Tuhaf Bir Kriz Öyküsü...
Güçlü para, yani değerli döviz kuru politikası ekonomik istikrara destek olduğu kadar aynı zamanda önemli bir sanayileşme politikasıdır. Çünkü bu sayede bir yandan ithalat kontrol altına alınırken ihracat sektörü rekabetçi olmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalır, güçlü para yatırım maliyetlerini aşağıya çeker. Ancak Türkiye’nin son yıllardaki deneyiminin bu doğrultuda olduğunu, güçlü TL’den rekabet gücünün yükseltilmesi doğrultusunda yararlanıldığını söylemek kolay değildir.
Komşuda var bizde neden olmasın? Adeta piyasalar yaz sıcağı altında gevşemesinler diye durup dururken bir fırtına çıkıverdi; yoksa yaratılıverdi demek daha mı doğru? Bu fırtınadan kimler telaşlanıp zarar gördü, kimler eski deneyimleriyle kazançlı çıktı soruları ayrı araştırma konusu.
Olanların arkasında ciddi tehlike beklentilerinin olması, cari işlemler açığının ulaştığı düzey, yöneticileri alabildiğine ihtiyatlı davranmaya sevkediyor. Ama sorun en büyük pazarımız olan AB’nin ekonomik krize girecek olması ihtimalinden, birinci planda Türkiye’de tasarrufların azlığından, büyümenin tüketim kaynaklı oluşundan ve bunun yüksek ithalat içeriğinden kaynaklanıyor. Yani Türkiye’nin riski AB’de olabilecek bir kriz değil, kendi cari işlemler açığı.
İkinci planda ise Türkiye’de imalat sanayisinin önemli derecede ithalata bağımlı oluşu, ihracat ürünlerinde yurtiçinde yaratılan katma değerin düşüklüğü, ihracatın rekabet gücü zaafı ve bunların arkasında yurtiçi piyasaların yeterli saydamlığa, etkinliğe sahip olmaması yer alıyor. Bu ikinci grup uzun vadeli sorunlara yol açıyor; çaresi ise doğru ekonomi/sanayileşme politikalarının belirlenmesi ve işletmelerin kendilerini, üretim modelini rekabetçi doğrultuda kurgulamaları, reorganize etmeleri.
Komşuda kriz olasılığı nereden çıktı?
McKinsey Global Institute, temmuz ayı içinde Avrupa’da büyümenin yeniden başlaması konulu bir rapor yayımladı. Bu rapora göre Avrupa 2012 yılında 2008-2009 krizi öncesi gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüklerini yakalayabilecek. Bunu sağlayan önemli etkenler AB’nin dünyadaki en büyük pazar olması ve her noktasında aynı kuralların geçerli olacağı “tek pazar”ın hedeflenmesi, Fortune 500 şirketler grubunda yer alan 124 şirketin AB’de bulunması, birçok AB ülkesinin işgücü ve mal piyasalarını başkalarına örnek olacak şekilde reforme etmiş olması.
AB’nin dünyada en dinamik şehirlere ve yüksek yaşam düzeyine sahip olması bir başka güç kaynağı. AB’nin küresel sanayi malları ihracatı içindeki payı 2008 yılında yüzde 21’e yükselirken ABD’nin payı yüzde 13’e indi. Dünyanın en önemli yükseköğretim kurumlarının yüzde 20’si AB’de yer alıyor. MGI’nın bu tespitleri, Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası’nın (ERT) 2000 yılından beri vurguladığı hedeflerle aynı.
Parlak geleceğin önündeki engeller!
AB’nin önündeki bu gelecek aynı zamanda çeşitli tehditlerle karşı karşıya. Bu tehditler arasında bazı AB ülkelerinde kamu borçlarının gayri safi yurtiçi hasılaya oranının yüksek oluşu ve şirket ve hane halkı borçluluğu önemli yer tutuyor. Kamu borçları Yunanistan’da gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 156’sına, İtalya’da yüzde 120’sine ulaştı. AB’nin yeni üyeleri bu bakımdan daha iyi durumda, Macaristan’da bu oran yüzde 82 mertebesinde.
Fransa, Yunanistan’ın iflas etmemesi için neden uğraştı?
AB coğrafyasının toplam kamu borcu 10.1 trilyon Avro, bunun yüzde 21’i Almanya’ya, yüzde 18’i İtalya’ya, yüzde 16’sı Fransa’ya ait. İngiltere’nin kamu borcu bunun yüzde 13’üne, İspanya’nınki ise yüzde 6’sına eşit. Özel sektör kuruluşlarının borçları kamu borcu kadar önemli, nitekim bu finansal açık, 2008 küresel krizinin derinleşmesinde önemli rol oynadı.
Borçlanan ülkelerin durumu kötüleştikçe bundan en çok rahatsız olanlar bu borcu finanse eden, “Hazine kâğıtlarını” satın alan bankalar. Nitekim örneğin Fransa Devlet Başkanı’nın Yunanistan’ın kurtarılması sürecinde ön plana çıkmasının ana nedeni, Yunan borçlarının Fransız bankaları için yarattığı riskti. Bu riskin büyüklüğü 60 milyar Avro kadar. Buna karşılık Fransa, Yunanistan’ın kurtarılması girişimine 11 milyar Avro katkı yaptı. Fransa’nın İtalya riski ise 400 milyar Avro mertebesinde.
Türkiye’nin kur sorunu
Kriz uyarısının etkisi kurlar üzerinde oldu. Bu öykünün başlangıcı 2006 yılında yeni başkanın atanması sürecinin gecikmesi üzerine piyasaların tedirginleşmesi ve yeni başkan görevine başlar başlamaz özellikle TL’ye gelebilecek bir baskıyı önlemek üzere faiz oranlarının ciddi ölçüde yükseltilmesi olarak tanımlanabilir. O tarihten sonra TL yüksek getirili bir para birimi olarak yatırımcıların önüne çıkarılmış, sıcak para politikası önlenemez şekilde yerleşmiştir.
TL’nin değer kazanmasının nedeni ihracat talebinden ileri gelmemektedir, Türkiye’nin imalat sanayisinin gücünü yansıtmamaktadır. Bunun nedeni Türkiye’nin yüksek getirili Hazine kâğıtları önermesidir. Türkiye kısa vadeli finansman çekmek için Brezilya gibi yükselen ekonomilerle rekabet etmektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekebilmek başta hukuk kalitesi olmak üzere kurumsal bazı özellikleri gerektirir, sıcak para ise hangi ülkenin daha yüksek faiz önerdiğini izler.
Denge döviz kuru nedir, TL bugün ekonominin dengeye gelmesini sağlayacak düzeyde midir? The Economist dergisi 30 Temmuz tarihli sayısında 25 yıl önce önerdiği “Big Mac Index”e yer veriyor.
“Big Mac Index” 1986 Eylül ayında satın alma gücü paritesine biraz da mizahi bir şekilde yaklaşmak üzere geliştirilmişti. Bu endekste değişik ülkelerde bir porsiyon Big Mac hamburgerin fiyatı hesaplanmakta ve bu rakam ülke parasının ABD Doları cinsinden değeri ile karşılaştırılmaktaydı. Son hesaplamalara göre TL’nin Big Mac endeksi itibarıyla değeri 1.60 TL iken cari döviz kuru 1.72TL, yani TL’nin değeri bu pariteye göre düşük. Çin Yuanı dolara göre yüzde 44 daha düşük değerli (Çin’de hamburger 360 Yuan, 645 Yuan bir dolar); Japonya’da rakamlar aynı düzeyde, 78.7 ve 78.4.
Güçlü para, yani değerli döviz kuru politikası ekonomik istikrara destek olduğu kadar aynı zamanda önemli bir sanayileşme politikasıdır. Çünkü bu sayede bir yandan ithalat kontrol altına alınırken ihracat sektörü rekabetçi olmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalır, güçlü para yatırım maliyetlerini aşağıya çeker.
Ancak Türkiye’nin son yıllardaki deneyiminin bu doğrultuda olduğunu, güçlü TL’den rekabet gücünün yükseltilmesi doğrultusunda yararlanıldığını söylemek kolay değildir. Bunun temel nedeni Türk imalat sanayisinin küreselleşmenin beraberinde getirdiği “imalatın ayrışması” sürecinde edilgen, pasif bir konumda kalması, ana mal üreticilerinin fasoncusu durumundan kendisini kurtaramamasıdır. Bu bir başka yazı konusudur.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!