Faşizmin ciğeri!
Michael Mann, “Faşistler” adlı çalışmasında, onları iki dünya savaşı arası Avrupa’da iktidara gelişlerine odaklanarak inceliyor. Bu bağlamda rota Avusturya, Almanya, Macaristan, İtalya, Romanya ve İspanya. İncelemede Faşizmin yekvücut olduğu organik milliyetçilik, radikal devletçilik ve paramilitarizm üzerinde duruluyor. Kavram, iktidar örgütlenmeleri üzerinden yorumlanırken de öncelenen, faşist rejimlerin yükselişi değil, faşistlerin temel değerleri, faşist hareketlerin yükselişi ve eylemselliği.
Bir ön bilgiyle başlayalım: Michael Mann, Faşistler kitabını, başta yirminci yüzyıl hakkında İktidarın Tarihi adlı üç ciltlik çalışmasının üçüncü cildi olarak kurguladıysa da genişleyen araştırmaları doğrultusunda başlı başına bir araştırma olarak kaleme almaya karar vermiş.
Faşistler adlı çalışmasında, faşistleri iki dünya savaşı arası Avrupa’da iktidara gelişlerine yoğunlaşarak inceliyor Mann. Bu bağlamda rota faşizmin söz konusu dönemdeki ana mevzileri Avusturya, Almanya, Macaristan, İtalya, Romanya ve İspanya.
Bu noktada Henri Michel’in, Faşizmler ve Stefan Breuer’in de Milliyetçilikler ve Faşizmler adlı kitaplarına ilişkin bir öneride bulunmakta da fayda var:
Michel’in kitabında Faşizm kavramını açıklarken fikir babaları ve uygulayıcılarının bir dökümünü yapmasının yanı sıra yeryüzündeki örnekleri sıraladığını görüyoruz. Breuer’in kitabında ise Faşizmi Fransa, İtalya ve Almanya örnekleri üzerinden okuyoruz.
ORGANİK MİLLİYETÇİLİK, RADİKAL DEVLETÇİLİK, PARAMİLİTARİZM
Mann’ın Faşistler’ine dönersek incelemede, Faşizm iktidar örgütlenmeleri üzerinden yorumlanırken öncelenen, faşist rejimlerin yükselişi değil, faşistlerin temel değerleri, faşist hareketlerin yükselişi ve eylemselliği.
Bu bağlamda, aşkın ve arındırıcı bir ulus-devletçiliği, paramilitarizm üzerinden gerçekleştirme arayışı olarak tanımlanan Faşizmin “Holokost” ve daha genel olarak “diğerlerinin” (*) çok ve çeşitli eylemleriyle etnik, politik kıyımlarla genetik bağı anımsatılıyor.
Ardından da bu bağın, faşizmde yekvücut gözlenen üç temel bileşenden kaynaklandığı vurgulanıyor: “Organik milliyetçilik, radikal devletçilik ve paramilitarizm.”
Dolayısıyla faşist hareketlerin hepsinin birörnek olmadığını göz önünde bulundurarak üç genel kalıp tespit ediyor Mann: “Paramilitarizm”, “Sınıf mücadelesini çarpık yorumlayarak duvara çarptıran aşkıncılık” ve “Ulus-devletçiliği destekleyenler.”
Yola şu iki temel soruyla devam ediyoruz: “Faşizm toplumları hangi mekanizmalarla ele geçirebilmişti?”, “Ne gibi insanlar Faşizme daha yatkındı?”
Bir kere Michael Mann’a göre Faşizm sadece dogma ve sloganlardan ibaret değil, faşistlerin de çok azı marjinal ya da uyumsuz.
Her siyasi görüşten, cepheden benzer şekilde türeyip tüm sınıflardan destek gördüler. Hem sermayeye hem emeğe hem de bunlar arasındaki ihtilafları sözümona kızıştıran liberal demokratik kurumlara saldırdılar. Çünkü Faşizm “büyük ideallerin” hareketiydi.
Öyle olmasa iki genç kuşağın önemli bir kısmını - çoğu yüksek öğrenim almış ve görünüşte büyük modern ideallere sahip - daha uyumlu bir toplumsal düzen kurulabileceği konusunda ikna edemezdi.
FAŞİZMİN SEVİYE ARTIRIMLARI
Mann’ın, modernitenin - genellikle arzu edilmese de -, Faşizmin temel bir öğesi olduğu vurgusu da belirleyici. O nedenle ulus-devlete tüm ideoloji ve patolojisiyle diğer modern hareketlerden çok daha bağımlılık geliştiren Faşizm’i, 20. yüzyılın yanı sıra 21. yüzyılın başında da çok ciddiye almak gerektiğini anımsatıyor.
Önemle dikkat çekilen bir başka nokta da; “Ilımlı ulus-devletçilik”in kesinlikle aşırı bir türünü temsil eden Faşizmin evriliş yolundaki seviye artırımları.
Bu bağlamda “demokrasinin içini boşaltan, azınlıklardan ve muhaliflerden ‘arınmayı’ arzulayan otoriter rejimlere dönüşme” ilk seviye artırımı; “tabandan yükselen ve radikal paramiliter hareketle bileşen yapıya ilerleyiş” ise ikinci seviye artırımı olarak değerlendiriliyor.
Ulus-devlete aşık çekirdek Faşizm çevresini kordona alan Mann, faşizmin günümüzde - özellikle vahşi paramilitarizm kanadından - nasıl süregeldiğine ilişkin ek bir hat çekmeyi de ihmal etmiyor. Nasıl etsin?
Buradan ilerleyen Mann, insan topluluklarındaki dört temel toplumsal iktidar kaynağına (ideolojik, iktisadi, askerî ve siyasi) ilişkin faşist örgütlerin önerdiği çözümlere dikkat çekiyor.
Bağlamında bu örgütlerin duygusal bağlılığı arttırmak için benimsediği propaganda türleri, kitlesel siyasi elektrolazim (seçimcilik) ve paramiliter şiddetin hedef kitlelerde nasıl “ritüelleştiğini” anlatıyor.
VAHŞİ PARAMİLİTARİZM!
Paramilitarizm, incelemede sıklıkla yinelenen bir kavram; zira Faşizmin hem temel bir değeri hem de örgütsel bir biçimi. Tabanda kendiliğinden türeyen halkçı bir hareket olarak görülüyorsa da ulusun öncü birliğini temsil etmesinden (!) dolayı da seçkinci. Öte yandan Faşizmi, dünyanın birçok askerî ve monarşi diktatörlüğünden ayıransa bu paramiliterliğin tabandan doğması ve vahşi niteliği.
Avrupa’da, iki dünya savaşı arası dönemin seri halde faşist üretmesinin nedenlerini, kıtanın o dönemde yaşadığı dört kriz içinden hareketle buluyor Mann:
“Avrupa savaşının sonuçları, Büyük Buhran’la şiddetlenen keskin sınıf çatışması, birçok ülkenin demokratik ulus-devlete hızlı geçiş denemesinden kaynaklanan siyasi kriz, uygarlık çelişkisiyle yozlaşmasına dair bir kültürel kanı.”
Yine Michel ve Breuer’in kitaplarında da görebileceğimiz gibi sadece bir kıta tamamen faşizmin boyunduruğuna girme noktasına yaklaştı: Avrupa. Peki, neden Avrupa’nın bir yarısında faşizmin yeşerebildiği otoriter ulus-devletçilik baskınken öte yarısında liberal demokrasi hâkimdi?
Mann’ın bu soruya şöyle yanıt veriyor:
“Farklılık kaçınılmaz olarak siyasi muhafazakârların, ‘eski rejimlerin’ ve mülk sahibi sınıfların tavırlarında ortaya çıkıyor. Burada sınıf, özellikle belirgin bir şekilde olmasa bile gerçekten de son derece belirleyicidir. Avrupa’nın bir yarısının tümünde özellikle varlıklı sınıflar, kendilerini toplumsal karmaşa ve politik soldan kaynaklanan ikiz tehditlere karşı koruyabileceklerine inanarak tam bir gaflet halinde daha baskıcı rejimlere yöneldiler. Faşizmi resmen çağırdılar! Fakat bunun çok da ‘rasyonel’ bir tavır olmadığı görüldü çünkü tehditleri büyük ölçüde abartıp bunlarla baş etmek için tüm kuzeydoğuda yaygın daha güvenli yolları görmezden geldiler. Aşırı tepki verip silahlara ansızın ve çok erken davrandılar.”
NEDEN FAŞİST OLDULAR?
Mann’ın Faşistler kitabıyla amaçladıklarından biri de bu irrasyonel sınıf tavrına dair muammayı açıklamak.
Öte yandan bunun faşizmin apaçık ortaya çıkışını açıklayamayacağının da farkında çünkü kitlesel faşizm bu alandaki sadece birkaç ülkede ve genelde varlıklı sınıfların inisiyatifi dışında türedi.
Faşistler genellikle iddia edildiği gibi sadece iktisadi olarak daha gelişmiş ülkelerde veya merkezin, doğunun ve güneyin güçlülerinde ortaya çıkmadı. Bu iddia Almanya ve İtalya’ya dair takıntıdan ziyade az gelişmiş ve küçük güçlerdi.
Bunlar kimdi ve neden faşist olmuştu? Kaç yaşındaydı; erkek miydi, kadın mıydı; asker miydi, sivil miydi; kentli miydi, köylü müydü; dindar mıydı, laik miydi; varsıl mıydı, yoksul muydu; hangi bölgelerden, iktisadi sektörlerden ve toplumsal sınıflardan geliyordu?
İncelemenin önemli ayaklarından biri de Mann’ın birkaç bölüm ayırdığı bu sorular. Yanıtı irdelerken faşist liderlerin, militanları, üyeleri, yoldaşları, işbirlikçileri ve seçmenlerinin toplumsal kökenlerini incelerken diğer siyasi hareketlerdeki muadilleriyle karşılaştırıyor Mann.
KABADAYILIK, GENÇ ERKEKLER VE DİN!
Mann’ın, faşizmin nasıl geliştiğine ilişkin çarpıcı tespitlerinden biri de faşist çekirdeğin her yerde, Birinci Dünya Savaşı’yla 1930’ların sonlarına doğru reşit olan genç erkek kuşaktan beslenmiş olması.
Faşist değerler, bu kuşaklara genç erkekleri sosyalleştiren iki kurum aracılığıyla aktarılıyor: Orta ve yüksek eğitimle militarizmi teşvik eden askeri birlikler.
Çağrı aslen genç erkeklere yönelik olduğu için aynı zamanda belirgin bir şekilde maçoydu ve kısmen disipline edilmiş şiddet biçimindeki kabadayılık etosunu ve barış zamanlarında militarizmin paramilitarizme dönüşmesini teşvik ediyordu.
Sonuçta Faşizmin karakteri, şiddeti ve nihayetinde cinayeti ahlakileştirmeye yatkın kurumlarda toplumsallaşmış bu genç erkekler tarafından oluşturulacaktı. Öyle de oldu.
Zamanında sosyalist hareketten de taktikler devşiren Faşizm, bununla yetinmeyerek dinlere de el attı, epey yardımını gördü ve birçok tekniğini ödünç aldı. Kutsallığın bazı anlamlarını tanrıdan ulus-devlete kaydırmayı başararak sömürmeleri, kutsallığın anlamını modernize etmeye ve millileştirmeye çalışmaları gibi…
Çalışma çerçevesinde örneklersek Rumen faşizminin ve onun kadar olmasa da Avusturya faşizminin dinî ruhu öndeydi. İtalyan faşizmi ise bu konuda adeta uzmanlaşmıştı. Nuremberg toplantıları ve benzerleri de kutsallık damarından kan çekiyordu, öyle ki birçok Alman Protestan rahip Nazi olmuştu.
SINIF ÇATIŞMASI CAN VERDİ
Vargıları doğrultusunda Michael Mann, “Geç kalkınma ve kapitalist krizlerle canlanan sınıf çatışması otoritarizm Faşizme can verdi.
Mağlubiyet, karmaşa ve ortaya çıkan paramilitarizm ve yeniden silahlanma üzerinden askeri kriz de öyle.
Avrupa’nın merkezi, doğu ve güneyinin ikili yarı-otoriter, yarı-liberal devletleri de öyle. Gitgide Faşizme meyleden eğitimli ve silahlı gençliğe mesajlar ileten ve bölgesel bölünme ile şekillenmiş ideolojik iletişim ağları da öyle” diyor.
Son tahlilde ise bilançoyu şöyle netleştiriyor Mann:
“Beş faşist hareketin de farklı farklı sebepleri vardı. Nihayetinde, İtalya tek başına erkenden faşist oldu, Almanya revizyonist bir büyük güçtü, Avusturya iki farklı faşist hareketle aciz hale düşmüş bir ülkeydi; her ikisi de faşistleri taklit eden otoriteryenleri ile Macaristan acz içinde, Romanya kendi beğenmiş bir haldeydi.”
Çok bilinenli ve çok elemanlı bir denklem Faşizm! Şablonu, evrende ve “fıtratta” sabit bir nokta gibi. Unutulmamalı ki çoğu zaman bir devlet çatısı altında yeşerdi, milyonlarca seçmen tarafından iktidara getirildi.
(*) Kolonyal milisler, 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Teşkilat-ı Mahsusa kuvvetleri, Kamboçya Angkası, Kızıl Muhafızlar, Hutu Interahamwesi, Arkan’ın Kaplanları vb.
Faşistler / Michael Mann / Çeviren: Ulaş Bayraktar / İletişim Yayınları / 565 s.
Faşizmler / Henri Michel / Çeviren: Füsun Üstel / İletişim Yayınları / 132 s.
Milliyetçilikler ve Faşizmler/ Stefan Breuer / Çeviren: Çiğdem Canan Dikmen/ İletişim Yayınları / 263 s.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!