MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, cumhurbaşkanı yardımcılarının mezhebi ve etnik kökeni ile ilgili beklenmeyen bir öneri yaptı. Bu önerinin Lübnan’la karşılaştırmalı bir eleştiriye uğraması üzerine şu açıklamayı yaptı: “Terörsüz Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde iki cumhurbaşkanı yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin Kürt olabileceği değerlendirilmiştir. Bu fikri ve siyasi teklifi Lübnan’la ilişkilendirmek, çarpıtma ve samimi bir düşünceyi saptırmadır.” Bu önerinin zımni olarak Cumhurbaşkanının da Sünni olmasını, dolayısıyla devletin en yüksek makamlarında bir ırk ve mezhep koalisyonunu içerdiği anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın da bir süre önce yaptığı bir konuşmada söylediği “Türk, Kürt, Arap bir arada olursa, o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır” sözü de aynı yönde bir ittifak arayışıdır.
VATANDAŞLIK KAVRAMI
Çokuluslu Osmanlı Devleti’nden ulus devlet niteliğindeki Türkiye Devleti’ne kadar Türk hukukunda vatandaşlık kavramı ırk veya din temeline dayandırılmamıştır. 1876’da Sultan II. Abdülhamit’in fermanı ile ilan edilen ilk yazılı anayasamız Kanun-i Esasi’de yapılan vatandaşlık tanımı şöyledir: “Osmanlı uyrukluğunda bulunan bireylerin tümüne hangi din ve mezhepten olursa olsunlar, istisnasız Osmanlı denir...”(m. 8).
29 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Cumhuriyet ilan edildikten sonra kabul edilen 1924 Teşkilat-i Esasiye Kanunu’nda verilen vatandaşlık tanımı şöyledir: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) denir.” (m. 88/I).
Türkiye Devletinin “laik” niteliği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na 1937’de yapılan değişiklikle girmeden önce yapılan bu tanım, 1945 Türkçeleştirmesiyle kabul edilen anayasada şöyle ifade edilmiştir: “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir.” (m. 88/I)
1961’de önce Milli Birlik Komitesi ile Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis, sonra Türkiye’de ilk kez halkoyu ile kabul edilen, Cumhuriyetin nitelikleri arasında “laik” sıfatını da belirten Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, “Vatandaşlık” kenar başlığı altında şu yalın tanımı getirmiştir: “Türk devletine vatandaşlık bağı bağlı olan herkes Türktür.” (m. 54/I)
Aynı tanım, 1982’de önce Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis, sonra halkoyu ile kabul edilen, Cumhuriyetin nitelikleri arasında “laik” sıfatını da belirten Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, “Türk vatandaşlığı” kenar başlığı altında aynı tanıma yer vermiştir (m. 66/I).
Günümüzde yürürlükte olan tanım budur. Bu tanım, hiçbir etnik veya dini öge içermeksizin Türkiye Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi kucaklayan ortak veya üst kimliği ifade etmektedir. Bu, ırkçı bir yaklaşım değildir. Vatandaşlarımız, etnik kökenleri itibarıyla Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Gürcü, Boşnak, Arnavut, Arap, Yahudi, Rum veya Ermeni olabilirler. Ama vatandaş olarak Türk kimliğine sahiptirler, hepsi Türktür.
LAİKLİK VE EŞİTLİK
Dini inanç ve kanaat özgürlüğünün tanındığı Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı veya yardımcıları için Sünni (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli) veya Alevi kimlik aramak, Cumhuriyetin temel niteliklerinden laik devlet ilkesi ile bağdaşmaz (m.2). Kaldı ki eşitlik ilkesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” (m. 10/I)
Eşitlik, milletvekili ve cumhurbaşkanı adaylığında da geçerli bir ilkedir. Anayasamıza göre, “18 yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir”. Bunun için Anayasa ve Milletvekili Seçimi Kanunu’nda öngörülen niteliklere sahip olmak, milletvekili seçilmeye engel suçlardan biriyle hüküm giymemiş olmak gerekir (AY m. 76/I-II, MSK m. 11).
CUMHURBAŞKANI VE YARDIMCISI
“40 yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından” seçilen Cumhurbaşkanı, bu göreve en çok “iki defa seçilebilir.” (m. 101/I-II). Üçüncü kez seçilmesi, ancak Meclis’in üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla (360 oyla) seçimlerin yenilenmesine karar vermesi durumunda söz konusu olabilir (m. 116/I).
Cumhurbaşkanı yardımcılığı, ilk kez 2017’de rejim değişikliği niteliğinde hükümler getiren 6771 sayılı kanunla yapılan Anayasa değişiklikleri arasında yer almıştır: “Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir.” (m. 106/I). MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin biri Alevi, diğeri Kürt olmak üzere iki Cumhurbaşkanı yardımcısı düşünmesine karşılık; 2018 ve 2023 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek cumhurbaşkanı yardımcısı atamıştır.
Zaten cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması durumunda yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar ya da cumhurbaşkanının hastalık veya yurtdışına çıkma gibi sebeplerle görevinden ayrılması hallerinde cumhurbaşkanına vekalet etmesi ve cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanması öngörülen cumhurbaşkanı yardımcısı, bu geçici durumlarda görev yapan yedek cumhurbaşkanı konumundadır. 2017’deki Anayasa değişikliğinden önce bu durumlarda TBMM başkanı, Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanı’na ait yetkileri” kullanırdı.
Bu hükmün yeniden yürürlüğe konması, gereksiz yere iki cumhurbaşkanı yardımcısı atanmasına ve onlar için farklı etnik ve dini kimlik aranmasına gerek bırakmayacaktır.
LÜBNAN ÖRNEĞİ
Karmaşık bir etnik, dini ve siyasi yapıya sahip olan Lübnan’da 1940’lı yıllardan beri uygulanagelen bir uzlaşma ile cumhurbaşkanı maruniler, başbakan Sünni Müslümanlar, meclis başkanı Şii Müslümanlar arasından seçilmekte; aynı denge diğer kurum ve yönetim kademelerinde de gözetilmektedir. Ancak bu uygulama ülkede kamplaşmaları, dini toplulukların egemen oldukları bölgelerde kendi milis kuvvetlerine sahip ayrı yönetimler kurmalarını ve iç savaşı önleyememiş, merkezi yönetimin çöktüğü dönemler yaşanmıştır.
Anayasa’ya göre, “devletin başı” konumundaki “Cumhurbaşkanı, devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder.” (m. 104/II). Cumhurbaşkanı ve yardımcıları için farklı etnik ve dini kimlik koşulu koymak, onların bu konumuyla bağdaşmaz.
Hiç gereği yokken Türkiye’de devletin tepesinde farklı etnik ve dini kimliklere sahip Cumhurbaşkanı ve yardımcıları seçilmesi koşulu, açıkça Anayasaya aykırı olacağı gibi, toplumsal ayrışma ve bölünmelere de yol açabilecek niteliktedir. Ulusal birliği ırk ve mezhep koalisyonunda aramak tersine sonuçlar verebilir. Toplumda farklı etnik ve dini kimlikler ekseninde tehlikeli kutuplaşma ve çatışmalara yol açabilecek uygulamalardan kaçınmak gerekir. Anayasamızın değiştirilemeyecek hükümleri arasında yer alan şu hüküm, ülke sorunlarına çözüm arayışlarında göz önünde tutulması gereken bir gerçeği ifade etmektedir: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” (m. 3/I). Bu hüküm, günümüz koşullarında komşu bazı devletlerdeki siyasi gelişmeler dikkate alındığında her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk