İstanbul Müzik Festivali Onur Ödülü açılış konserinden sonra Cem Mansur'a verilecek
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) 52. İstanbul Müzik Festivali Onur Ödülü, ülkemizin yanı sıra Avrupa ve İngiltere’de sürdürdüğü yoğun kariyeri kadar kurduğu orkestralar ve gençlere yarattığı imkânlar ile de 40 yıldır klasik müzik dünyasında önemli bir rol oynaması nedeniyle şef Cem Mansur’a, 21 Mayıs’ta İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı yöneteceği açılış konseri öncesinde sunulacak.
Müzik eğitimini City Londra Üniversitesi, Ricordi Şeflik Ödülü’nü kazandığı Guildhall Müzik ve Tiyatro Okulu ve Leonard Bernstein’ın öğrencisi olduğu Los Angeles Filarmoni Enstitüsü’nde alan Mansur, 1981-89 arasında İstanbul Devlet Operası’nın yönetti. 1985 yılından sonra çalışmalarını yurtdışında yoğunlaştıran, 1989-97 arasında Oxford Şehri Orkestrası’nın birinci şefliğini yapan Mansur halen Türkiye ve dünyanın önemli merkezlerinde orkestra ve opera kuruluşlarıyla konuk şef olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Barok’tan günümüze geniş repertuvarında alışılmamış ve unutulmuş eserlere yer veren Mansur, birçok orkestranın da kurulmasını/gelişmesini de sağladı. 1998’den 2011’deki kapanışına kadar şefliğini yaptığı Akbank Oda Orkestrası’nı yaptı, nitelikli festivaller gerçekleştirdi. Her konserinde sipariş ettiği eserin ilk seslendirilişini yapan Gedik Filarmoni Orkestrası ile bestecileri teşvik eden, pandemi gibi zor koşullarda CRR’de yaratıcı projeler gerçekleştiren Mansur, 2007 yılında, türünün ilk örneği olarak hayata geçirdiği, 16-22 yaşları arasındaki konservatuvar öğrencilerinden her yıl yeniden seçilen Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nı (TGFO) kurdu.
Ünlü şefle 52. Uluslararası Müzik Festivali bağlamında konuştuk.
Şeflikte uzun yıllar geçtikten sonra bu ödülün anlamı nedir?
Öğrenciliğimde Londra’da konservatuardan arkadaşlarımla orkestralar oluşturup kiliselerde konserler veriyorduk. Başlangıçta deneyim kazanmanın tek yolu o zaten. İlk konser 1980 olmalı. Yarım asır bile geçmemiş denilebilir.
İstanbul Müzik Festivali ile çok uzun yıllardır bir ilişkim var, zaman zaman kesintiye uğrasa da birçok orkestra ile katkıda bulunduğum, her defasında içinde olmaktan mutlu olduğum bir festival. Bu yıl beni bir ödül çerçevesinde hatırlanmak güzel tabii.
Festival’de ilk kez ne zaman yer aldınız?
1985 yılı 13. İstanbul Müzik Festivali olmalı. Royal Philharmonic Orchestra. O yıllarda hem onlarla hem English Chamber Orchestra ile Londra’da ilişkim başlamıştı. Bazı şartlar, sponsorluklar, orkestra ile temas vs bir araya gelince bu konseri gerçekleştirebilmiştik. İki konserden birini Sir Charles Groves, diğerini ben yönetmiştim. Spor Sergi Sarayı’nda yani Lütfü Kırdar salonunun eski halinde.
Dr. Nejat F. Eczacıbaşı’nın kurduğu festival Türkiye’ye ne kazandırdı?
Festivalin kuruluşu duyulduğunda evdeki heyecanı hatırlıyorum. O yıllarda İstanbul’da dünya standartlarında etkinlikler sezon içinde çok nadiren olabiliyordu. Festival bir anlamda dünyayı İstanbul’a getirdi diyebilirim. Bugün durum farklı, başka salonlar var, sezon içinde birçok uluslararası etkinlik izlenebiliyor. Sonraki yıllarda, özellikle son dönemde, festival hem şehre yayılarak hem kısmen bir temanın etrafında oluşarak farklılaştı ve sadece bir konserler dizisinin çok ötesine evrildi. Büyük bir şehrin müzik yaşamında her şeye yer var. Düzenli dinleyicileriyle daha çok belli bir kesime hitap etse de festivaller, kamu imkanlarıyla yapılan etkinlikler, ücretsiz halk konserleri, hepsinin yeri ayrı. Bu koca skalada beni bugün üzen, kamu imkanlarıyla insanların hayatına ne zenginlikler getirilebildiğini pandemi şartlarında bile ilçe konserleri, halk konserleri ve açık hava konserleriyle göstermişken, bu senfonik konserlerin hiçbirinin şimdi yapılmaması. Topkapı şehir parkı ve benzer yerlerde senfonik müziğin heyecanını, cazibesini insanların ne kadar benimsediğini görmek, müzisyen olarak en tatmin edici olaylardan biriydi.
İKSV’nin 2010’da Yaşam Boyu Başarı Ödülü verdiği Arvo Pärt’ın 2009’da Lublin Filarmoni ile “Veni Creator” eserinin dünya prömiyerini ve Helsinki Filarmoni ile “Los Angeles” eserinin Avrupa prömiyerini, 2010 İstanbul Müzik Festivali’nde de “Los Angeles” in Akbank Oda Orkestrası ile Türkiye prömiyerini yapmıştınız. Bu yıl ödül alacak besteci Steve Reich ile de yolunuz kesişti mi?
Hayır, Steve Reich herkes gibi uzaktan izlediğim, eserlerini kısmen tanıdığım önemli bir figür.
Gedik Filarmoni Orkestrası konserlerinizde mutlaka bir eserin dünya prömiyerini yapıyorsunuz. Bu ilk seslendirilişleri şef, orkestra ve besteci açısından değerlendirir misiniz?
Konser salonları sıkça birer müzeye dönüşebiliyor. Tabii ki klasiklerin yeri apayrı ve her konserde onları birer defalığına hayata döndürmek inanılmaz tatmin edici. Boşu boşuna “klasik” olmamışlar. Ama günümüz bestecilerinin çalınması, yeni eserlerin yazılmasının yüreklendirilmesi son derece önemli. Yorumcular için olduğu kadar besteciler ve dinleyiciler açısından. Yaşadıkları çağı ve dünyayı resmeden, ona tepki veren, onunla müzikleri yoluyla yüzleşen besteciler her zaman vardı. Unutmayalım ki, 150 yıl öncesine kadar nerdeyse her konser çağdaş eserlerden oluşuyordu. Bu yaklaşıma daha çok kurumun uymasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Gedik Sanat’ın 5 yıl içinde kazandırdığı yeni eser sayısı inanılmaz. Gedik Filarmoni’nin Süreyya Operası’nda 15 Mayıs akşamı vereceği konserinde de Mehmet Nemutlu’nun “Orkestra için Suit" bestesinin dünya prömiyerini yapacağız.
Yoğun konser kariyerinize rağmen TGFO’ya çok emek veriyorsunuz. Neden?
Bu meslekte hiçbir şey yapmasam, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nı yaşatmak önceliğim. O kadar nedeni var ki: Gençlerin dünya standartlarında kendilerini tartmaları, en iyisini yapabileceklerine inanmaları, hepimizin Türkiye’de böyle bir seviyenin mümkün olduğuna inanmamız. Bu yaz Amsterdam’da başlayıp Berlin’de bitecek turne hem müzisyenler için büyük bir deneyim, hem de insanlara “Türkiye’de böyle bir şey var” dedirtmek gibi bir yan ürünümüz var. Sabancı Vakfı başta olmak üzere, bu inanılmaz enerjiyi 18 yıldır devam ettiriyoruz. Müzisyen olarak birilerine dokunduğum, bir şeyleri değiştirebildiğim projeler gençlik orkestraları. Türk/Yunan Gençlik Orkestrası’nı da birkaç yıl yönettim, Türkiye/Ermenistan Gençlik Orkestrası büyük ölçüde Osman Kavala’nın eseri. Özgürlüğüne kavuştuğunda belki devam ederiz...
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Araştırma: Olası bir savaşta Türkiye'nin kaybı ne olur?