‘Hakikat sözü aştı’

29 Mart 2017 Çarşamba

“En çok neyi özlüyorsun” diye sormuştun. Biliyorsun buralarda en çok “ne kadar kazanıyorsun” diye sorar insanlar ve “en çok neyi özlüyorsun” diye soranlardır sadece hayatı ve insanı hissedenler. Hayatı ve insanı en derinden hissedenler, senin “hakikat” dediğin benim “vicdan” dediğim yerden bakarak, dobra dobra konuşur, sarılır ve sımsıkı tutunurlar. Sımsıkı tutunanların iç edildiği bir dönemden geçiyoruz şimdi. Sımsıkı sarılanların linç edildiği bir ülkede, etrafımızdan uzaklaşan seslerin, kaybolan yüzlerin ortasında, inatla sesini yükseltenlerin ruhuna inen o vurgun, paylaşılmadan da çözülmüyor.

Böyle zamanlarda bir avuçtur insan. Böyle zamanlarda bir avuçtur yürek. Böyle zamanlarda acıdan yumruğunu ısıranlar, yüzlerine düşmeden gömerler gözyaşlarını ki umut utanmasın, utandırmasın sevdiklerini.

“En çok neyi özlüyorsun” diye sormuştun. “Vapurda çay, simit” demiştim hiç düşünmeden. Döner dönmez bindiğin vapurdan, “Bak özlediğin İstanbul, bir gün birlikte bineceğiz” diyerek attığın o kısa videoyu izlerken buldum yine kendimi.

Başkasının özlemini özlem edinmek, başkasının derdini dert edinmek, ne büyük bir yüktür oysa. Bütün o yükleri bir emanet gibi taşımak ne büyük bir sorumluluktur. Bütün o yükleri, kendi yükünmüş gibi taşımak ne kadar da zordur fakat bir o kadar da huzur verici.

Gazetecilik, halk sevgisi olmadan yapılmaz diyorum artık seni tanıdıktan sonra. Bunca yaşanana, bunca sessizliğe, suskunluğa, bunca rezilliğe ve kepazeliğe tanıklık edip inatla hakikati insanlara taşımak, sadece meslek etiği ile ilgili olamaz çünkü.

Bu mektupta ki “sen” seslenişi çoğuldur. Kalemi, sözü hapsedilmiş tüm dostların ödediği bedel gibi. Bizim, bizlerin, hepimizin çoğul yanından kelimelere yansıyor sadece

Söz artık uzamıyor, boğazımızdan çıkan o “ah” bütün derdi anlatıyor. Herkes birbirine bakıp, hiç konuşmadan hemhal oluyor olup bitenle. Ustanın, “hakikat sözü aştı” dediği şey de bu olsa gerek.

Diyorsun ki, “Hakikati tahrif etmeden sahibi olan halka teslim etmenin bir görev olduğunu düşünüyorum.” Hatırlattığın şey çok korkutuyor gücü... Hatırlattığın şey, sadece gücü elinde tutanları değil, görünür olmanın “her şey” olduğuna inanmışları, tırmanmak ve yükselmek için düşkünleşmenin “oyunun kuralları” kabulüne sığdırmaya çalışanları da çok ürkütüyor. Hakikatin yüzüne tükürmek için koşanlar, onun rüzgârını hep unutuyorlar Ahmet. Tükürdükleri ne varsa, dönüp yüzlerine yapışıyor bu yüzden.

Sevgili dostum,

Gerçeği sevmiyor bu ülke. Gerçeği hapishanelerle, gerçeği davalar, mahkemeler, gerçeği işkenceli sorgularla, bitmez tükenmez nefretle karşılıyorlar. Gerçeği, mış-lı, muş-lu kalıplarla kullanıyor artık herkes. Geçmiş zaman dilimiyle anınca, bir şey olmayacakmış gibi davranıyor çoğunluk, lakin öyle olmuyor işte. Hakikatten ne kadar kaçarsak kaçalım, dönüp dolaşıp karşımıza dikiliyor. Bu yüzden “korkmuyor mu, korkmuyor musunuz” diye soran herkes, artık kapısını çalanın kim olduğunu biliyor ve “kim o” demenin anlamsızlığında, sıranın kendisine gelmişliğinde açıyor kapıyı. Yüzleşiyoruz artık yaşayarak.

Haklıydın, “herkes konuşmalı” diyordun. Herkes konuşursa büyür ses, büyür haklılık, büyür cesaret. Biz konuşmadığımız için, bedelin en ağırını ödüyor konuşanlar. Çağın gerilerinden, tüm baskılara rağmen “Ama yine de dünya dönüyor” diyen bilimsel inat ile, “Herkes konuşmalı” diyerek, kralın çıplak olduğunu söylemek arasındaki düşünsel bağ, bizi biz yapan tek şey sanırım.

Uzaklardan, sadece vapurda çay, simit özleyen birisi olarak söylemeliyim ki, simit paylaşıldığında, çay dostlarla birlikte yudumlandığında ve İstanbul başkalarının özlemlerini, kendi özlemlerinle yaşattığında anlamlı Ahmet.

Tüm dostların selamı üzerimizde, mektupları, kartları yollarda.

Enseyi de karartmadık bilesiniz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları