Ucubenin Yıkımının İkinci Yıldönümünde Kültürümüz
Türkiye’nin mevcut gelişmişlik düzeyinde, kültürün kamu sorumluluğu dışına itilmesi kültür hakkının gaspından başka anlam taşımaz. Hükümet tüm icraatında bu hususu dikkate almalıdır, aksi halde kültürsüzleştirmeye itiraz ve itaatsizlik hakkımızın doğacağı tabiidir.
Bugün Başbakan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı estetik bulmadığı ve “gereken yapılsın” talimatını verdiği günün ikinci yıldönümü. 8 Ocak 2011, ülkedeki 43 güzel sanatlar fakültesinin ve sanatçıların oluşturduğu sanat kriterleri yerine, Başbakan’ın sanat ölçütlerinin ikame edildiği tarihtir. Ucube heykelle sarı öküz verilmiştir, sanatın mührü artık Başbakan’a geçmiştir. 8 Ocak 2011’den itibaren Türkiye’de sanatın varlığından bahsetmek abestir ve sanat adına yapılan her eylem, ortaya konan her yapıt, ağızdan çıkan her replik, Başbakan’ın bir sözüne kadar varlığı devam edebilecek, nereye gideceğini bilemeden gayesiz ortada dolaşan, titrek ve solgun ruhlardır artık. Bir fetvalık canları vardır sadece. “Yıkıla” emrinin ne zaman başlarına ineceğini bekleyen pusmuş, sinmiş, şaşkın ve korkak ruhlar korosundan ibarettir artık sanat ve sanatçı 8 Ocak 2011’den itibaren.
Oysa sanat ve kültür emredilen ya da yönlendirilen değildir, huzursuzdur ve muhaliftir. Sanatsal üretim, insan ifadesinin, meramının en gelişmiş, en yetkin, en üst düzey formudur. Diğer bir deyişle, Başbakan’ın ne alanıdır, ne haddidir. Türkiye Başbakanı “yıkıla” emriyle haddini aşmıştır ve bu haksız emre ses çıkarmayan güzel sanatlar okulları varlık nedenlerini yitirmiştir, yetkililer ise görevlerini kötüye kullanmıştır.
Evrensel tanımıyla sanat ve kültür hükümetin ajandasıyla uyuşmuyor, çünkü hükümet dindar, kindar ve itaatkâr nesil yetiştirmeyi amaçladığını belirtmektedir ve insani geliştirme aracı olarak dini kullanmayı tercih etmektedir. Doğal olarak da Türkiye bir kültür devleti değildir. AB-27, EFTA ve AB aday ülkelerle Türkiye’nin bir karşılaştırması, bu alandaki hali pürmelalimizi ortaya koymaya yetiyor.
Hane halkı harcamasında kültürün konumu: AB-27 ülkelerinde ev halkının toplam yıllık harcamasında kültürün payı ortalama yüzde 4 civarı ve sinema, tiyatro ve konser payı binde 27 iken; Türk halkı harcamasının sadece yüzde 1.7’sini kültüre ve on binde 6’sını sinema, tiyatro ve konsere ayırabiliyor, 31 ülke arasında sonuncu sırada yer alıyor.
Hane halkı kültür harcaması miktarı sıralamasında da Türkiye 180 SGS (satınalma gücü standardı) ile hem 31 ülke arasında hem de hane halkının 9-12.000 SGS arasında harcama yaptığı kendi gelir grubundaki dokuz ülke arasında en son sırada yer alıyor. Sinema, konser ve tiyatro harcaması açısından ise daha içler acısı durumda, sadece 6 SGS harcıyor ve yine sonuncu sırada.
Kültürel istihdam: Harcama dışındaki diğer kriterlere bakıldığında da konumumuz değişmiyor. 2009 yılında kültürel istihdam toplam istihdamın AB-27’de ortalama yüzde 1.7’sine tekabül ederken, en düşük pay 32 ülke arasında binde 4 ile Türkiye’ye ait. Örneğin 81 milyon nüfusa sahip Almanya’daki kültürel istihdam 847 bin iken 75 milyon nüfuslu Türkiye’de bu sayı 81 bin, sadece güzel sanatlar ve sahne sanatlarını bağlamında ise sadece 22 bindir.
Kültür öğrencisi sayısı: AB-27’de kültür alanında eğitim gören üniversite öğrencilerinin toplam üniversite öğrencilerine oranı yüzde 3.8 iken, Türkiye yüzde 1.4 ile 34 ülke arasında sondan üçüncüdür.
Kültürün bütçedeki durumu: Uluslararası karşılaştırmalarda görüldüğü gibi nal toplayan Türk kültürü, yurtiçinde de aynı kaderi paylaşıyor. 2000-2010 döneminde, genel bütçede diğer bakanlık ve kuruluşların payları artarken kültürün payı binde 2 düzeyinde sabit kalmıştır. Hatta 2012 ödenek rakamları düşüşe işaret etmektedir. Örneğin 2000 yılında, İçişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı yaklaşık benzer miktarlarda ödenek harcamışken, İçişleri’nin toplam bütçedeki payı 2012 yılında binde 5 ile yerinde saymış, Diyanet’in payı ise yüzde 1.13’e yükselmiştir. Bazı kuruluşlar için 2000 ve 2010 fiili harcamaları ile 2012 ödenekleri sırasıyla şöyledir: Kültür: Yüzde 0.29 – yüzde 0.29 – yüzde 0. 22. Diyanet: Yüzde 0.58 – yüzde 1.11 – yüzde 1.13. Sanayi: Yüzde 0.14 – yüzde 0.19 – yüzde 0.65. İçişleri: Yüzde 0.48 – yüzde 1.13 – yüzde 0.75. Çevre: Yüzde 0.05 – yüzde 0.50 – yüzde 0.27.
Keza, Kültür’ün ve Diyanet’in bütçedeki payı 2000 yılında sırasıyla yüzde 0.29 ve yüzde 0.58 iken, 2012’de sırasıyla yüzde 0.22 ve yüzde 1.13 olmuştur. Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri harcaması miktar olarak da pay olarak da önlenemez yükselişe geçmişken, insani gelişimin iki unsurundan kültür ise yerinde sayıyor.
Ve doğurduğu risk
Türkiye’nin çağdaş medeniyetler dünyasında kabul görmesi ve AB üyeliği bir kültür meselesidir, bazılarınca iddia edildiği gibi din meselesi değil. Önce Maastricht Anlaşması 128. maddede, daha sonra Amsterdam Anlaşması 151. maddede Avrupa’nın nihai tahlilde bir kültür projesi olduğu belirtilmiştir.
Türkiye ise iç ve dış politikalarında tam tersini yapıyor, ekonomik büyümeyi yeterli koşul görüyor, bunu dini kullanarak destekliyor, kültürü ise baskılıyor. Oysa ortak değerler ve kültürler arası diyalog becerisi yoksunu bir Türkiye, Avrupa kültür projesine herhangi bir katkı veremeyeceği gibi, kültürel, ekonomik ve politik hegomonyalara da direnemeyecektir.
Öneriler
l Kültürün toplumdaki rolü nedir ve kültürde kamunun sorumluluğu nedir konusunda Türkiye şeffaf değildir. Bunun cevabını, kültür ürünlerinin diğer ürünlerle aynı muameleye tabi tutulup tutulmayacağı belirler. Kültürel üretim herhangi bir mal gibi değeri pazarda belirlenecek meta mıdır, yoksa kamu otoritesince korunup kollanacak ulusal ve evrensel değerler seti midir? Bu konu dünya çapında çok tartışılmış ve şu sonuca varılmıştır:
Kültür kamu alanı ve sorumluluğudur. Zira kültür, din dahil birçok faktörden daha üst düzey bir sosyal dayanışma ve birliktelik unsurudur. Ücrete tabi ve sponsorluğu cazip faaliyetlerden olmadığı için büyük ölçüde kamu finansmanına bağlıdır.
Ancak, şu noktanın anlaşılmasında yarar vardır; kültür finansmanının amacı kültüre fon sağlamak değil, kültürü pazar ekonomisinden korumaktır. Öyle ki birçok ülke kültürün otonom pozisyonunu koruyucu tedbirleri muhafaza etmekte, diğerleri de görece yakın zamanlarda bu tedbirleri almış bulunmaktadır. Zira piyasa kriteri kitlesel beğeninin ölçütüdür, ticari sanat içindir. Eğer estetik kriter tercih ediliyorsa piyasa güçlerinin kırbacından sanatı korumak gerekir. Kültür ve sanat fizibilite, kâr-zarar, sürdürülebilirlik kaygılarından azadedir. Sanat ürünlerinin piyasada sağladığı ticari gelirler ihmal edilebilir düzeydedir, sponsorluk ise en az tercih edilen finansman modelidir. Dolayısıyla hükümet insani gelişimin kültürel boyutunu görmezden gelmeyi bir an önce bırakmalı ve kültürün kamusal alandaki sağlam ve haklı rolünün altını oymaktan vazgeçmelidir.
l Yaklaşık iki yüzyıldır Avrupa kültürünün büyük bir kısmı sıkı bir kurumsal matriks içinde gelişmiştir. Öyle ki bazı kültürel kuruluşlar artık bir tür kurumsal yorgunluktan ve hatta kıskaçtan mustariptir. Oysa Türkiye’de kültürün sorunu altyapı yokluğu ve kurumsal yetersizliktir. Diğer bir deyişle, Başbakan’ın “özelleştirile” emriyle aculca başlatılan taslak düzenlemelerin kapsadığı seçeneklerden proje başına finansman modeli tek başına Türkiye için yeterli değildir. Bu olsa olsa kurumsal fonlamaya ek nitelikte bir finansman kaynağı olabilir. Çünkü cari harcamalarla program ve proje harcamaları arasındaki oran sıkı sıkıya ülkenin gelir düzeyiyle bağlantılıdır. Kişi başı gelir düzeyi ne kadar düşükse cari harcamalar (maaş ve işletme sermayesi) o kadar ağırlıktadır. Ancak kişi başı gelir düzeyi yükseldikçe oran program ve proje finansmanı lehine değişebilir ve bu durum henüz Türkiye için geçerli değildir. Türkiye’nin mevcut ve kısa-orta vadede beklenen kişi başı gelir ve kültürel harcama düzeyi, iktidarın amaçladığı kültürün özelleştirilmesi ve/veya proje finansmanı modeline uygun değildir. Yetkililer pireye kızıp yorgan yakmak yerine, halkın gelir ve harcama düzeyine uygun bir seçenek geliştirmeyi amaçlamalıdır. Bunun aksi kültür hakkının gaspıdır.
Son söz 1
Kültürün ve sanatın önemini seslendirmek ve savunmak, her dönemden daha fazla cesaret isteyen ve aynı zamanda da zorunluluk arz eden konuma gelmiştir. Kültür hakkımızın giderek artan şekilde ihlal edildiği bir dönemde, hükümete sanatın topluma ve bilimlere öncülük eden rolünün acilen hatırlatılması gerekmektedir.
Son söz 2
Devlet dini her şekilde empoze ederken, kültürü piyasanın insafına ve kurallarına terk etmek suretiyle kültüre erişim olanağını azaltıyor, hatta yok ediyor. Türkiye’nin mevcut gelişmişlik düzeyinde, kültürün kamu sorumluluğu dışına itilmesi kültür hakkının gaspından başka anlam taşımaz. Hükümet tüm icraatında bu hususu dikkate almalıdır, aksi halde kültürsüzleştirmeye itiraz ve itaatsizlik hakkımızın doğacağı tabiidir.
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli'nin açıklamaları sahaya nasıl yansıdı?
- Cinsel içerikli videolar çeken karı-koca tutuklandı
- PKK Suriye’nin Silahlı Kuvvetleri Oluyor
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- CHP ne yapmalı?
- Özgür Özel, Erdoğan'a seslendi
- Ölü ve yaralılar var!
- 'Hukuki başvurular yapılacaktır'
- Anlattığı anlar ortaya çıktı!