır. Kurumların da kendilerini siyasal çekişmelerin, tartışmaların bir parçası haline dönüşmekten uzak tutmasına, daha saygın, daha vakur, daha özenen konumda durmaya değer vermelerine ihtiyaç vardır. Tabii bu telefon dinleme olayı maalesef Türkiye'de bütün bu düşünceleri temelinden sarsmıştır."
 

"Demokrasiyi ağızlarından düşürmeyenler işlerine gelmeyen düşüncelerden çok rahatsız olanlar"

Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Siyasetçiler az konuşunca ülke rahatlıyor" diyen Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan'a tepki göstermesini de şöyle değerlendirdi:
"Türkiye'de temel bir tutarsızlık yaşanıyor. Bol demokrasi söylemi ağızlarından düşmeyen insanlar işlerine gelmeyen düşüncelerin dile getirilmesinden en çok rahatsız olan insanlar olarak ortaya çıkıyor. Hukukun üstünlüğü, insan haklarına, demokrasiye saygı, seçmene saygı diyenler bir üniversitedeki rektör seçimi onları mutlu etmeyince en az oyu alan insanı rektör olarak atamakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Bir dekan seçiminde gülünç derecede oy almış insanı oradaki oy kullanmış insanların iradesini yok sayarak dekan olarak atayabiliyorlar. Ya da içinde bulunduğumuz koşullarda gazetecilerin olağanüstü bir teenni ile, özenle, dikkatle, kimseyi kızdırmamak için, kimsenin ayağına basmamaya özen göstererek, isim de söylemeye cesaret edemeden, doğrudan hedefi de belirtmeden 'Siyasetçiler biraz daha az konuşsalar Türkiye'de kafamızı daha rahat dinleriz. Bayramın birinci günü başladılar.' Halbuki ben ağzımı açmadım. Eğer siyasetçiler derken orada biz de varsak, biz çıktık bayram, birlik bütünlük, hoş duygular, kardeşlikten bahsettik. Başbakan verdi veriştirdi, bayram günü herkesin ağzının payını verdi. Buna cevap verecek, gazeteci diyor ki 'siyasetçiler.' Kimlerse onlar?"

"Hukuk battal olmuş"

Diyarbakır Belediye Başkan Osman Baydemir'in "Başbakan, Baykal ve Bahçeli 11 gün İmralı'da kalsınlar, bakalım dayanabilecekler mi?" sözlerine tepkisini sürdüren Baykal,
"Orada kalan kim? Niçin orada kalıyor? Neredeyse onun orada kalması kendi başına bir suçmuş gibi takdim ediliyor. Bu da belli bir ilgi ve itibar verilerek sahipleniliyor, konuşuluyor, değer veriliyor. Binlerce insan ağırlaştırılmış müebbet mahkumiyetiyle Türkiye'de cezaevinde. Bunlar niye orada duruyor? Onbinlerce insanın sorumluluğunu, kanını ellerinde taşıyan insanları meşru, muteber siyasi şahsiyetler diye kamuoyuna sunmaya cesaret ediyorlar. Bu mantığı kabul etmemizi istiyorlar Türkiye'de, bu amaçla belediye başkanları bir araya geliyor Türkiye'de, basın toplantısı yapıyor, savcılar bunları izliyor, seyrediyor. Sonra biz hukuk diye konuşuyoruz. Hukuk battal olmuş Türkiye'de" diye konuştu.

Baykal, Türkiye'de 75 yıl önce, 1934'te bugün kadınların seçme ve seçilme haklarının tanındığını anımsatarak "Bu çok önemli bir olay. 1934 yılı, faşizmin, Nazizmin dünyada etkinliğini sergilediği, totaliter rejimlerin, diktatörlüklerin egemen olduğu bir ortamda Türkiye demokrasiye doğru geçişin en önemli tercihini bir Ortadoğu'da yaşayan bu kültürü, tarihi paylaşan bir toplum olarak karara bağlanıyor. Gerçek devrimcilik, ilericilik, değşimcilik, demokratlık bu. Bunun altında cumhuriyet projesi yatıyor. Bununla ne kadar iftihar etsek azdır" dedi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler