1930’lu yıllarda İsveç’te tekstil işkolunda çalışan işçileri örgütleyen sendikalar ile tekstil işverenleri arasında yapılan toplu iş görüşmelerinde anlaşma sağlanamadı. Görüşmelerin uzaması da bir sonuç vermeyince ülkede başlayan ve toplumsal barışı tehlikeye atan gelişmeler üzerine hükümet duruma müdahale etti ve tarafları sorunu çözünceye kadar bir tatil kasabası olan Saltjöbaden’da bir otelde kalmaya mecbur etti.
Taraflar ilk günlerde koridorlarda birbirlerini görmezden geldi ama daha sonra selamlaşmaya başladılar. Aralarındaki soğuk havanın ılıması ile yemek masalarını birleştirdiler ve birbirlerine sorunlarını anlatmaya başladılar. Konuştukça iki tarafın da haklı olduğu konularda anlaştılar ve sorunun çözülmesi için ortak bir yol buldular.
TARTIŞMA VE ANLAŞMA
Başka ülke sendikalarının da gelişmeleri yakından izlediği bu olay, sendika folklörüne “Saltjöbaden ruhu” olarak yansıdı. Bu ruh, işçi-işveren ilişkilerine yumuşak yaklaşımı, karşıdakinin sorunlarını anlamaya çalışma oluşumu uzun yıllar ve günümüzde de sendikacılığın temel kavramlarından biri oldu.
Saltjöbaden ruhu, 1980 yılında Almanya’da önemli bir örnekle yeniden yaşandı. Otomotiv sektöründe örgütlenen IG Metal sendikası, Alman otomobil firması işverenlerine ilk önerilerini sunduğunda bu önerileri çok yüksek ve kabul edilemez olarak niteleyen işveren işyerini Uzak Doğu’da bir ülkeye taşıma hazırlığına girişti. Bu girişimin binlerce işçinin işsiz kalması anlamına geleceğini algılayan sendika üyeleri ile bir dizi toplantı yaparak toplusözleşmenin olası sonuçlarını tartıştı ve sonunda ve sonunda çok önemli bir karar aldı, sendika sıfır zam içeren bir sözleşmeye imza atacaktı. Sözleşme bu koşulla imzalandı ve işçiler işlerini kaybetmeden çalışma yaşamlarını sürdürdü. Saltjöbaden ruhu, Alman ekonomisinde zincirleme yankıları olabilecek bir kaosun yaşanmasını önlemiş oldu.
SORUMLU SENDİKACILIK
Ülkemizde belediye çalışanlarını ve kamu emekçilerini örgütlemiş sendikaların Saltjöbaden ruhunu bildiklerini sanmıyorum. Saltjöbaden ruhunu yanılmadan tanımlamak gerek. Bu yaklaşım sarı sendikacılık, işveren yandaşlığı değildir. Kamuda örgütlenmiş sendikalar şu gerçeği bilmek zorundadır: Sınıf sendikacılığı yerine partiler üstü sendikacılık, ücret sendikacılığına saplanıp kaldıklarından bu ülkede demokratik sosyalist bir düzeni yaşama geçirmek olanaklı olmamıştır. Bu nedenle kamu sendikaları kâr amacı taşımayan ve dar bir bütçe ile faaliyetlerini sürdüren kamu işletmeleri ile olan sendikal ilişkilerini doğru değerlendirmek zorundadırlar.
Sosyal demokrat ya da sosyalist bir düzeni kuramadıkları için sendikalar ve özellikle kamu sendikaları sendikacılığı var olan kapitalist sistemin kurallarına göre yapmak ve kamusal alandaki çalışmaların sürmesini sağlamak zorundadırlar. Bunun aksi bir davranış toplum ile sendikaları karşı karşıya getirir ki bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini anlamak gerekir. Kamu sendikaları anlaşmak yerine anlaşmamanın getireceği maddi ve manevi sonuçları hesaba katmak ve sorumlu davranmak zorundadırlar. Amaç bağcıyı yani kamu hizmetlerinden yararlanan toplumu ve kamu görevlisi olan yöneticileri dövmek değil, yenebilecek miktarda üzüm yemektir.
Toplumdaki yanlış bir yaklaşım ile “sendika ağaları” algısı vardır ve sendika yöneticilerinin çoğu böyle anılmayı hak etmemektedir. Kamu sendikaları özellikle belediyelerde toplusözleşme önerilerini iyi bir süzgeçten geçirerek, belediyelerin olanaklarını gerçekçi bir gözlemle değerlendirerek yapmalı ve söylemi güzel ama gerçekleşmesi olanaksız abartılardan kaçınmalı ve sendikacıların ve sendikaların yanlış anlaşılmasını önlemek zorundadırlar.
15. Dönem CHP İstanbul Milletvekili Dr. Engin Ünsal