21 Mayıs 2025 günü bu sayfada yayımlanan “Atatürksüz milliyetçilik olur mu?” başlıklı yazımı şöyle sonlandırmıştım: “Görülüyor ki Atatürk’süz bir milliyetçilik ile milliyetçiliksiz bir Atatürkçülüğü savunanlar, karşıtmış gibi gözükseler de, aynı ortak zeminde buluşabiliyorlar. Oysa emperyalizm karşıtlığı ve halkçılığın -dahasını söyleyeyim, bir bütün olarak Atatürkçülüğün- milliyetçiliğin ana ekseni olmasını gerektiren bir uluslararası siyasal ve toplumsal konjonktürdeyiz. Bugün dış politikada başarının da toplum desteğinin sağlanmasının da temel koşulunun bu dinamiği fark etmek olduğunu düşünüyorum... Tüm milliyetçilik ve Atatürkçülük iddiasına sahip olanların bu argümanları, çok geç olmadan bir kez daha değerlendirmelerinde yarar vardır.”
Bu yazının ertesi günü, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, sosyal medya hesaplarından şu paylaşımı yaptı: “Atatürk’süz bir Türk milliyetçiliği mümkün değildir. Türk milliyetçisi olmayan bir Atatürkçülük de mümkün değildir. Zafer Partisi Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliğini temsil etmektedir.” Türk milliyetçiliğinin, merkez sağın ve muhafazakârlığın diğer hareketlerinde de Türk solunda da bu konunun tartışıldığını medyadan görüyoruz. Konu gelecek günlerde çok daha fazla tartışılacaktır. Sürecin, tabanının çok büyük bir çoğunluğunun etkisi ile bu tarihsel kırılma noktasında CHP’yi doğru çizgiye taşıyacağını; hatta CHP’nin bu tartışmada öncü rolü oynaması gerektiğini ve oynayacağını düşünüyorum.
Sosyalist ve komünist sol açısından da Atatürk’ün ve cumhuriyetin yarının kuramsal tartışmalarında güçlü bir biçimde temsil edileceğinin ilk işaretleri geliyor. Dolayısıyla muhafazakârlık, milliyetçilik, merkez sağ, merkez sol, sosyalist ve komünist solu, özgürlük, bağımsızlık, adalet, halkçılık, demokrasi; yani “Atatürk’le özdeşleşen değerler” ortak paydasında buluşturacak yeni bir eksenin oluşması elbette zor ve engeller var, ama ihtimal dışı değil. Bu olası eksenin potansiyel oyu da yüzde 65-75 aralığında olacaktır.
BİRLEŞTİRİCİLİĞE GEREKSİNİM VAR
İdeolojik ve kimliksel muğlaklığın değil, netliğin siyasette toplumsal desteğe yol açacağı bir dönemdeyiz. Medyaya yansıyan kimlik bağlamlı anket çalışmalarında da bu yönde verilerin olması şaşırtıcı değil. Söz konusu çalışmalarda, toplumsal dokunun ana ekseninin tartışmasız bir biçimde Atatürkçülük haline geldiğini görmekteyiz. Atatürk, bugün toplumsal birliğin tutkalı, tartışmasız sembolü. Ayrıştırıcı olmaktan ziyade kucaklayıcı ve birleştirici bir kimlik. Özgürleşmeci, eşitlikçi ve bağımsızlıkçı. Gençliğin kimliği…
Neoliberal çağdayız. Bu vahşi düzenin işleyebilmesinin tek koşulu toplumun etnik, dinsel vb. kimlik hatlarında ayrışması. Bu kimlikleri merkeze alarak düşünme… Ne yazık ki neoliberalizm ile mücadeleye, yani gerçek bir sosyal devlete erişebilmeye, en çok muhalif kesimlerdeki kimliksel bölünmeler engel oluyor. Bunun aşılması için toplumu birleştirici bir kimliğe gereksinim var.
Atatürkçülük bu açıdan da bakıldığında yalnızca bir değişim projesinin sembolü değil, aynı zamanda bu projeyi başarıya eriştirebilecek, kimliksel özgürlüğü ve özgür düşünceyi, bireyi edilgenleştiren, değersizleştiren ve metalaştıran her sürece karşı mücadele ederek garanti altına alabilecek etnik kimlikler ötesi özgürleştirici bir dinamiktir...
ATATÜRK'Ü İÇSELLEŞTİRMEK, EMPERYALİZMİ REDDETMEK
Bu nedenle, solun da Atatürk ile ilgili düşüncelerini netleştirmesine gereksinim vardır. Özgürlükçülüğü neredeyse yalnızca etnik kimlikler üzerinden okuyan çok parçalı bir anlayış, neoliberalizm ile nasıl mücadele edebilir?
Neoliberalizmin “farklılığı kutsuyor” gözüken ve bunu yaparken insanları topyekûn değersizleştiren yaklaşımı ile daha fazla bölünerek mi mücadele edilecek? Bu çağda emperyalizm karşıtı olmadan sol olabilmek mümkün mü? Atatürk’ü içselleştirmemiş bir sol, gerçekten emperyalizm karşıtı olabilir mi? Sol bireysel iradenin ipotek altına alındığı süreçlerde hazırlayıcılık rolünü üstleniyorsa, o, gerçekten “sol” olabilir mi?
Tüm sol iddiasına sahip olanların bu argümanları, çok geç olmadan bir kez daha değerlendirmelerinde yarar vardır.