Savaş; salgın, horlayış… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

4 Ağustos’tan 1 Eylül’e üç dört hafta geçse de bu tarih, çeyrek yüzyıl arayla iki savaş için hücum borusu çalındığı günler. Milyonlarca yoksul aç insan, yanında onları ezip sömüren azgın, vahşi emperyalizm. Ya insanın insanı horlayışına ne demeli, üstelik yazın dünyasında bile yaşanıyorsa bu?

Yayınlanma: 04.09.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Sınıfsal, ekonomik vb. ölçütler dikkate alınmadan, savaştan bir türlü ders çıkarılmadığı söylenebilir mi? Covid-19 “altıncı yükseliş dalgası”nda, kimsenin umurunda değilmiş gibi görünmesine bakılarak iş-ekmek kavgası veren yoksul suçlanabilir mi? Bu yönde yaşananlar, bizim de pek çok öykü-romanımızda yer alıyor. Ancak insan insanı, yazar yazarı horlamaya başlamış, yalnızlığa terk etmiş, ölüm sonrası unutuluşa bırakmış da savaş, salgın şu bu, kişi kendini bilmezce birbirinin gözünü oymaya girişmişse ne denebilir?

SELİM İLERİ’DEN ‘C.S.’; YAŞANACAK YALNIZLIK, UNUTULUŞ…

Selim İleri, C.S. (Everest, 2022) adlı öykü kitabında işte insanın tepeden bakışını, acımasızlığını, kibirli küçümseyişini, görmezden gelişini, sessizlikle karşılayışını, unutulmaya bırakışını işliyor öyküsünde.

C.S., şiirleriyle yakından tanıdığımız, kimi dizeleri belleğimizde ünlü bir şair. Ancak Selim, adını anmıyor, “neden C.S. dediğim sorulacaktır. Sorulmasını istediğim için öyle yazıyorum,” (15) diyor kestirmeden. Öyküdeki bu büyüyü sürdüreyim istiyorum ben de.

Derinlikli okumada öykü adının ne olduğu önemini yitiriyor, çünkü Selim İleri de olabilir bu, başka şair yazar da. “Yalnızlığımız / bu kırık öykünün adı olabilir,” deyişi yazarın, bunu vurguluyor. Kendisini yazarlıkta, şairlikte gerçekleştirip dünyadaki varlığının anlamını yakalamaya çabalayan biri çünkü anlatılan.

“Oyalantı” mıdır yazmak, “hırs” mı, ama tartışmasız bir gerçek vardır yazan kişinin önünde, şiir ya da yazı olmadan yaşayamamak, “[y]azmak varlık sebebi”dir (19) çünkü bu kişiler için, ne ki; “susturan toplumun, susturan ahlâkın pençesinde yazılamazdı, bizde, burada.” (27)

O halde, “edebî yalnızlık”, “hayat yalnızlığı”yla birlikte at başı gidecektir böyle bir toplumda, insan davranışlarında gözlendiğince yazar yazarın kurdudur çünkü. “Dışa vurulmamış bir iç hayat, iç dünya”dır bu, “[s]ana bana bize benzemeyene öldürüm!” vardır böyle bir cangılda, “herkesin birbirine can yakış ikram ettiği” bir yazın-sanat ortamıdır anlatılan. (33, 36, 42)

Bütün bunların ardından dönüp bir şaire, yazara reva görülen hainane tutumları baştan bir kez daha okuyup iyice bilincine ermiş halde bu acının içten kavuruşunu duyabilirsiniz. Şair, yazar C.S. de olabilir, Selim İleri de, herhangi başka bir şair, yazar, sen-ben de, sonsuz bir unutuşun beklediği. Ne acı. Yazınımızın bir “amentü”sü bana sorarsanız C.S. Mutlaka okunmalı!

SELAHATTİN ENİS’LE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI; ‘ZANİYELER’

Edebiyattaki saltık iyilikten horlayış nasıl çıkabiliyorsa başkasının acısına sırt dönenlerin yoksullar üzerinde tepinip keyif çatması da Çanakkale’den Kurtuluş Savaşımıza, yazınımızda çokça yer buldu.

Selahattin Enis’in (1892-1942), ilk basımı yüzyıl önce yapılan Zaniyeler (Can, 2022) romanı, çevrimyazısı yanında sözlük de ekleyip yayına hazırlayan Yağmur Yıldırımay Bardakçı’nın yoğun emeği, Mustafa Çevikdoğan-Fatih Altuğ’un editörlük katkılarıyla yeniden okur önüne geliyor.

Halk romancılığı ardılı yazar açık biçemle kaleme aldığı giriş yazısında “iyi gün görmüş; fakat sonra sefalete duçar olmuş bir ailenin kızı”, “yüksek tabakada yaşayan kokotlardan” Fitnat’ın “günlüğü”ne dayandığını söylüyor.

Fitnat, rastlantıyla Konya eşrafından biriyle evlenip oraya yerleşecektir. Ama başkaları gözünde, adamın “Saçından sakalından utanmadan İstanbul”dan getirdiği “genç bir yosma”dır. (30) Güncesinde: “Korkunç bir havadis etrafa yayıldı: Harbe girmişiz,” diye yazar.

“Üç-dört ay kadar” “tebdili hava”yla İstanbul’a gittiğinde kendisini gözler: “Konya’daki Fitnat’la İstanbul’daki Fitnat ne kadar birbirlerinden ayrı kimseler”dir. “İstanbul’da ağızları bıçak açmıyor. Herkes Çanakkale’deki harple meşgul”dür (49, 53) ama Fitnat’ın teyzesiyle yaşadığı geceler savaşın öteki yüzünü gösterir okura: “İstanbul oynuyordu. Kibarların, bergüzidelerin, ekâbir ricalinin İstanbul’u göbek atarak, gözler süzerek hopluyor, zıplıyor ve raks ediyordu(r).” (99)

“İçlerinde nazırlar vardır, şairler vardır, doktorlar vardır ve hepsi ve hepsi memleketin en namdar ve en meşhur adamlarıdır.” (82) Zaten “ekâbir-i memleketin (…) Alman ittifak-ı mübeccelini (…), ailevi bir hale getirmeleri harbin bidatlerindendir.” Alman kadın, babanın metresiyken, kızı da Alman zabitinin metresidir. (182)

Zaniyeler’de perde böyle ağır bir acıyla kapanır İstanbul’un üzerine.

FANG FANG’LA COVID 19; ‘WUHAN GÜNLÜĞÜ’

Popüler kitaplara karşı görece sırt dönülür ya kimi gereklilik de doğabilir. Karantinadaki Bir Şehirden Mektuplar alt başlığıyla Fang Fang’ın Wuhan Günlüğü (Çev. Sezen Kiraz, Bilgi Yay.) buna örnek gösterilebilecek bir kitap.

Fang, günlüklere geçmeden şöyle diyor: “yetmiş altı gün boyunca karantinaya alın(an)”, “hastaneye kabul edilmeyi umarak tüm gece hastane dışında sıra bekleyen insanların ve bitkinliğin eşiğindeki doktorların… karşısında kendimizi tamamen çaresiz hissettik. Yapabileceğim tek şey yazmaktı ve bu yüzden yazmaya devam ettim; bu benim psikolojik olarak tek rahatlama yolum oldu.”

Bir “edebiyat dergisi”, hem de Fang’ın başlığıyla bir yazı dizisi bile istiyor. Ne ki Wuhan’da “panikten deliye dönmüş ve kafası karışık halk”, “ilk tıp uzmanı ekibinin Wuhan’a vardığı” haberiyle biraz sakinleşmiş, bu arada yazar da kapandığı evinde, kendi hesabından günlüğünü paylaşmaya girişmiştir. Kolayca okunan bir kitap.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler